- 297 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BELEDİYEYE GİDERKEN
MAZİYE YOLCULUKLAR- 38
Kâhta’m, dayanamıyorum bu gün ki halına…
Kazma, balta, tahra, bıçkı inmiş bağ bahçelerinde bulunan ağaçların köklerine, dalına…
Söyle canım Kâhta’m, hangi çingeneler baktı, şom ağızlarıyla senin falına?
Bir keşmekeşlik içindesin, vurmuşlar hem mıhına hem nalına…
Paris olsa dayanamaz onlarca yılın ihmaline…
Sen çocukluğumun, sen gençliğimin mis gibi peteği, neler katmışlar balına… Ağlıyorum haline, bilirsin aşığım çiçeğine, gülüne, çalına…
Dermanın dündedir gönül, bin mazinin salına…
Git çocukluğunun Kâhta’sına, salına salına…
Ömrünün film şeridini sar, gel başa…
Berber sefer boş oturuyor, saçların da uzamış, gir içeri başlasın tıraşa…
Birecikli Salih’in önünde güneşleniyor Mejo, kurban olsunlar şu göze, kaşa…
Benim için sensin en büyük ağa, en büyük paşa…
Hele bakın deli Rıza’ya…
Üzerinde yelek, yeleğin üzerinde flütler, düdükler ve bir sürü araç-gereç, astronot olmuş gidecek uzaya…
Hasse Büke yılları vurmuş eleğe…
Toplamış insanları yine çarkıfeleğe…
Loro loro çeker hem şeytana, hem de meleğe…
Günahı benim boynuma olsun, bir gün olsun sövmez iyiye, bütün kötü sözleri gider kalbi çürüğe…
İnce, uzun boyu, gül gibi yüzü ile o sakin Emine Gose’nin, yine basmışlar damarına…
Gelenin, gönderenin kalay katıyor katranına…
Bayılıyorlar bu haline, küfürlü stranına…
Kâhta’ya gelmiş yerleşmiş Kadir Emmi, terk etmiş Adıyaman’ı…
Emaye bakraçta tütüyor yine pişmiş nohudun dumanı…
Kuşluk vaktidir en iyi satış zamanı…
İki bardak nohut doldur kâğıt külaha, at kimyonu, tuzu Kadir Emmi, mide çalsın kemanı…
Hüseyin Bakır’ın dükkânı…
Bol paralılar mekânı…
Tanıdın mı o dükkândan çıkanı?
Osi Dikko’dur, deliler başbakanı…
Yine yıkanmış Çetinkaya’nın oteli…
Hem akıllı müşteri gelir, hem deli…
Kırığo arada çömelmiş, elinde çift sigara kâğıdı, esrar sarıyor besbelli…
Kalabalık yine Hasse Nur Kadiye’nin fırını…
İki hafta çıraktım burada üç kuruşa, bilirim sırrını…
Bakkal Osman…
Oğlun ne paralar çalardı kasadan, bilsen edersin duman…
İşte en iyi şalvar ustası…
Yine eline almış makası…
Bu köşede iyi bakkaldır Mustafa…
İşte Kâhta’nın en ilginç tabelası…
Mecbur ettiler tabelayı, daha yazılmadı bundan alası…
Buradan gelip geçen öğrencilerin neşesi…
“Her nevi sebze evi-Ali Danış.”
Bağıra bağıra okumaktır çocukların hevesi…
Sanki sınıfın yazı tahtası…
Geliyor yakışıklı İsmet Orakçı ağabeyimiz…
Arkasında gelen Nevzat Binzet’tir, hem eczacımız, hem de tabibimiz…
Osman Topçu ile Abdullah Ak da göründüler karşıdan…
Bütün dolu şişeleri kaldırın çarşıdan…
İkisini de sever, sayarım, çok iyiler badem gözlüyüm diyen şaşıdan…
Dillerde bu günlerde uzun sakallı, kuyucu Bedir amca’nın hikâyesi…
Kırıp geçiriyor kendinden dinleyen herkesi…
Yetmiş yaşında yakıp kavuruyor Bedir amcayı evlenme hevesi…
Yalvarır yakarır oğlu, boşa gider tüm çabası…
İnadı inattır, evde gelsin istiyor bir kadın sesi…
Bundan sonra başlar oğlu ile arkadaşlarının hilesi…
Bedir amcaya verirler kadın bulduk müjdesi…
Görülmeye değer Bedir amcanın neşesi…
Arkadaşı İmam’a giydirirler kadın elbisesi…
İmam yatar Bedir amcanın yatağında, başlar gerdek gecesi…
Bedir amca yatağa girince çıkmaz olur kapının arkasına kulaklarını dayayanların nefesi…
Duyulur neredeyse Bedir amcanın kalbinin sesi…
Sarılır İmam’a hüsrandır ötesi…
Bir kuruşa bile değil küfrün bin tanesi…
Fırlar İmam yataktan, koşar sokakta, üzerinde kadın elbisesi…
Yatak odasında kalmış çarşafı, ayakkabısı, yazması…
Bedir amcanın elinde balta sapı kalınlığında değnek, üzerinde don gömlek, sokakta duyulur narası…
Bu Ali Babaların Sokağı…
Nazif ile Ramazan, Mıçı Tüme, abisi Mehmet doldurmuşlar dam üstünde çardağı…
Hamza Uluçay geliyor, bari kâğıda sardırsaydı elindeki bardağı…
Çavdar bu köşede, evinin önünde oturmuş çoluk çocuğu ile ne güzel sohbet ediyor…
Ahmet Selçuk nereye gidiyor?
Abdullah Köroğlu bu kadar adamla sokağa başka bir hava katıyor…
Bir garip kişi bu Zincirli Hoca…
Bir başka tütüyor bu evde baca…
Osman Uçan bu şişman…
Boğazı işkembesine düşman…
Zor gidiyor, yürüdüğüne pişman…
Hüdaverdi ile Osman Kardeş…
Öyle yavaş yürüyorlar ki sanki incinecek bastıkları toprak taş…
Davulcu Nazif, boynuna davulu takmış düğün var gene…
Sokak ne kadar kalabalık, şimdi de geliyor Hacı Üzeyir…
Cahiller bu adamın arkasında kusuyorlar zehir…
Bu da Terzi Ayhan, insanların hası…
Masasında çiğ köfte, elinde ayran tası…
Öğretmen Mehmet Şahin’dir bu takım elbiseli yakışıklı adam…
Hem de adam gibi adam…
Seni çok severler annemle babam…
İşte göründü belediye…
Sokakta, meydanda ne oluyor bu kediye?
Ağzındaki ciğer kimden hediye?
Bu hediye, ne diye?
Ağabeyim Mehmet Cantekin geliyor, başında ortaokul şapkası…
Hayırsever babamın yiğit markası…
Yanındaki Abdulkadir Aydın ağabey, Mustafa’yı Keje harikası…
Belediye, babama bu eziyet niye…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.