ŞAKŞAKÇILIK-SAĞUCULUK...
Bu iki "oryantal kültür" öğesi geçmişte zamanla meslek hâline gelmiş olup, eski Türk, Acem, Arap, Hindu, ... medeniyetlerinin ortak paydada buluştuğu ve günümüzde zuhur eden sosyopolitik uygulamalara ara sıra çeşni katmayı sürdürmektedir...
“Bir elinde cımbız, bir elinde ayna; umurunda mı dünya?” ruhuyla sırf boy göstermek isteyen ve özentili, “Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa; ağlama değmez hayat bu göz yaşlarına...” limanına sığınarak âcizliklerini gizlemeye çalışan, “Vur patlasın, çal oynasın...” misali yaşamak isteyen ve her halükârda şakşakçılığa dünden (!) hazır olanlar yazdıklarımdan münezzehtir...
"ŞAKŞAKÇILIK..."
Sözle ve davranışla sergilenen gösteriye Arapça’da “tezahürat” denir... Bir karşılamada, uğurlamada, toplantıda, mitingde, maçta, defilede, şov programlarında, ... tezahürat yapılır... Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için normalde el çırparız, yani alkışlarız. Bu, bir nevi beğeni, takdir duygusunu gösterme biçimidir... Bazen topluca ve yüksek sesle “yaşa”, “var ol”, ... gibi sözler de sarf ederek coşkumuzu gösteririz...
Padişahı alkışlamakla görevli kimseye “alkış ağası” denir... Bu meslek erbabının sarayda özel yeri ve büyük önemi vardır. Padişah her hapşırdığında başta alkış ağası ve maiyetindekiler hep bir ağızdan üç defa “Padişahım, çok yaşa!”, ... şeklinde alkış tutarlar. Elbet bunda kelleyi yitirme korkusu başlıca etken olup, “Ne kadar coşku, o kadar para...” hesabı ağır basar...
"SAĞUCULUK..."
Diğer bir deyişle “ağıtçılık”, menşei edebiyatta ağıt, yani ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını veya büyük felâketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye, ... ile alâkalıdır.
Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimseye “ağıtçı”, yani sağucu denir... Ölenin itibarı, cenaze törenindeki ağıtçı sayısı (!) ile doğru orantılıdır... Yapay ya da zoraki de olsa, mutlaka ağlaması gerekir. Elbet bunda aldığı veya alacağı paranın miktarı büyük rol oynar; kısaca, “Ne kadar para, o kadar ağıt...” derler.
"ŞAKŞAKÇILIK VE SAĞUCULUK..."
Her ikisinin de ne denli doğal ve ne kadar yapay gösteri olduğunu kolayca algılamak, biraz ilgi ve dikkatle gözlemlediğimiz zaman, mümkündür... Yapay, uzaktan kumandalı, zorlamalı tezahürat, gösteri ve tepkileri tefrik etmek için öyle fazla zeki olmak asla gerekmez...
Bir sunucu, yönetici, şovmen, cambaz, hatta politikacı özgün imajıyla birlikte kitle psikolojisini kurnazca kullanabildiği oranda amacına ulaşır... Teknik ve teknolojik alt yapının yanı sıra kullanılan ifadeler, jestler, mimikler, ses tonu, makyaj, kostüm, dekor, ... son derece önem arz eder...
Eğlenmek, eğlendirmek amaçlı da olsa, her programın, sunu ve uygulamanın mutlaka düzeyli, beyinleri ışıtıcı ve yürekleri ısıtıcı nitelikleri haiz olması elzemdir. Özde toplumun ahlakî ve etik değer hükümlerini yok saymadan; insanı, aileyi ve toplumu rencide etmeden; yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere harfiyen riayet ederek sunulması son derece önemlidir.
Şaka yollu sözde sinkaf (!) edebiyatı ile açık saçık söylemler; özü bozuk jest, mimik ve hareketler; şiddete ve teröre özendirici sahneler; makyaj, kostüm, konuşma ve davranış biçimleriyle karşı cins gibi olmaya heveslendiren imajlar; düzeysizlik boyutunda şaklabanlıklar; öznesi-nesnesi yitik ve sanatsal estetikten yoksun lâfazanlıklar; görüntü ve ses kirliliği hâlinde trajikomik bağırtılar, çağırtılar ve edepsizce üslûplar ve sunular...
Biz Türkler etik, millî ve ahlakî değerler hususunda son derece duyarlı bir milletiz... İnsanımız eğlenirken de kültür bazında bir şeyler almak ister; bunu istemek de en tabiî hakkı olsa gerek! İnsanımızı yukarıda özetlemeye çalıştığım olumsuzluklarla muhatap kılmayalım... Zamanımızın, enerjimizin, paramızın, nezih duygularımızın, umutlarımızın, hayâllerimizin, ... kötüye kullanılmasına "devletçe ve milletçe" asla izin vermeyiz...
Kasâvet değil, inşirâh ile dolsun yüreklerimiz;
Zira muhkemdir özümüz, hem de pür-neş’e ve temiz...
Saygılarımla.
YORUMLAR
Kıyamete kadar baki olacaktır kanımca bu süfli davranışlar.
Devası tatbik edilmedikçe çünkü bu iki illet-i galiza o kadar necis ve şedit bir illettir ki,devası dahi devam ile tatbik edilmedikten sonra naçar iflah olmaz vesselam.Nice şuara ve mütefekkir dahi bu iki hasletten müşteki olmuşlar bunları yazıları ve şiirlerinde her daim dile getirmişlerdir.
Yüreğinize sağlık,düşünceli ve manidar bir yazıydı.