- 512 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-GÜNCEL SORUNLAR KARŞISINDA AKLISELİMİN ÖNEMİ-
-2013-
Ünlü bir yazar kendisine sunulmuş roman taslağını okuduktan sonra genç yazar adayına şu sözü söyler: Eserinizde yeni ve doğru olan birçok fikre rastladım, ancak müşkül şudur ki; fikirlerinizden doğru olanlar yeni değil, yeni olanlar ise doğru değil.
Sayın Başbakanımızın(*) Diyarbakır’da halkımıza hitaben yaptığı konuşma ben de böyle bir izlenim bırakmaktadır. Her şeyden önce başbakanın bundan böyle ülkemizde barış, kardeşlik, özgürlük, hoşgörü ögeleri hâkim olacaktır ve eskiye dönüş olmayacaktır yönündeki sözlerini ve söyleyişini bu kavramları benimsemekle birlikte yadırgıyorum. Çünkü toplumumuzda çağlara dayanan kavramları terennüm etmektedir. Ancak özgün bir söylem havası estirmektedir. İnanıyorumki bu sözlerin ve söyleyişin ters geldiği hemen her insan özünde taşıdığı değerleri kabul etmekle beraber Türkiye tarihinde sanki keskin bir viraj misali sunulmasından rahatsızlık duymuş olmalıdır.
Bunu söylerken ülkemizde hangi etnik kökene ve değerlere sahip olursa olsun insanlara ve toplum kesimlerine hoşgörü duyulmasının önünde bazı engeller olmadığını söylemiyorum. Sözgelimi bir dönem Yargıtay başkanı Sami Selçuk’un Yargıtayın açılışı vesilesiyle Yunus Emre, Aşık Veysel ve Nazım Hikmet’ten dizelerle bezediği bir konuşma yaptığını ve hoşgörü, barış, sevgi, özgürlük kavramlarına değindiğini anımsayanlarımız olacaktır. Oysa bu yaklaşımıyla bazı tepkiler aldığı da akla gelebilir. Açıkçası 28 Şubat sürecinin yaşandığı bir zaman dilimidir. Medya çevrelerinde Sami Selçuk’un sözleri dolayısıyla laikliğe olan inancının bile sorgulandığı aklıma geliyor. Ancak bu tip engellerin önemli ölçüde idari, politik ve medyatik ögeler teşkil ettiği inancındayım.
Şu kadar ki; ülkemizde etnik ya da düşünsel düzlemden ziyade, bölgesel motiflerle açıklanacak dengesizlik ve adaletsizliklerden söz edilebileceğini düşünürüm hep. Hani; doğu, batı, kuzey, güney ölçeğinde gelişmişlik farklarından hep söz edilebildiği gibi hususlardır. Açıktır ki; doğu ve güneydoğunun Türk ve Kürdünün bölgesel dengesizliklerden aynı ölçülerde etkilendikleri çünkü o ortamı soludukları, bunun yanı sıra batı bölgelerinin insanları ve toplum kesimlerininde hangi etnik kökene sahip olursa olsun avantaj sağladıkları kanaatim hiç değişmemektedir. Nihayet ülkemizde Kürt vatandaşlarımız iş ve siyaset dünyasında her daim yükselebilmişlerdir. Kürt kökenli başbakanlarımız, cumhurbaşkanlarımız görülmüştür ki bu çok doğaldır da.
Demek ki; devlet ve anayasal yapılanmamız bu noktalarda bir engel teşkil etmiyor. Gerek toplum, gerekse hukuk ve devlet parametrelerimizin bazı münferit durumlar dışında yani öne sürüldüğü ölçülerde ırkçı bir bakış getirdiğini, gözettiğini düşünmüyorum. Anayasamız öteden beri ırk değil vatandaşlık çerçevesinde meselelere yaklaşmaktadır. Bir Türk vatandaşlığı kavramı gözetilir ki; kesinlikle ırki bir düzenleme olmayıp bir üst kimlik tanımı getirmiş bulunmaktadır. Kaldı ki; başbakan ve hükümet yetkilileri yeni reformlar yapıyor ve yapacaklarsa geçmiş devirlerin toplumsal, siyasal, kültürel birikimine parantez açmaları gerekmez mi? Bizden önce hemen hiçbir şey yapılmadı, bir dikili ağaç neredeyse yoktu üslubu hem hükümet hemi de kimi medya çevrelerinin diline pelesenk olmuş bulunmaktadır.
Çok daha anlaşılır kılabilecek bir örneği de dillendirmek isterim. Biz de 1839 Tanzimat Fermanının içerdiği ilkeler neden toplum katmanları ve münevver çevreler arasında tepki uyandırmıştır bilir misiniz? Tek bir nedeni vardır. Batı dünyasından güç alarak, bizi bize pazarlamaya kalkışan bir içeriğe sahip olduğu için derim. Bilirsiniz Tanzimat Fermanı azınlık haklarını garantiye almaya kalkışır. Oysa bizde en müspet uygulamanın azınlık hakları olduğunu neredeyse tüm bir nevi beşer kabul etmez mi?
Ziya Gökalp’in çokta hak verdiğim bir söylemi vardır. Biz Türklerde medeni ahlak ne kadar gelişmişse vatani ahlak o ölçüde zayıftır. Oysa Avrupalılarda tam tersi vatani ahlak gelişmiş, buna mukabil medeni ahlak zayıf kalmıştır. Bizden birçok vatan haini çıktığı hal de Avrupalı vatanperver olup biz ne kadar yabancılara karşı hoşgörülü ve misafirperver isek batılılarda o ölçü de yabancı düşmanlığı ve ırkçılık filiz verebilmekte demek suretiyle hakikati dile getirir. Yine bin yıl önce Yusuf Has Hacib’in meşhur eseri “Kutadgu Bilig” hükümdarın ağzından tebaaya nasıl davranılacağını, tatbik edilmesi icap eden hoşgörü ve adalet ilkelerini dile getirmektedir. İktidar gaye değil Allah ve millet yolunda vasıta teşkil etmektedir. İşte bu yüzden devrinin büyük devletlerinin dayatmasıyla inşa edilen Tanzimat Fermanı müspet prensipler vaaz etmesine karşın sosyal psikolojimiz üzerinde öteden beri haklı bir basınç oluşturmaktadır. Bu durum tamamen; insan hakları kavramının hukuksal bir söylem olmaktan çıkıp uluslararası ilişkiler alanında devletlerin birbirleri üzerinde kurdukları nüfuz ve tahakküm sisteminin vasıtası olabilmesinden kaynaklanmaktadır.
Yine sayın başbakan Diyarbakır’da kardeşim Ahmet Kaya da keşke aramızda olsaydı şeklindeki sözleriyle duygu sömürüsü yapmıyorsa eğer, siyasi bir tavır takınmaktadır ki Ahmet Kaya öteden beri toplumumuzun geniş kesimlerinde müziğiyle kabul görmüş bir sanatçı değil midir? Hassas bir nokta üzerinden yapılan girizgâh sanatseverliği mi yoksa siyasi bir yaklaşımı mı akla getirmektedir? 1980’ler ve 1990’lar Türkiyesinde de birçok insanın Ahmet Kaya’dan ideolojik politik düzlemde kabul etmediklerini belirtmekle birlikte, iyi bir müzisyen ve yorumcu olduğundan söz ettiklerini hatırlarım.
Hiç şüphesiz toplumumuz sanata ve sanatçıya saygı duyar. Hatta geleneksel olarak kabul etmediği, etmeyeceği bazı hususlara bile kontenjan tanıdığını müteakip defalar göstermiştir. Bu durumu insanımızın sağcısıyla, solcusuyla, Türküyle, Kürdüyle, Alevi ve Sünnisiyle engin hoşgörüsüne bağlıyorum. İç ve dış siyasi ögelerin zorlamasıyla yaşanan dönemsel krizleri göz ardı etmiyorum elbet. Ancak sosyo-kültürel motiflere dayanmadığını ideolojik politik provakasyonlara bağlı olduğunu düşünüyorum. Yoksa toplumumuz misafirperver yapısıyla Şivan Perwer’e de kucak açabilecek civanmert bir gönle sahiptir. Ben Şivan Perwer’den de görüşleri ne olursa olsun sözde sanatçı bağlamında söz edilmesini doğru bulmuyorum. Düşünsenize bir İRA militanı müzisyenden İngiliz siyasi çevreleri ya da bir ETA sempatizanı hatta militanı şair veya edibden İspanyol politik çevreleri sözde sanatçı şeklinde bahsetse biz bu söyleme sahip mi çıkacağız?
Ancak bu olumlulukların kaotik bir ortam meydana getirilmemesi için; sosyo-kültürel tabii süreçler halinde yaşanması ya da toplumsal doğal dinamiklere bağlı olmaktan çıkmaması, meşhur değişle politize edilmemesi gerektiği o kadar açık ki.
-2013-
L.T.
(*) Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN
YORUMLAR
Özgürlük kimlikte değil beyinde başlar ve bu ülkenin Kimlik kavgasına değil aydınlık ve kararlı ve barışçıl ve kalıcı çözümlere acilen ihtiyacı var.Lütfen artık uyanalım kimse bu ülkeyi kimliğinden dolayı bölemez neden bu kadar korkuyoruz kürt bakan , kürt başbakan ,denince .şu geldiğimiz nokta da hala özgürce kürt yaza biliyorsak ki hatırlayın bunu bile telaffuz ederken bilmem kaçıcı yasa gereği göz altına alıyordu insanlar ...ben ne kürdüm' nede sempatisi falan .lakin herkesin özgür ce seçme ve seçilme hakkı olduğu gibi yönetme ve yönetilme hakkına sahip olduğunu düşünüyorum.bu kadar işkilenmeye hiç gerek yok ..kaldıki daha düne kadar orada burada ,zeytin dalı 'uzatan sayın büyüklerimiz ne oldu da şimdi .oynayamam yerim dar diyor..hepsi oyun bizde bu oyuna seyirci kalan bir kaç iyi vatandaşlarız..
saygılar..
levent taner
Katılımınız ve katkınız için teşekkürler
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket dilerim.
geniş bir konuyu ele almışsınız ve elbette birçok bakış açısı var ki, hemfikir olunamıyor. madem böyle bir yazı kaleme aldınız, çok sevmesem de bu konulara girmeyi, birkaç noktada sanırım bakış açısı da değil, biraz eksik bilgiler var. mesela çok kısaca tanzimat fermanı diyelim. avrupa ya özellikle ilk olarak fransa ya tanınan imtiyaz, yani ayrıcalıktır ki bunun devamı bugün ödenemeyen dış borçlar ve dış ülkelerin imtiyaz adı altında çok rahat bu topraklarda cirit atmaya başlamalarının tarihidir.
kürt bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olmuştur ama ne kadar kendi kimlikleriyle varolabilmişlerdir. örneğin kılıçdaroğlu has kürtlerdendir ama kendini türk olarak bilmekte ve öyle kabul etmektedir. diğerleri de öyleydi.
vatani ahlak mıdır gelişen, bunun adı altında başka birşey midir yapılan, zaten ayan beyan ortada ama keşke biraz medeni ahlak gelişebilseydi diyorum. bunu da empati-sempati olarak değerlendiriyorum. keşke ülkemin insanlarında biraz birbirinin varlığına, kimliğine, kültürüne tahammül etme gelişebilseydi, keşke bu anlamda daha empatili, kültürlü insanlar, vatandaşlar olabilseydik...
konu uzun hocam. belki hepsi oturulup tartışılacak konular. zaten bugünlerde de harıl harıl bir tartışma, hatta ateşli tartışmalar gündemde. sadece size destek olsun dedim. emek vermişsiniz. yazmışsınız. sağolun. saygılar.
levent taner
Güzel yüreğiniz, coşkunuz, heyecanınız, zekanız, kültürünüz, zerafetiniz her şeyiniz tastamam
Şiirlerinizden de yazılarınızdan da bu çok belli
En zıt düşünceler siz de narin durur, duruyor da
Hep şuna inanırım;
İnsanı insan yapan ideolojiden çok kişiliği, sosyal yapısı, samimiyeti, ahlakı, vs.
Hiçbir zaman bir yazarın, düşünce adamının, edebiyatçının benim düşünce ve söyleyişimde olmasını aramadım
Neden? Çünkü,o zaman beni tamamlamaz, beslemez
Benimle aynı düşünen beni yineler, biraz da pohpohlar, öteye geçmez
O yüzden en zıt düşünceleri beyan edin lütfen
Pırıl pırıl yüreğinizin, ışıl ışıl zekanızın ürünü sayarım
Nihayet, katılım ve katkınız için teşekkürler.