- 605 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DOLLY’DEN SONRA…
"İnsanoğlunu hayvanlardan ayıran en büyük özellik aklını kullanmasıdır" der herkes. Genelde bununla da övünülür. Bu bizi kendi benliğimizde bir tür tanrısallaştırmak eylemidir ancak tabii ki inkar ederiz . Aklımızı kullanışlarımız da genellikle herhangi bir canlı nesnenin yok olmasına sebeptir. Hayat döngüsünün ölümle görevli canlılarıyız biz.
Ancak bazen yok etmek yerine yaratmakla uğraşırız. Tıpkı Roslin Enstitüsü’nde çok sayın İan Wilmut’un yaptığı gibi... Bir kuzu embriyosunu klonlamayı başaran bu çok sayın profesör, hayatımıza bir “Dolly” gerçeği iliştiriverdi. Bazılarımıza "tanrıcılık oynamak" o kadar da zor değilmiş dedirtiverdi bir anda. Bilim adamlarının bazıları çok alkışladı, din adamlarının çoğu çok yuhaladı. Ama Dolly 2003’e kadar yaşadı.
Herkesin kafası karıştı mı? Hayır. “Ne adamlar var yaa? Resmen aynısı gibi olmuş. Ama derler ki; insan insanın tıpkısının aynısını yapacakmış da bir can veremeyecekmiş. Merak etmeyin” dedik birbirimize.
İki yıl sonra nur topu gibi bir klon ineğimiz oldu. (Clone tabii ki Türkçe değil. Biz Türkçeleştiriverdik.) İki yıl sonra bir makak. Sonra domuz, keçi, fare, yılan, kedi.. Her biri gelişmişlik sembolü idi ama çok da ortalarda ifşaa edilmedi sanki.
Bu klonlama işinin olumlu birçok faydası da oldu, kabul edelim. Öncelikle kök hücre araştırmalarının başlaması birçok ölümcül hastalığa çare bulunabileceğini görmemizi sağladı. Yaşasın “Amerikan” Biotech şirketi! Organ bekleyen insanlar için tünelin sonunda bir ışık göründü sanki. Düşünsenize hastaneler dolusu böbrek, kalp bekleyeni… Her gün onlarcasını haberlerde izlediğimiz trafik kazalarında kolu, bacağı kopanları…
Derken İtalyan Antinori ‘nin bir bebek klonladığı, adının Eve yani “ Havva “ olduğu bilgisi ile çalkalandı genetik dünyası.
Ve “Abi biz sınırı aştık. Bırakalım bu işleri” deyip bıraktıkları iddia edildi bilim adamlarının. Çünkü taa 1952’de Briggs iribaşı klonladığında öyle yapmıştı. Bırakmıştı.
Belki de korktu bilim adamları. O yüzden yaşayan klon insanlar tamamen rivayet.
Kim inandı? Kabul edelim, içimizden birkaçı…
İnsanın - eğer klon değilse- en büyük zaaflarından biri de nefsidir. İnsan yaratılmışların en durmak bilmeden çalışanıdır. Asla yetinmeyi bilmez. En dindarı aza tamah etmez. Bildiğiniz ya da bilmek istemediğiniz ne çok soru üşüştü kafanıza değil mi? Ah bir de Holyywood filmlerini izleseniz... Bilirsiniz onlar her şeyi önceden bilir (!) Haydi başlayın düşünmeye; Organ tarlaların oluşmadığı ne malum? Dünya zenginlerin etrafında döndüğüne göre caaanım politikacılarımızın cici birer kopyasının (Amerikan başkanın kesin vardır) olmadığından emin miyiz? Peki, etrafımıza bakıp “Biz ne ara bu kadar vahşi ve merhametsiz olduk. Robot gibiyiz. Hiç sorgulamıyoruz …” diye hayıflanırken biz diye bahsettiğimiz içimizdeki o insansıların birer klon olma ihtimali var mı? Peki din adamları ne düşünüyor bu konuda? Amman orası mayın tarla…
İnsanoğlu teknolojinin üreticisi ve teknolojinin kölesi olarak yaşamaya ve görevini sürdürüp yok etmeye devam edecek. Ürettikleri ve tükettikleriyle hayat döngünün çarkını döndürmeye devam edecek. Bilim adına üretilenler biz çok farkında olmasak da hayatlarımızı ciddi şekilde etkileyecek.
Genetik tarihçesi şöyle şekilleniyor şimdi. Dolly’den önce ve Dolly’den sonra…
Ve sizin bu gece gözlerinizi yummadan önce düşüneceğiniz konu farklı olacak belki bu yazıyı okumadan önce ve okuduktan sonra…
YORUMLAR
Siz bu yazınızı 2015 yılında yazdığınıza göre, son 3 yılda belirttiğiniz konularda neler neler yaşandı kim bilir. Organ nakilleri maalesef kötü niyetli insanlar tarafından bir meslek haline geldi. İnsanlar neredeyse yalnız başlarına sokağa çıkmaya korkuyorlar. Bir tarafımı keserler de, pisi pisine ölürüm diye. Şimdilerde erkekler doğuruyor. Japonlar, insanlardan farkı olmayan, kadın robotlar yapmışlar. Doğal yoğurt gibisi yok. Süt de öyle. Her şeyin doğalı güzel ve sağlıklıdır. İşimiz robotlara kaldıysa vay halimize.
Bilimsel makaleniz anlamlıydı, kutlarım.