- 457 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Batıl inancı olanlar beri gelsin... ( 2. Bölüm )
“إِيَّاك نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِين” “İyyeke na’budu ve iyyeke nestain” Yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Sen’den yardım.dileriz.(Fatiha Suresi)
Yakınlarımızdan biliriz aile, akraba, komşular ve arkadaşlarımızdan başvuranlar olmuştur. Bu dilek ağaçlarına, türbelere. Ağaçlara bağlanan çaputlar, türbelere kesilen adaklar vb şeyler. Çocuğu olmayanlar, evlenemediği için kısmeti açılsın diye ellerinden tutup götürdüğümüz kızlarımız, iş kapısı bulsun diye oğullarımız...
Hatta çocuğu olduğunda türbede yatan kişinin adı verilir çocuğa. Veyahut oğlansa doğan çocuk Satılmış, kız ise Satı gibi isimler konur. Cümle içinde maalesef şu şekilde söylenir:
--- Çocuğum olmuyordu, falanca yerde filanca evliyanın yatırına kurban adadık, Filanca kişi verdiği için onun ismini verdik.
Ağlanacak halimize gülüyoruz bazen. İşte bir kaç örnek daha ister gülün ister ağlayın.
--Türbe, yatır gibi yerlerden medet ummak. Bir yatırın mezar taşına mum yakıp, dilek tutmak,
– Sünnet olan çocuğun acısının azalacağına inanılarak sünnet olma anında annesi ve diğer hanımlar tarafından oklava çevirmek,
– Yeni doğan çocuğun dindar olması için göbek bağını keserek cami avlusuna bırakmak,
– Konuşmayan çocukların konuşabilmesi için cuma namazından sonra müezzin tarafından cami anahtarını çocuğun ağzına sokup çıkarmak...
Manzarayı gözünüzün önüne getirdiniz mi? Elimizde kocaman bir anahtar çocuğun ağzına sokmaya çalışıyoruz. Çocuk ağlıyor tepiniyor.
Yakinen tanık olduklarım var mesela, gözlerinde arpacık çıkan bir çocuğa hayvan pisliğine şu şekilde selam verdirmişlerdi:
---- Selamünaleyküm kunduz bey!
Böyle söylerse bir daha çıkmazmış arpacık, o zamanlar ki adı ile it dirseği. Çıkmadı mı ? Çıktı elbette... Ben de çocuktum bu olayı gördüğümde.
Ve sürekli ağlayan bir çocuğun ağzına ağzına, babasının ayakkabısı ile vurulacak denmişti. Ama tam cuma namazı vakti. Aynen böyle hatırlıyorum. Yine çocuk yaştayım. Bu uygulama da benim küçük yeğenim üzerinde denenmişti. Yeter ki sussun şu çocuk, vurun ağzına, pis ayakkabıyı.
– Yürümeyen çocukların ayaklarına ip bağlayarak cuma namazından ilk çıkan kişiye ipi kestirmek,
– Kırkı çıkmamış bir bebeğin tırnakları kesilirse o çocuğun hırsız olacağına inanmak,
– Küçük çocukların üzerinden atlanıldığında boylarının kısa olacağına inanmak,
Cehalet ve bilgisizlik, yalnızlık, korku, ümitsizlik, çaresizlik, ruhsal ve bedensel hastalık ve sıkıntılar, felaketler, doğal afetler ve olaylar, üzüntüler kısacası insanın başetmekte zorlandığı bir çok husus insanı hurafelerin tuzağına itmiştir. Yüce dinimiz başlangıcından itibaren cahiliye toplumuyla ve zihniyetiyle, Allah’a şirk koşulanlarla mücadele etmistir.
Peygamberimizin doğduğu gün gerçekleşen mucizeler hep bu yöndedir. İnsanların kutsal saydıkları ve şirk koştukları Save Gölü o kutlu gecede kurumus, Kabe’de Allah’a şirk koşulan putlar yere yıkılmıstır, Allah’a şirk koşulan İran Kisrasının Sarayının dört kubbesi ve sutunları yıkılmıs, Mecusilerin yani ateşe tapanların Allah Teala’ya şirk koştukları 1000 yıldır sönmeyen ateşleri o gece sönmüstür. Tüm bu mucizeler de gösteriyor ki dinimiz İslamiyetin amacı Allah Teala’nın birliğini ve tekliğini yani tevhidi insanlara öğretmek ve her türlü bid’atten, şirkten, hurafeden insanları kurtarmak ve uzak kılmaktır.
Neden hiç sorgulamadan yapararız tüm bunları. Akıl biz insanlara neden verilmiş. Düşünmeden yapılan bir işten ne hayır gelir ve böyle hareket etmekten ne zaman vazgeçeceğiz acaba.
– Misafirin, askere gidenin veya yola çıkanın arkasından su dökmek,
– Kahve falına bakmak, falcılara, büyücülere gitmek,
– Ay ve güneş tutulmasında silah atmak, teneke çalmak.
Bize çok masumca gelen ama vazgeçilmezlerimiz olmuş bir sürü saçma sapan hareket.Yok asla benim yoktur böyle davranışlarım mı diyorsunuz, durun daha bitmedi.
– Nikah esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayağına bakması halinde, önce basanın sözünün geçeceğine inanmak,
– Merdiven altından geçmeyi uğursuzluk saymak,
– Cenazenin 7., 40., 52. gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlit okutmak,
– Cenazenin alkışlanma uğurlanması, cenazenin arkasından slogan atmak ve çiçek serpmek, cenaze için üçüncü gününde helva ve yemek dağıtmak, kefen arasına dua, ayet ve vasiyetname koymak, ölen kimse için arefe günü kurban kesmek,
– Hastanın başı üzerinde tuz gezdirmek, köz söndürmek, kurşun döktürmek,
– Dileğin kabulü için ağaçlara bez-çaput bağlamak, türbelere adakta bulunmak, türbe ziyaretlerinden şifa beklemek,
– Hıdrellez günü sahile gidilerek kuma veya toprağa ev, araba veya kadın resimleri çizilerek böylece çizilen resimler sayesinde ileride onlara sahip olunacağına inanmak,
Vardır vardır, bir tane olsun çıkar, sizin de evet ben de bunu yapıyorum, yaptım diyebileceğiniz. Dürüst olalım lütfen.
YORUMLAR
Sadece başlık bile aklıma bir soru getirdi. "İnancın batılı olur mu?" Ben bu konuda bir yazı da yazarım!
Bilincin batılı olmaz! İnsan “Batıl” olduğunu bildiği şeyi barındırmaz! Ya batılı, “Hak” sanıyordur, bu da zaten “Bilinç” olarak değerlendirilmez, “Zan” olarak değerlendirilir! “Zandan kaçının” denir! Ya da inandığı şeyleri irdelemiyordur! “İnanç” kapsamında kalmıştır!
"İnancın batılı olur mu?" İnanç ile bilinç konusunda; biri var ise diğeri yoktur! Eskiler inanca, "Taklidi iman" , "Bilinç" haline de "Tahkiki iman" demişler! Ben, ikisini bu şekilde ayırmam ama “İnanç” ve “Bilinç” olarak ayırıyorum. İkisi aynı durumda olmaz! İkisinden biri vardır ortada! Bir şey, ya hakikidir ya taklittir! “Batıl inanç” ile “Batıl olmayan inanç” ikisi de "İnanç" kapsamındadır! Bilinç olsa zaten “İnanç” olmaz, “Bilinç” olur! Eskilerden; " Perde-i gaip açılsa imanım ziyadeleşmez!" sözü meşhurdur! Yani inanç, tamamen bilinç olmuş; perde açılsa dahi artmıyor çünkü inanç olarak kalan yok, hepsi bilinç olmuş. Eğreti inanç kapsamında bir şey kalmamış.
“Batıl inanç” ile “Batıl olmayan inanç” arasındaki ayrımı kim, nasıl belirleyecek? Bir batıl ya da batıl olmayan inanç, irdelendiğinde zaten “Bilinç” olacak! Bilincin de batılı olmaz! Batıl olsa bilinç olmaz! Burada “Vicdan” terazidir! Terazisi bozuk olan için “Bilinç” olmaz, “İnanç” olabilir! İrdelenmediğinde zaten bilinç de olmaz! “Batıl inanç”, irdelenmemiş inançların kapsamına dair söylenebilir! Bu durumda irdeleyenler, inanç kapsamında olanları, “Bilinç” kapsamına dönüştürecek! Batıl olanlar da bilinç olamadığı için elenecek! Yani ortada “Batıl inanç” da kalmayacak, “Batıl olmayan inanç” da kalmayacak! Sorgulanan ya elenecek ya da “Bilinç” olacak! Sorgulanmayanlar, “İnanç” kapsamında kalacak! Demek ki "Batıl inanç" denen, aslında sorgulanmamış tüm inanç kapsamı! Çünkü sorgulandığında ancak bilinç olabilir! Sorgulanma sonucunda kalanlar “Bilinç” olacağı için “Batıl inanç” diye tarif edilenler ya da “Batıl olmayan inanç” olarak tanımlananlar, sorgulama esnasında aynı durumda olacak!
Dikkat ederseniz toplumda "İnanç" kavgası görünür ama "Bilinç" kavgası olmaz! Bunun nedeni, inançların bilince geçirilmesi sırasında elenmesidir! Yanlışlar elenince de kavga nedeni olan ya da gereksiz durumlara neden olan "Batıl" diye adlandırılan kısım atılır!
Asıl sorun, inancın batıl ya da hak olarak ikiye ayrılması olduğunu düşünüyorum! Çünkü bu ayrım da bilince perde olacak! İnançlar, bilince dönerken irdeleneceği için “Batıl” kabul edilenler, irdeleniyor ve eleniyor! Bu kabul de kişiye veya toplumlara izafi olduğundan “Batıl” kabul edilmeyenlerin elenme şansı sıfır! Elenme şansının sıfır olması, bu kapsamdaki inançların "Bilinç” olmasına da engel oluyor! Yani “Batıl olmayan inanç”, olarak belirlenenler elenmediği için belirleyene izafi bir “İnanç” kapsamı oluşuyor ve bu kapsam, asla irdelenmiyor, gerek de görülmüyor! Başta "Hak" kabul edildiği için "İnanç" mertebesinde kalmak zorunda kalıyor! İrdelenmeyen "İnanç" da bilinç olamıyor! Eski tabir ile "Taklidi iman" ile "İnanç" sahası oluşuyor! Bilinç sahasına, sadece "Batıl" olarak başta kabul edilenler giremiyor! Diğerleri zaten irdelenmiyor!
Yazınızın başlığı fikir verdi bir yazı hazırlarım. Teşekkür ederim. Saygı ve selam ile başarılar dilerim.
Ahmet Bektaş tarafından 11/4/2015 1:30:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sevgili Asude elbette batıl inançlar gerçekten de saçma sapan davranışlar..ben de kötü bir olay duyduğumda kulağımı çekip tahtaya üç kez vururum. Ben bunu annemden öğrendim, annemde eminim ki; annesinden öğrendi.
Bu gün açıklayamasak da batıl inançların mutlaka bilimsel bir kaynağı olduğuna inananlardanım.Evet çok saçma gelse de..
Eğer hiç kimseye zararı yoksa, bunların uygulanmasının ne mahsuru olabilir ki.?
Çaput bağlama olayı da çok saçma lakin oraya giden insanlar orada bir enerji bırakıyor ..Orada bir enerji birikimi oluyor...Yağmur duasına çıkanlar gibi yani..
Emeğine sağlık...
Selamlar...
asude_vuslat
---
Çok eski zamanlarda meşe ağacının, yüksekliği ve sağlamlığı nedeniyle, bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. Önce milattan önce 2000'li yıllarda Kuzey Amerika yerlilerinde, sonra da Ege'de Helen uygarlığında.
Her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. Amerika yerlileri meşenin, Tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, Helenler ise Yıldırım Tanrısı olduğuna inanmışlardı.
Kuzey Amerika yerlileri, bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı Tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı.
Ortaçağda ise Hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. Onlara göre bu inanışın temelinde Hz. İsa'nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu.
---
Bu bilgilere ulaştığımda hem şaşırıyorum, hem üzülüyorum, neden düşünmüyoruz altında yatan sebepleri, ne kadar masum ne kadar iblisce şeyler diye...
Yorumunuz için teşekkürler, tüm okurlarım ve size saygılar, sevgiler.
Ah şu karakediler geçmese keske önümden dedim gülümseyerek okuduğumda yazınızı.
Evet güzel bir konu.
Aslında ben pek takılmam.
Elbette herşeyin iradesi Allahtan ve dua ile ulaşacağız inşallah bizler de buna.
Sağa sola savrulmaya hacet yok yani.
Sevgiler.
Nar-ı Çiçek tarafından 11/4/2015 4:47:59 PM zamanında düzenlenmiştir.