- 698 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PAŞA AMCA ve DİĞERLERİ
“Otobüsler geçerdi
Köyün ortasındaki yoldan
Elinde tahta bavulla bir asker inerdi
Hemen koşardık babasının evine
O askerin
Bağırırdık bir ağızdan
‘Oğlun geldi Mehmet emmi
Müjde isteriz
Müjdemizi isteriz’
Otobüsler geçerdi
Köyün ortasındaki yoldan
Bağırırdık biz çocuklar
Yalın ayak, baş kabak
‘Bir gazete atın amcalar
Bir gazete’
Haber almak isterdik memleketten
Uzak diyarlardan
Bazen bir gazete savrulurdu açılan camdan
Bazen de geçer giderdi otobüs
Yolcularından biri bile
Dönüp bakmadan”
………………………………………
Kırlangıç Dağı’nın yakınında düzlüğe kurulmuş küçücük köyüm. Tam ortasından Ankara-Kayseri asfaltı geçer. Yaz günleri harman zamanının dışında boş olan köylülerim ya asfalta yakın yol kenarı boşluğunda ya da güneşli bir duvar dibinde bir araya gelirler; söz sohbet gırla gider, şakalaşıp hoşça vakit geçirirler.
O gün de cami avlusunun duvarı dibinde sohbet koyuydu. Biz Ankara’da kalıyorduk; ama bozkırdaki köyüm hep burnumda tütüyordu. Bir bahaneyle yine köye gelmiştim. Pek severdim kasketli amcalarımızın duvar dibi sohbetlerini. Tabakalardaki tütünler sarılıp Bafra, Birinci sigaralarının dumanıyla göğe savrulurken “Vali” lakabıyla anılan Mehmet amca:
-Uşaklar duydunuz mu bizim Paşa izine gelmiş. Bir de televizyon getirmiş Fransa’dan.
Biraz ilerde oturan, köylülerimizin “Reis” diye ad taktığı, adını bugün bile bilemediğim, şapkası yana kaykılmış amca da:
-O zaman akşama Paşa’nın evindeyiz. Hem ucu güllü “Alamancı cıgarası” içer hem de televizyona bakarız. Bu lanet “Birinci”yi içmekten imanımız gevredi. Üstelik çocuklardan duydum, bugün televizyonda “Ceyar” varmış. Ağanın kolumu tutulur, bizim Paşa belki çikolata neyim de ikram eder.”
……………………………………………..
Köylük yerleri çoğunuz bilirsiniz. Her yetişkin insanın bir lakabı vardır. Kiminin sülalesine kiminin de bazı huylarından ya da görünüşünden dolayı kendisine verilir bu lakaplar. Bizim köyde de hangi birini sayayım. Neredeyse herkese bir ad takılmış; ama üç kişi var ki bunlar kişilikleriyle de çok ilginç insanlardı. Kim mi bunlar? “Vali, Reis ve Paşa” amcalar.
“Vali” namıyla adlandırılan Mehmet amca, hayatını anlatmaya bir başladı mı ipin ucunu kaçırır, olayların ucunu sonunu karıştırır; anlattıklarının bir türlü sonu gelmezdi. Onunla aynı mecliste bulunan köylüler “Vali, şimdi anlatmaya başlarsa yandık!” derler, bir bahaneyle oradan kaçıp uzaklaşmak isterlerdi.
“Reis” amca ise pek çok avcı gibi o da avcılık palavraları ile nam salmıştı; ama avdan gelirken onun elinde tüfekten başka bir şey gören olmamıştı. Anlatırken mangalda kül bırakmazdı; ama avdan eli dolu geldiği de hiç olmamıştı.
“Paşa” amcaya gelince, onun da gerçek adı var mıydı, yoksa gerçekten adı mı “Paşa”ydı bilmiyorum. Her zaman heyecanlı, meraklı, gözlerini kocaman açarak konuşan biriydi. Fransa’da işçi olarak çalışıyordu . O zaman yurt dışında çalışan herkes “Alamancı” diye anıldığı için orta yaşlı bu akrabamız da gurbetin kahrını çeken bir “Alamancı”ydı. Siyah beyaz televizyon köydeki birkaç gurbetçi de vardı. İzine gelirken bir de o getirmişti demek ki…Öyle samimi bir insandı ki yolda rastladığı kişinin koluna girer, sözüyle, sohbetiyle sevgisini esirgemezdi.
“Bu akşam ben de gitmeliyim Paşa dayının evine.” dedim. Biz, Ankara’da olduğumuz için televizyonumuz vardı, “Dallas” dizisini de hiç kaçırmamıştım. Üstelik Paşa amcayla akrabaydık. Babam onun dayısı oluyordu. “Ceyar” yine ne dalavereler çevirecekti? Lusi’ye de bayılıyordum hani… Hele bir akşam olsun.
………………………………………..
Akşam, Paşa amcanın evindeydim. Benden başka evde yalnız ev ahalisi vardı. Kapıdan içeri girince gittim elini öptüm. “Vay, dayımın oğlu! Sen de mi buradasın, gel öpeyim seni!” diyerek her zamanki samimiyetiyle sarıldı bana. İyi ki “ucu güllü cıgara” sayıklayan Reis amca ile konuşunca susmayan Vali dayı yoktu. Televizyonu rahat seyredecektik. Paşa amca, “Dayım nasıl?” diye babamı sordu. Saat sekize gelirken kimimiz somyada, kimimiz yer minderlerinin üstünde kurulduk televizyonun karşısına.
…………………………………………
Öyle dalmışız ki siyah beyaz ekrana… Birden “Tak! Tak! Tak!” sesiyle irkildik. Kapı vuruluyor. Hemen koştu Paşa amcanın kızı. Paşa amcanın da bizim de gözümüz televizyonda kulağımız kapıda.
-Buyur Mehmet emmi! Hoş geldin!
-Hoş gördük, baban gelmiş gözünüz aydın.
-Sağ ol emmi.
Konuşmaları duyunca yüzü asıldı Paşa amcanın. “Eyvah!” dedi, Vali dayı geliyor. Bu bize televizyon seyrettirmez, oturunca da kalkmayı bilmez.”
Vali dayı, odanın kapısında görününce somyanın üstünde birden kalktı Paşa amca:
-Ooo, buyur Vali dayı! Hoş geldin sefalar getirdin.
-Hoş gördük Paşa, sen de hoş geldin. Gündüz duydum geldiğini. Ne var ne yok gavur ellerinde?
-Ne olsun, iyilik güzellik, çalışıyoruz işte bu yaştan sonra. Ekmek derdi…
Çok uzatmadı Paşa amca. Bekledi ki Vali dayı sussun da çoluk çocuk ev halkının hevesi kursağında kalmasın, televizyonu seyretsinler. Durur mu Vali dayı, bana bakarak:
-Bu kimin nesi Paşa?
-Dayımın oğlu Ali.
-Ha bildim, Hacı Mehmet’in Hakkı’nın oğlu. Nasılsın yeğenim, baban nasıl? Ankara’da kalıyorsunuz siz değil mi?
-Evet amca, ben köyü özledim de geldim.
Vali dayıyı susturmak ne mümkün. Bir başladı “Aklıma geldi, bir gün askerden teskereyi aldım, eve geliyorum…” diye. İkide bir “Dinliyor musun Paşa, sözü fazla uzatmayayım..” diyor; ama söz hiç bitmiyordu, saat gecenin ikisi olmuştu. Bir ara “Dur ulan Kör Mevlüt, beni tanımadın mı?” diye öyle bağırdı ki uyuklayan, saygıdan dolayı sesi çıkmayan ev halkı ayağa fırladı. Meğer askerden gelirken eşkıya onun yolunu çevirmiş, onu anlatıyormuş.
Sonunda “Lafı fazla uzatmayayım.” Sözüne uydu. Hayat hikâyeleri bitti. Ev halkının neredeyse hepsi uyuklarken:
-Paşa, yarın uşaklar pancar çekecek, şu vagoneti verebilir misin?
Paşa amcanın uykulu gözleri parladı birden:
-Ne demek Mehmet emmi, bir vagonetin sözü mü olur, hemen şimdi al götür.
Dışarı çıktılar gecenin o vakti. Vali dayı vagoneti traktörün arkasına taktı götürdü. Nefes nefese içeri giren Paşa amca:
-Verilmiş sadakamız varmış uşaklar. Vali dayı bir de “Maraş”a girseydi yandıydık. Haydi herkese Allah rahatlık versin.
………………………………………………………….
Ne iyi adamdın sen Paşa amca. Paşa amcamla ilgili şu olayı da anlatmadan geçemeyeceğim:
Paşa amca, Fransa’ya gitmeden önce harman yerinde buğday çecinin yanında yatıyormuş. Yanında karısı da var. Gece derin uykuya dalmışlar yorgunluktan. At arabasının salında yatıyorlar. Onlar uyurken benim amcalar sessizce yaklaşıp arabayı küçük gölün sığ yerine çekmişler. Sabah, Paşa amcadan önce uyanan karısı, “ Vıy, Paşa kalk hele kalk! Gözün kör olmasın, çeci su basmış!” diye basmış bağırtıyı.
Paşa amca, bu olayı her anlattığında sözü de “Ula Kemalettin, Allah seni bildiği gibi yapsın!” diye bitirirdi . Onun dişlerini sıkıp gözlerini patlatarak anlatışı hiç aklımdan çıkmaz, beni hep gülümsetir.
………………………………………………………….
Çook uzak bir ülkede
Yeni hayatımı yaşarken
Ben
Küçücük köyümü özlerim
Vali, Reis, Paşa amcalarım gelir aklıma
Ve daha başkaları
Hemen uzanırım sazıma
Onlar için
Anlattıklarımı yazan öğretmenim için
Dilimden dökülür
Özlem türkülerim
……………………………………………………………
Numan Kurt
3 Ekim 2015- Ankara
YORUMLAR
BU GÜZEL YAZIYI OKUYANLARA NOT:
Bu güzel insan,duru, yüreği bol, sevgi insanı benim küçük kızımın edebiyat öğretmenidir.
Kendisini hiç görmedim. Ama o benim en iyi dostlarımdan birisidir.
Kendisine sonsuz saygı, sevgi duyuyorum.
Kendisini burada tanımış olmanın mutluluğunu yaşıyorum
Sayın Hocam!
Beni aldın eskilere götürdün.
Dostluğun, insanlığın, yardımlaşmanın en önde olduğu köyüme götürdün.
Sağ ol, var ol...
Sonsuz hürmetlerimle....
Numan Kurt
"SİZİ BİR YERDEN TANIYORUM..." başlıklı yazımda bu sanal ortamda iletişim kurduğum bir arkadaşla tanışma öykümüzü anlatmıştım. Bir gün Ankara'ya yolunuz düşerse bizim de bir tanışma öykümüz olur. Gerçi "ŞU FACEBOOK DEDİKLERİ" adlı yazımda sizden söz etmiştim; ama bir yerlerde oturup sohbet etmeyi de çok isterim.
Samimi yorumunuz için teşekkür ederim. Ankara'ya geldiğiniz zaman bir mesaj yazmanız yeter.
Selamlar.