- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnanç Din İlişkisi
İnanç Din İlişkisi
Bir kişi din ve inancı birbirinden ayıramıyor ise ikisinin aynı şey olduğunu sanıyor ise bu konularda bu yazıdan alacağı bir şey yoktur!
İnanç nedir, din nedir?
İnanç, kişinin bilince erişmemiş kanaatidir! İnanç, bilince eriştiğinde “Bilinç” olur; inanç, bir aşama ileri taşınmış olur! İnancın gelişmesi halinde inanç ortadan tamamen kalkar ve yerine bilinç gelir. Bir arif zata atfedilir şu söz; “Perde açılsa imanım artmaz!” Yani inancımda olan her şey, bilince çevrildi; perdeli iken inançta olan ne var ise perde kalktığında her şey ayan olduğundaki haliyle bilincimde var! İnanç ve bilinç örtüştüğünde inancın yerini bilinç alacak! Arifin hedefi de budur! İnancın illa dine dair olması da gerekmez; her hangi bir konudaki inanç da bilinçli kanaate döndüğünde o konudaki inanç kalkar bilinç yerini alır! “İnanma, bil!” şeklinde özetlenebilir!
Din, inancın sistematiğidir! Soyut olan inancın somut olarak yansıtılmasıdır! “Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet” O halde, kişinin inancının sistematiği her kişiye göreceli olarak farklılık arz edebilir, etmeli! Herkesin inancını ifade etme pratiği farklı olabilir! Mesela; sevgilisine olan soyut aşkını yani inancını, somut ifade etmek için bazısı “Çiçek” alır, bazısı da çikolata! Tanrıya olan inancın da pratikte gösterilmesinin metotları tarihsel süreçte gelişti. İnancın pratiği olan dinler gelişti. Nasıl ki inanç geliştiğinde, yerini bilince bırakıyor! Dinler de yerini bir sonrakine terk ederek gelişmek durumunda kalıyor! Gelişen ve bilince dönüşen inançları karşılamak için dinde yenilenmeler kaçınılmaz olmuş! Bahsettiğim yenilenmeler yeni dinlerin ihdası yoksa “Reform” da yenilenmeye dair işletilmiş ama bu kapsama girmez!
Bu inanç din tamamlamasına dair ilk insana doğru tarihsel sürece bir göz atalım! İlk zamanlardan beri “Tanrı” inancı vardır! Bu inanca dair “Din” pratiği nasıl olmuş?
Hem inancın, hem de bu inancın pratiği olan dinin nasıl geliştiğine bakalım.
İlk zamanlar, “İlah” inancını karşılamak için somut bir araç olarak “İnsan İlahlar” çıkmış ve egemenliklerini devam ettirecek kuralları da “Din” kuralları şeklinde koymuş! Yani insanların “İlah” inancına bir şekilde pratik kazandırmışlar! “İnsan İlahlar” zaman içerisinde, insani vasıflarını ele verdikleri için bu iddiayı kanıksayan insanların “İlah” inancını temsil edemez konuma gelmiş; İnsanlar, ilahlarının ölmesi veya hastalanması veya bazı hırslara dair zaaflarını görmüşler! Bunu “Yarı insan, yarı ilah” şeklinde revize etmişler! Böylece hastalandıklarında veya bazı zaaflar gösterdiklerinde, bu hali “Yarı insan” olmalarına atıp, “İlah” yönleriyle egemenliklerinin devamını sağlamışlar! Öldüklerinde, çocuklarından veya soylarından birileri de kolayca bu mirası devralmış! Bir süre sonra (Bin yıllar), insanların inançları biraz daha gelişince, bu hal de kanıksanır ve artık yerde bir “İnsan ilah veya yarı insan ilah” söylemi inandırıcılığını yitirir! Ve ilahlar göğe çıkar! Bu dönemde ilahların tamamı göğe çıkmış, bazısı da yerin altına girmiştir! Bu gelişimin neticesinde ilahlar ile insanların bağlantısını kurmaya aday olan aracılar türemiştir! Aracılık işi o kadar karlı olmuş ki hem riski yok, hem de insanlardan her ne isteniyor ise “İlah” ağzından, aracılık ederek tapınağa hediyeler veya aracılara dair ayrıcalıklar, ilahların adına istenmiş. Tapınaklara “Sunaklar” yapılmış, buralarda aracıların hoşlanmadığı bazı uyanıkların kurban edilmesi ilahlar ağzıyla insanlardan istenmiş. Sunaklara çeşitli yiyecekler ve ziynet eşyaları ilahlar adına istenmiş. Hatta öyle abartılar olmuş ki, ilahlar tapınaklara “Bakire kız” istiyor diye bakireleri tapınaklara kapatmışlar! Aracılar, adeta “İlah” gibi hüküm sürmüşler! Bu dönem de kanıksanınca, tapınak aracıları dönemi de kapanmış!
“Semavi dinler” dönemine dair gelişmelere bakalım! Bu döneme dair kaynakların çoğu yazılı kaynaklar! Bazı kaynakların, tahrif edildiği iddia edilse de veya aynı kaynaktan kopyalanıp farklı imiş gibi sunulduğu veya tüm kaynağın eski tablet veya parşömen benzeri yazmalar veya sözlü anlatılardan alındığı iddia edilse de ben o bahislere girmeyeceğim! “İskenderiye Kütüphanesi” zengin bir kaynak iken defalarca yakılması, yağmalanması konusu çok mühim! Bu bilgiler; astronomi, fizik, matematik ve metafizik, kimya alanlarında olduğu gibi sosyal insan davranışlarına yön vermeye dair sırlı, sihirli bilgiler de olabilir! Bu bilgileri ele geçirenlerin, oraları yakıp bu bilgileri kullanarak neler yapabileceklerini düşünelim!
Ne diyordum; inanç, geliştikçe inancın pratiği olan dinin de gelişip, değişmesi var! İlk ve son semavi din öncüleri, “İbrahim oğulları”! Bir kanadı “İsrail oğulları”! Ata aynı! İsrail oğullarının inançlarına dair gelen semavi dinlerinde, “Seçilmiş ırk, vaat edilmiş topraklar” konusu var ve ırksal bir dayanağının olması, inancın tebliğ yoluyla genişlemesini imkansız kılar! Bu nedenle “İsa”, bu ırktan olduğu ve “Kurtarıcı” olduğu söylenir; İsa ile bir atılım yapmak ve Roma İmparatoru Sezar’a ( Roma imparatorları o dönem, “Sezar” adıyla anılır, ismi ne olursa olsun imparator olduğunda adı “Sezar” olur) başkaldırmak istenmiş. İsa vasıtasıyla “Din” biraz daha evrenselleştirilmek istenmiş, “İsrail oğulları” ile direk ırksal bağı olmayanlara da hitap ederek, geniş kitlelere “Din” yayılmak istenmiş! Bu dönemde “İncil” henüz yazılmış değildir! Sonradan bu bahis girmiş elbet!
Matta; 17-22, bu bahis geçer;
“17 Peki, söyle bize, sence Sezar’a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mu, değil mi?”
18 İsa onların kötü niyetlerini bildiğinden, “Ey ikiyüzlüler!” dedi. “Beni neden deniyorsunuz? 19 Vergi öderken kullandığınız parayı gösterin bana!” O’na bir dinar getirdiler. 20 İsa, “Bu resim, bu yazı kimin?” diye sordu.
21 “Sezar’ın” dediler.
O zaman İsa, “Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” dedi.
22 Bu sözleri duyunca şaştılar, İsa’yı bırakıp gittiler.”
Irksal olarak genişlemesi daha zor olan “Din”, İsa’dan sonra daha evrensel olarak geliştirilmiş. Gelişimin süreçlerine ayrı ayrı değinmeyeceğim. Son “Din”, son noktayı koymuş ve “Vahiy” dönemi sona ermiştir! Bu nedenle, inancı gelişenlerin bu aşamaları yaşaması kaçınılmazdır! Hani sıkça bahsedilir, bir önceki dinden daha sonraki dine geçiş yapanlar için övgü ile bahsedilir ya bu aslında doğal bir süreçtir; kişi inancı gelişince bir aşama, level üste çıkmayı doğal olarak isteyecek! Burada bahsetmeyeceğim ama Muhyiddin İbn-i Arabi; “Arif için din yoktur!” derken buna dair işaret etmiş. Yani inanç geliştiğinde, inancın pratiği olan din de bir aşama ileri taşınacak, “Vahiy” ve yeni din kapalı olduğundan arif için imanının pratiği açısından sınırlayıcılık da kalkacaktır! Elbet “Arif” dinsiz olmayacak, sadece şurasını iyi anlamak gerekir! Arif, bildik manada dinsel kabullere sıkışmaz, onları açar, daha ileri doğru bakar gibi düşünelim. Yazının başında da bahsetmiştim; bir kişi din ve inancı birbirinden ayıramıyor ise ikisinin aynı şey olduğunu sanıyor ise bu konularda bu yazıdan alacağı bir şey yoktur!
Son tahlilde; din inancın pratiğidir! İnsanlar adedince farklı inançlar oluşacağı için dinin de bir “Sınırlayıcı kalıp” oluşturması istenmez! Bu nedenle değişim ve yenilikler yeni anlayışlar hep olmuş ve olmak zorundadır! İnsanlık öyle bir aşamaya geldi ki herkes kendi inancına dair bir pratiği yani dini, mevcut dinsel kaynaklardan alabilir! Bu pratiği nasıl oluşturacağı da tamamen kendi özgür alanındadır; “Arif için din yoktur”, bu anlamda arifin inancını karşılamayan, yetersiz kalan, sınırlayan bir din anlayışı arif için yoktur! Yani arif, inancının pratiğini nasıl yapacağını bilir!
Saygılarımla,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.