- 654 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ben ve Hekim İbni Sina (1)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İbni Sina Hastanesi’nin dördüncü katında uzun koridoru yürümekteyim. Bir yandan ağrıyan iki bileğimi ovuyorum, öte yandan kafamdaki düşüncelerimle çelişkideyim. Ne bileğimdeki ağrı sakinleşiyor, ne de beynime iğne gibi batan düşünceler:
“Ne yapmalıyım? Her yerimin ağrısıyla baş başa kalabilirim, ama ellerimin ağrısı beni mahvedecektir.
Bir müzisiyen için çalamamak ölüm demektir.”
Bileklerimi ovuşturmaktayım. Başım da ağrıdan zonklanıyor. Aklımdan bir fincan taze demlenmiş çay geçiyor.
“Kesin otobüste terli başıma serin rüzgar esti. Hayır! Otobüste rüzgar falan yoktu. Şu lanet olası baş ağrım, açlıktan ve çaysızlığımdan olmalı.”
Koridorun sonunda geniş bir mekan var. Etrafa bir göz atıyorum. Ortada danışmanlık, içeride orta yaşlı bir kadın gözüküyor.
Hastalar ve refakatlarındakiler sağa ve sola gidiyorlar.
Gözlüklü yaşlı amca bir elinde hastanenin verdiği idrar bardağını tutmuş, öbür elini de bir kadının eline vermiş, geniş alanda sağa doğru ilerliyor. O ikisinin peşinden gidiyorum. İdrar bölümündeki görevli, gelenlerden aç veya tok oldukarını soruyor, sonra tuvaletin yolunu gösteriyor.
Aklımdaki çay fincanını elimde tutuyorum, soğumasını bekliyorum.
“Boş ver ya. Ölüm değil ki. Sanki çalmazsam ne olacak. Kime yararı var ki. Evet, kimseye faydası yok. Ama ya kendime. Bırakmak zorunda kalırsam, o zaman ne yapacağım. Hayatta bir görevim olmalı. Şu dünyada bir şeyler yapmalıyım, yoksa ben...”
Kan, idrar ve tükürük tahlili için aç gelmeliydim. Tuvaletten çıkan herkesin elindeki idrar dolu bardakları görünce, ne o aklımdan geçen çayı içmek istedim, ne de çaydan sonra sigaramı.
Takip ettiğim yaşlı amca benden önce girmişti. Ben de yan tuvalete girip, elimdeki bardağı doldurmaya başlıyorum. Dışarıdaki kadının yüksek sesini duyuyorum.
“Baba! Sen ne yaptın? Kakanı mı yaptın? Doktor idrar demişti. Neden dikkatlice dinlemedin?“
Yaşlı amcanın sesi çıkmıyor. Ya utandığından konuşmuyor, ya da sinirinden. Eskiden bu durumlarda çok gülerdim.
Başım hala ağrıyor. Hemen hastanede işimin bitmesini istiyorum. Biliyorum ki bir şeyler yiyip, çay sigara içersem, baş ağrım kesilir.
Yaşlı amcanın yanındaki kadın, idrar bölümünden yeni bir bardak alıp, babasının içine kakasını yaptığı eski bardaktan kopardığı etiketi yenisinin üzerine yapıştırıyor. Ben de yarısına kadar doldurduğum bardağı görevliye verip, oradan ayrılıyorum.
“ Eveeet! Kan örneğini verdim, idrarı da hallettim. Geriye sadece tükürük kaldı“
Tekrar geniş alana dönüyorum. Danışmanlıkta oturan kadından, romatoloji kliniğinin nerede olduğunu öğrenip ‘ C ‘ bloğa doğru gidiyorum.
Başım beni öldürecek kadar ağrıyor.
Büyük giriş kapının üstündeki ‘ C Blok, Romatoloji kliniği ‘ yazısını görünce içeri giriyorum.
- Pardon. Tükürük tahlilim için doktor beni buraya yönlendirdi.
Sekreterlikteki bayan söylediklerimi dinliyor. Elimde tuttuğum kağıdı ona uzatmak istediğimi anlıyor.
- Tamam, ver bakayım o kağıda.
Doktorlar odasını gösterip, oraya gitmemi istiyor.
Odaya doğru gidiyorum. Giriş kapsının sol tarafında, duvara asılı siyah beyaz bir fotoğraf dikkatimi
Çekiyor.
Arap alfabesiyle fotoğrafın köşesinde şu yazıyor:
انقره: دباغ خانه کوپریسی Engere, debbağhane köprisi
Baş ağrım, bilek sancılarım ve kafamdaki rahatsız edici düşüncelerim...
Siyah beyaz fotoğraf içimde çok değişik duyguları uyandırmaya başlıyor.
Sekiz-dokuz yılı aşkın bir süredir buradayım, ama halen yerleşememişim. Nedense kendimi şimdiye kadar Ankara’da evinden uzakta bir yabancı gibi hissetmişim. Gerçi döğrusunu söylemek gerekirse, Tebriz’de de yabancı gibi yaşadım. Ama şu fotoğrafın bana hissettirdikleri çok yakındı.
Sanki geçmişe dönmüşüm, Şeşgilan Caddesi’nin başından Karı Köprüsü’nü izliyorum.
Sanki Dutluk Tepesi’nden aşağı inimişim ve Bağmeşe Köprüsü’nden Selap Pazarçası’na gitmek istiyorum.
Ah, şu fotoğraf bana ne kadar da yakındı. İçimde karışık bir duyguyu uyandırıyor, biraz özlem ve biraz da sevinç. Zamandan ve mekandan ayırıp, bir başka boyuta taşıyor.
Kendi kendime düşünüyorum:
“ Keşke olsaydı da, o siyah beyaz günlerimiz geri dönseydi. İnsanları bir birlerinden çeşitli boyaların uzaklaştırmadığı o günler. Uzun köprüleri ve uzak mesafeleri kısaltan o siyah beyaz günler.”
Başımın içinden bir sancı dalgası gelip geçiyor.
“ E ne olmuş. Bunca yıl çalıp atom mı parçalmışım? Ölüm değil ki, oturup ömrümün sonuna kadar yazarım. O olmasın bu olsun. Buna da bilek parmak ağrısı engel olamaz ki.”
Odadan genç bir erkek doktor beni görünce dışarı çıkıyor. Kesin hala öğrenci olmalı, yoksa benim dışarıda beklememi önemsemezdi ve odaya girip girmeme arasında kararsız kalan düşüncelerimi sezmezdi. Kağıdı ona da gösteriyorum.
Koridorun sonundaki sağ odaya gidip, orada beklememi istiyor.
Karı köprüsünün üstüne çıkıyorum. Saman meydanına gitmek için köprüde yürümeye başlıyorum. Bir yandan aşağıdaki akıp giden kirli suya bakıyorum, bir yandan koridorun sonuna. Sanki bu su Tebriz’in bütün pisliklerini kendi içinde taşıyor. Akıyor ve akıyor tarih hastanesinden Tebriz’e verilen idrar bardağını doldursun. Hiç kimsenin bağırıp çağırmasından utanmıyor. Kentin bütün hastalıklarını giriş kapısından silip süpürüp son odadaki Acı Irmağı’na dolduruyor. Rahat ve sakin, dinlemeden söylemeden, hem idrarını götürüyor hem de kakasını.
Muhammed Ahmedizade
Tebriz: İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinin başkenti
Şeşgilan caddesi, Karı Köprüsü, Dutluk Tepesi, Selap Pazarçası ve Saman Meydanı: Tebriz’de bulunan tarihi yerler
Acı Irmak: Doğu Azerbaycan’ın uzun ve tanınmış ırmaklarından
Ben ve Hekim İbni Sina (1) Yazısına Yorum Yap
"Ben ve Hekim İbni Sina (1)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
17 Ekim 2015 Cumartesi 14:51:20
Türkiyenin en büyük, ve Ankaranın da önemli hastanelerinden olan İbni Sina Hastanesinde her gün yüzlerce insan şifa aramak için gelip geçerken, aklından nelerin geçebileceği konusunda çok değerli, güzel anlatımlı bir yazı olmuş.
muhammed1347
@muhammed1347
Her gün sokakta, otobüste veya iş yerinde yüzlerce insan yanımızdan geçip gidiyor. Ama malesef hayat herkesi kendi içine kapatmış, birbirimizin varlığından habersiz bırakıp. Yazıma değer verdiğiniz için teşekkür ederim