- 384 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
eski ramazanlar
ESKİ RAMAZANLAR
Bir başkaydı eski ramazanlar çocukluğumuzda. Öğleden sonra başlardı hayat özellikle açık ve güzel günlerde. Bir hengame bir koşuşturma evlerde. İftar heyecanı neşeli ve zevkli anların yaşanmasına vesile olurdu. Bazen mahallenin kadınları toplanır, saclar kurulur, ateşler yakılır, yufka, börek çörekler yapılırdı imece usulü neşeyle. Böyle günlerde iftar menusü neredeyse aynı olurdu tüm mahallede. Kadınlar hisselerini alır çekilirlerdi evlerine. Akşam karanlık düşünce babalar görünürdü sokak başlarında; ellerinde mis gibi sıcacık pidelerle. Bazen farklı, özellikle bol etli yemekler yapıldığında tabaklara konulur dağıtılırdı yakın komşulara. Tam iftar zamanı davetsiz misafirler çalardı kapıları. Tanınmadık kişiler de olsa misafirler, sofranın baş köşesine oturtulurdu. Yemekler yenilip çaylar içildikten sonra yatsı beklenirdi heyecan ve tüm huşuyla. Namaz vakti çoluk çocuk tüm horanta düşerdik caminin yoluna. Namaz kılmayı bilmeyen çocuklarda olurdu aramızda. Namazı ilk öğrenme zamanlarımda cemaatte uzakta birini kestirirdim gözüme. Onun yaptığının aynısını yaparak bitirirdim namazı. Tabi ki bildiğim birkaç duayı okurdum namaz esnasında. Bazı muzip çocuklar da durardı namaza. Secdeye varıldığı anlarda gösterirlerdi muzipliklerini pervasızca. Cami çıkışında havalar güzelse eğer; kadınlar ellerinde minderleri işgal ederlerdi merdiven eşiklerini. Gırgır şamata gece yarılarına kadar sürerdi sohbetleri. Annelerimizin dışarda olması en büyük mutluluk olurdu biz çocuklar için. Ne çağıran, ne de eve gel diyen olmadığı için mekanımız olurdu sokaklar anneler evlere çekilene kadar.
Eğer soğuk ve dışarıya çıkılması imkansızsa hava evlerde toplanırdı komşular. Çoluk çocuk, genç ihtiyar onlarca kişi bir arada olurduk. Çaylar demlenilir keyifle içilirdi kahveler. Sonra oyunlar oynanılırdı sahura kadar. Yüzük oyunu, taklitler sohbetler. Biz çocuklar kendi aramızda oynardık bir başka köşede. Körebe oynardık. El el üstünde kimin eli oynardık. Sessiz sinema yeni modaydı o günlerde. Sessiz sinema oynadığımızda büyüklerimiz de katılırdı oyuna.
Hevesle uyanırdık geceleri. Bilirdik ki bizim de gönüllü olarak sahura kalkmamız memnun ederdi büyüklerimizi. O gecelerde sofranın tek hakimi biz çocuklar olurduk. Gururla; emredercesine sıralardık isteklerimizi. Genellikle annelerimizin yaptığı ıspanaklı, kıymalı, peynirli, patates ve patlıcanlı çörekler olurdu sahurda yediklerimiz. Henüz dumanıyla birlikte dökülürdü sofralara çörekler. Tabi ki yanlarında mis gibi üzüm hoşafı eksik olmazdı. Tam yemeğe başlamışken kulaklarımız dışarıdan gelecek sese odaklanırdı. Bir kaç dakika geçmeden ya bir düdük ya da davul sesi, en güzel şarkıların ritmi ve güzelliğinde yankılanırdı gecenin sessizliğinde. Ve o ses sokak kapısının tokmak sesine dönüşürdü bir süre sonra. Yani gelip geçici değilse sesler; anlaşılırdı ki ya gece bakçisi ya da davulcu sahurluk yiyecek derdindeydi. Hemen annem sofradaki yiyeceklerden bir paket yapar elimize tutuşturur ve kapıya gönderirdi. Horozların sesiyle çekilirdik yataklarımıza.
Sabah uyandığımızda biz çocuklar düşerdik orucumuzun derdine. Sözler verir yeminler ederdik kendi kendimize. Derdik ki" bugün tam tutacağım orucumu" ama zaman ilerleyince ve guruldanmaya başlayınca miğdeler hınzırlıklar düşerdi beynimize. Bir fare gibi düşerdik gizlice yiyecek derdine. Çocuklar kendi aramızda dilimize bakardık birbirimizin orucu bozmuşmuyuz diye. Bazen büyüklerimiz de sorardı oruçlu olup olmadığımızı. Onlar da dilimize bakmak isterdi . Eğer bozmuşsak orucu, anlaşılır mahcubiyeti ve korkusuyla bir şeyler bahane edip ağladığımız da olurdu.
Ramazanın her günü kovalardı bu şekilde birbirini
Davut Tunçbilek/Elmadağ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.