6
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1023
Okunma

Fotoğrafçılığa kıyısından köşesinden bulaştığım dönemlerde konuyu bilenler tarafından uyarıldığımı hatırlıyorum:
‘’Yaşlılardan ve çocuklardan uzak dur. Bunlar fotoğrafın bel altıdır. Çektiğin kareye hakettiğinden fazla anlam yüklerler.’’
Uyarı dikkate almak ya da almamak gibi bir lüksüm olamadı; fotoğrafçılığın maliyeti kaldırabileceğim sınırların ötesine geçince makinemi de bir kenara bıraktım.
Bugün ise o uyarının neye dayandığını görebiliyorum. Boğulup karaya vurmuş bir çocuk resmi haber sitelerinin en tepesinde... İlk defa mı bir ölünün fotoğrafını görüyorduk? Tabii ki hayır. Her gün çeşitli felaketlere ya da insan eli cinayetlere maruz kalanların resimlerine rastgeliyoruz. Hatta dikkatli gözler için aynı sayfada başka ölüler de var. Ama bu resmin bir farklılığı var: Sadece benim için değil, herkes için.
Peki o kare hakettiğinden fazla mı anlam taşıyordu? Sonuçta bir araya gelmemesi gereken iki kavram, çocuk ve ölüm, karşımızdaydı. Görünen o ki taşıması gereken anlamı uzun süredir ilk defa o kare yüklenmişti. Diğer ölüm fotoğraflarını kanıksarken sonra içimizdeki kırılmaya o resim yol açmıştı. İlk defa ölüm hakettiği tepkiyi alıyordu.
Resme bakıyorum.
Aylan sahilde aynı benim kızımın uzandığı gibi uzanıyor. Benim kızımınki gibi kısa saçları var. Ayakları, elleri onunkiler gibi küçük. O resimdeki çocuk benim kızım da olabilirdi; resme bakıp ‘’O değil’’ diyemezdim. Eve gidip gözlerimle görmem gerekti kızımın boğulmayıp sağlıkla nefes aldığını görmem için.
Evet, kişisel olarak ben biraz fazladan anlam yükleyip kızımın resmine baktığımı düşünmüştüm. Ama belki de ‘’fazladan’’ değildi. Belki de orada yatan kızımdı.
Bir gün öleceğim. Kızım da ölecek. Hangimiz diğerinden uzun yaşarsa yaşasın, ölenin resmine sahip olmayacak. Ama gel gör ki kader o resmi bugünden bana yolladı.