A Y N A
Aynaya dair ilk bilimsel çalışmaları Edison’un deneyini okuduğumuz o ilkokul kitabından öğrenmişizdir. Medeniyetin en önemli buluşu ampule ulaşan Edison aynayı kullandığında belli ki onun öyküsünü çok iyi biliyordu.
Günümüzden 4 bin yıl öncesinde , yanardağ lavlarının parlak artıklarının cilalanmasıyla, görüntüyü aksettiren ilk aynalar yapılmış. Milattan önce Mısırlılar, Etrüskler, Yunanlar ve Romalılar bronz el aynaları kullanmışlar. Gümüşleme yöntemiyle ayna elde etme tekniği ise, 14. yüzyılda Venedik’te geliştirilmiş. Venedikliler, bir cam tabakasının arka yüzeyine cıva sürerek, ayna yapmayı başarmışlar ve o tarihten sonra bu cam parçası, özellikle kadınların ellerinden düşmez olmuş. Venedik Cumhuriyeti, Avrupa’da cam eşya ve özellikle de ayna yapımının gizine sahip tek ülke olarak bu sırrı büyük bir özenle saklamış. Ayna ve cam eşya fabrikalarını Murano adasında kurmuşlar ve bu adaya camcı ustalarından başkasının girmesine de izin vermemişler. Bu sırrı Fransızlar, adadan zorla kaçırdıkları dört usta sayesinde öğrenmiş ve bundan sonra ayna yapımı bir giz olmaktan çıkmaya başlamış. Alman kimyacı Justus von Liebig’in gümüşleme, bakır sülfat yöntemi günümüzde günlük amaçlar için kullanılan aynaların üretiminde uygulanmaya başlanmış. Bilimsel çalışmalarda kullanılan aynalarda ise, camın ışığın bir bölümünü soğurmasını önlemek amacıyla ön yüzler de gümüşlenmiş.
Ayna serüveni böyle. Yansıma elde etmek için ne işlemlerden geçiyor cam.
Ya su? Sudaki yansıma? Deniz suyunun renginin gökyüzünün maviliğinin yansıması dolayısı ile olduğuna inanılır halk arasında . Aslı , beyaz ışık denilen güneş ışığının içinde bulunan mor tarafı yansıttığından denizin mavi göründüğüdür. Deniz bir yandan da güneş ışığının kırmızı tarafındakileri de absorbe ( emer) eder. Aynalar ve denizler bir dizi fiziksel kuramların ışığında aydınlanan bu olaylar zinciri ile yansımaya sebep olurken insanoğluna bir diyalektik felsefeyi armağan bırakmıştır.
Öğrenme önce görerek, dinleyerek bunları anlayarak başlar; sonra kompleks pek çok süreçle devam eder. İnsanın eğitiminde , eğitilen insanın faydalı , güzel eylemler gerçekleştirmesinde, dolayısıyla toplum faydası için erdemli, diğer insanlara faydalı yetişmesinde ayna gibi yansıtıcı, deniz gibi absorbe edici olmasının önemi aşikar. En basitinden sıcak sobayı dokunarak sıcağı tanıyan çocuğun, neleri absorbe edip sonra yansıttığını bir düşünün.
Basit çözümlemeden komplekse geçersek, gelin deniz derinliklerine yol alalım. Denizin derinliklerine indikçe absorbe olan güneş ışığının kırmızı tarafı da kalmaz. Yukarıda bu ışıktan yararlanan canlılar, kıyıya yakın yerlerde fotosentez yapıp oksijen açığa çıkaran bitkiler denize güzel yeşil rengi verir, sonra , karadan uzaklaştıkça yeşil maviye evrilir, karanlık deniz dibinde fosforlu organizmalar hayat sürmeye başlar. Derin karanlık kötü olanları saklar içinde.
İnsanoğlu da kötüyü içinde saklayıp , ahlak potasında eritip, erdem ışığını yansıtmayı öğrenir zamanla. Ancak bu, iyinin yanında kötü, güzelin yanında çirkin, doğrunun yanında yalanı görmek, bilmek ve anlamakla olur. Bu diyalektik macerada insan şanslıdır ki , ona Ademle beraber hep iyi ve kötünün ayrımını yapması için öğüt verilmiştir. Kötü örneklerin yanında toplumsal , medeni mekanizmalar hep insanın iyiye evrilmesine kuruludur. İnsanın günahtan doğduğu önermesi ile daha doğar doğmaz o gözle bakan ve eylem üreten öğretiler bile, erdemli insan modeli üzerinde çalışır durmadan.
Özde, güneş ve deniz gibi, insanın derinliklerine nüfuz eden iyi ve kötü tohumlardan, iyi olanın sulanıp, güneşlenip, beslenmesini sağlayacak öğretileri bulup , yaşamsal pratikte bunlarla güzel görüntüler açığa çıkarmaktır aslolan.
Yanıbaşımızda, karşımızda, arkamızda, önümüzde , etrafımızda ne olup bitiyorsa etkileneceğimiz, adeta bir fiziksel kuramlar örgüsü gibi yansımalar ve absorbsiyonlar yaşayacağımız muhakkak.
Güneşini bulduğunda, onunla kendini gerçekte tanıyıp, bulduğunu her dem ifade eden Mevlanâ için, Şems bir nevi de aynadır. Mevlânâ, Şems’in aynasında gördüğü kendi eşssiz güzelliğine hayran olur. Diğer bir ifadeyle Mevlânâ,gönlündeki ilahi aşkın Şems’te yansımalarını görür.
Her birimiz bir Şems bulacak kadar Mevlana değiliz. O ayrılık acısı ile bülbül gibi figan etmiştir yeşil denizinden.
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme.
Ama akıl nimetinin farkına varacak kadar olgunlaşabiliriz.
HARUN ÖZMEN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.