- 882 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
TANRI MİSAFİRİ
Somut tek bir veri dahi yoktu elimde: Ya ölmüştüm ya da öldürmüş!
Asla da inkâr edemezdim, geride herhangi bir iz bırakmadığımı.
Sancılı bir doğumdu…
Önce doğmuştum ve doğurup öldürmüş. Yoksa önce mi ölmüştüm de doğurduğumu sanıyordum? Yoksa hepsi bir hayalden mi ibaretti?
Üstüne üstük geride delil bırakmamama rağmen, olay mahalline gidip kontrol etmiştim ve bulmuştum aradığımı ki önceleri, aradığımın ne olduğunu dahi bilmez iken: Üç beş kanlı havlu. Ya geride kalan? Daha doğrusu doğan bebek nerdeydi? Ve babası? Babası olduğunu iddia edebileceğim hangisi olabilirdi? Kalıcı bir ikametgâhı dahi olmayan ve yüzünü sadece bir saat görüp, robot resmini dahi çizmekten aciz olduğum bir adam ki neye benzediğini dahi hatırlamıyordum ama o gece…
Detaya girmeyeceğim. Ne de olsa…
Daha da önemlisi; bir ömür sevmeyeceğim gün gibi aşikârdı: Şarkıda olduğu gibi: Sevişmek bir dakika ama sevmek bir ömür ki ilk şıkkı tercih etmiştim. Ve neden sonra fark ettim hamile olduğumu. Mümkün müydü peki? O gece öylesine sarhoştum ki… Tamam, tamam uzatmıyorum ve sadede geliyorum. Kısaca çok geç kalmıştım bu ayıptan daha doğrusu yükten kurtulmak için.
Bu uğurda günaha girmeye razıyken besbelli başım belaya girecekti. Ne de olsa annemle yaşıyordum ve o hala beni, küçük bebeği sanıyordu. Sanmasından ziyade yaşadığım o sarmal. Annem öğrendiğinde dayıma söyleyecekti ve ne sandıklarının değil sonumu nasıl sanacağımdı artık önemli olan.
Adam daha doğrusu adamlar sadece birer gün arayla. Geçtim bunları. Kendilerine bile hayrı olmayan bu mendeburlardan hangi birini bulup yüzleşecektim ki nerede oldukları hakkında en ufak fikrim dahi yoktu.
Derken ne mi oldu? Hamileliğimde altıncı aya girmiştim ve kımıl kımıldım daha doğrusu içimdeki canlı.
Annem sürekli söyleniyordu:
‘’Artık yemek yemeye bir son ver. Hamile gibi görünüyorsun. Seni tanımasam var ya…’’
Susuyordum. Ve susacaktım da nereye kadar?
Öncesinde susmamıştım ve almıştım geçen ilk altı ayın hırsını.
O ise susmamış ve söylemişti son sözünü:’’Az ye de uşak tut.’’
Tamam uzatmıyorum.
Bakkala giderken gördüm onu. Kim mi? Mahallenin delisi, demeyeceğim zira hepimizi cebinden çıkarır.
‘’Abla’’ dedi.
‘’Bozuk paran var mı?’’
‘’Kafamı bozma’’ dedim. Yine de bir makas aldım yanağından. Pek de tatlıydı kerata. Hem yalandan kim ölmüş? Neyse bakkaldan bir kilo pirincimi aldım ve döndüm eve bir yandan da kafamda tilkiler fink atıyordu.
‘’Anne.’’
‘’Söyle’’ dedi bıkmış bir halde.
‘’Ben Meral’lerde kalacağım bir süreliğine. Hem evleri sahile de ormana da çok yakın. Hem uzun yürüyüşler yapıp kilomu atarım hem de kafamı dinlerim.’’
‘’En fazla iki üç ay. Ne dersin?’’
‘’Allah belanı versin.’’
‘’Ne dedim ki?’’
‘’Sana demedim. Pirinçte çok taş var.’’
‘’Anne, sana söylüyorum. Duydun mu dediklerimi?’’
‘’Ne halin varsa gör. Zaten sana yemek yetiştiremiyorum.’’
Ya ölecektim ya da öldürecektim.
Şimdi katil damgası yiyecektim hem de iki kilo bile çekmeyen bir velet için. Elimi çabuk tutmalıydım.
Öncelikle gizlenmeliydim hamileliğim iyice ayyuka çıkmadan hem de kimselerin beni tanımayacağı bir yerde… Neyse ki hiç birine gerek kalmadı.
Bu konuşmamızın üzerinden bir hafta bile geçmedi ki; annem pılısını pıtısını topladı. Meğer Nigar teyzem felç geçirmiş.
‘’O, iyi olana kadar yanında kalacağım.’’
Yetişmişti imdadıma Nigar teyzem. Hem belli mi olur, ölür giderdi de mirasa konardık. Tabii ki bunları anneme söylemedim. Çok sever kız kardeşini.
‘’Sana diyorum hey, duyuyor musun küçük hanım? Ben yokken kendine mukayyet ol. Ben dönene kadar da zayıfla, e mi?’’
Evet, annem eninde sonunda dönecekti. Ben de bir canavara dönüp o piç kurusunu ellerimle öldürecektim.
Ve süreç işlemeye başladı. Annemin dönmesine henüz vakit vardı lakin verdiğim sözden döneceğimi de bilmeden geçiyordu zaman.
Annem tam da zamanında gitmişti ve bebek zamanından evvel geldi. Evet, bir başıma dünyaya getirmiştim bebeği/mi. Zor da olsa evet. Ve itiraf ediyorum: O küçük canlı benimdi sadece benim bebeğim. Ve ne var ne yok tüm delilleri ortadan kaldırdım gelin görün ki planımı uygulamaya koyamadım ve kıyamadım o küçük canlıya.
Şimdi bekliyoruz üstelik neyi beklediğimizi bilmeden.
Bebek büyüyor. Ben ise anneme verdiğim sözü tuttum ve artık eskisi gibi zayıfım. Ama eskisi kadar sorumsuz da değilim öte yandan. İyi bir anne olma yolundayım.
Dün aradı Ahmet. Kim mi? Bebeğin bir no’lu baba adayı.
‘’Nasılsın?’’dedi bana.
‘’Çocuğunu büyütüyorum’’ demeyi çok isterdim ama sözümü kesti.
‘’Karımla barıştık. Kendine dikkat et, e mi. Hatırını sormak istedim sadece o gecenin hatırasına.’’
Ne kırgındım ne de kızgın. Ve öylece vedalaştık.
İlginç bir şey daha oldu gece haberlerini izlerken. İki no’lu baba adayına rast geldim televizyonun içine düşecekken. Bir maganda kurşununa kurban gitmiş bizimki.
Üzüldüm mü? Bilmem.
Ne mi kaldı geriye? İsmini dahi hatırlamadığım bir adam ve inanın ki hiç mi hiç dert etmiyorum babasız çocuk büyütmeyi. Gerçi yarın ne getirir bilinmez ama… Şimdi gitmeliyim: Uyandı bebeğim. Ve unutmadan son bir şey daha: Nigar teyzem iyiye gidiyor/muş. Annemle konuştum bu sabah.
‘’Bil bakalım’’ dedim ona.
‘’Sakın o kiloyu veremediğini söyleme.’’
‘’Verdim bile.’’
‘’O zaman ne söyleyecektin de böylesine heyecanlandın?’’
‘’Yatıya misafirimiz var anne.’’
‘’Başım üstüne.’’dedi annem.’’Tanrı misafiri madem.’’
‘’Bu sözünü sakın unutma ama geldiğinde.’’
‘’Hiç unutur muyum, deli kız. Hem nerede görülmüş Tanrı misafirinin geri çevrildiği.’’
YORUMLAR
Masum bir hikaye aslında ama,
gerçek hayatta başımıza geldiğini düşündüğümüzde,
gerçek yüzünü çıkarıveriyor insan orta yere.
Nasıl tepki verirdik böyle bir duruma?
Hiç de hoş karşılamazdık herhalde.
Ahlak anlayışımız onu fısıldıyor kulağımıza.
Gülüm Çamlısoy
Teşekkür ederim katkı ve yorumunuz için.
Saygılarımla...
Gülüm Çamlısoy
Sonsuz selam ve saygılarımla...
Ömrünüz çok olsun.
Gülüm Çamlısoy
Çok çok teşekkür ederim tüm yüreğimle. Var olunuz.
Sevgilerimle yürek dolusu...