- 1037 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
‘’ATATÜRKÇÜLÜK YA DA SİSTEMSİZLİK İŞTE BÜTÜN MESELE BU! (on birinci bölüm)
Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra 20 Temmuz 2001 tarihinde kamuoyunda ‘’gelenekçiler diye adlandırılan eski fazilet partililer tarafından Ankara’da Saadet Partisi, kuruldu. Recai Kutan yine kurucu genel başkanlığa getirildi.
2002 Genel Seçimleri’nde yüzde 2,5 oy oranıyla saadet partisi TBMM dışında kalırken kendilerinden ayrılan ve ‘’yenilikçiler diye adlandırılan eski Fazilet Partililer tarafından kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)aynı seçimden büyük bir zaferle çıkmıştı.
Hayli ilginç olayların yaşandığı 2002 genel seçimlerinde yeni adıyla SAADET, DYP, ANAP ve DSP meclis dışında kalmıştı. Seçimin uzak ara kazananı AKP, den sonra CHP, MHP ve bazı bağımsız adaylar mecliste kalmıştı ancak meclis aritmetiği bütünüyle değişmişti. Kısacası 3 Kasım 2002 genel seçimleri ileride yaşanacak olaylara gebe her yönüyle enteresan sonuçlanan bir seçim olmuştu.
Türk siyasi tarihine geçen ve hafızalara kazınan genel seçimlerin kamuoyunda ki değerlendirilişi ve yorumlanması da en az seçimin sonuçları kadar enteresandı.
AKP’nin seçim zaferi siyaset bilimiyle ilgili çevrelerce milletin onlarca yıldır devam eden ceberrut devlet anlayışının olumsuz uygulamalarına tepki bazında verilmiş oy, lar olarak değerlendirilmişti.
Dolayısıyla halkın bu tepkisi zaman içerisinde klasik toplumsal refleks olarak eskiden olduğu gibi pasif bir tepkiye dönüşeceği ve bir daha ki seçimlerde Ak Parti aldığı tepkisel oyları kaybedeceği hatta belki de meclisin dışında bile kalabileceği konuşuluyor, düşünülüyor ve bu türden yorumlar yapılıyordu.
Ara not;( Bu tür değerlendirmelerin kendi içinde bir mantığı ve haklılığı vardı. Çünkü Türk siyasi tarihi incelendiğinde halkın bu tür tepkisel eylemleri, bir veya iki dönem süren kısa vadeli tepkiler olduğu görülüyordu. Bunun en önemli nedeni de siyasi partilerin seçim öncesi halka sundukları projeleri vaatleri ve verdikleri sözleri hükümet olduğunda inkâr edip verdikleri sözleri tutmamaları ve demokrasi dışı güçlere karşı direnç gösterme gibi bir eğilimlerinin olmamasından kaynaklanıyordu.)
……………
Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığında ki Ak Partinin hükümet döneminde bu böyle olmadı.
Ak Partililer, çok sistematik bir şekilde zaten yıllar öncesinden şekillenmiş İslami kadrolarını süratle devletin tüm kurumlarının içine nüfuz etmesinin önünü açacak çalışmaları başlatmışlardı..
İşe öncelikle, 1999 ‘’yerel seçimlerinden 1.parti olarak çıkıp ülkenin önemli, il ve ilçelerinin belediyelerini alan fazilet partisinin kapatılmasıyla ve devamında 2002 genel seçilmede saadet partisinin meclis dışında kalmasıyla boşta kalan eski fazilet partili belediyeleri sorunsuz bir şekilde kendi bünyesine katıp Ak partili belediyelere dönüştürmekle başlamışlardı.
Bu taktiksel faaliyetlerin devamındaysa devletin en küçük yapılanması olan muhtarlıklardan, kaymakamlıklara, emniyet teşkilatından, valiliklere kadar hemen her devlet kurumunun içerisinde kadrolaşma hareketini süratle gerçekleştirdiler. Böylece hem yaptıkları ve yapacakları yatırımlar hız kazanmış olacak hem de siyasi anlamda güç kazanmış olacaklardı. Öyle de oldu.
Düne kadar devletin bürokratlarına kafa tutan devletin iradesini hiçe sayan irili ufaklı mafya, çete, vs gibi anti demokratik ve yasadışı yapılanmaların tümünü çökerttiler.
Bu yapılar halkın gündelik yaşamında sıklıkla muhatap olmak zorunda kaldığı ‘’değnekçi’’ diye tabir edilen usulsüzce otopark işletmeciliği yapan sokak çeteleri den, halka doğrudan hizmet veren (minibüs, dolmuş, ekmek fırınları )vs gibi çeşitli meslek kuruluşlarını yasal örgütlenmeleri olan meslek odalarının idaresini ele geçirmiş usulsüz bir şekilde istedikleri gibi yöneten yapılardı. Hatta bu yapılar devletin bürokratlarını bile tehdit edebiliyorlardı.
İçişleri bakanlığının verilerine göre 2002-2004 yılları arasında ki 14 aylık sürede ülke genelinde irili ufaklı tam 364 mafya ve çete türünden yasa dışı yapılanmalar etkisiz hale getirilmişti.
Poliste sabıka kaydı olan suç işlemiş ve aranan ancak daha öncesin de devlet iradesinin yetersizliği yüzünden ellini kolunu sallayarak gezen bu yapılanmaların içerisinde yer alan insanlar tutuklanıp mahkemelere sevk edilmiş birçoğu da işlediği suçlardan dolayı hapse mahkûm edilmişti. Bunların içerisinde kamuoyunun televizyon ekranlarından tanıdığı popüler mafya babaları da vardı.
Bu yapıların tekelinde olan devlete ait fakat sadece ‘’mutlu azınlık’’ statüsünde olan insanların istifade ettiği ne kadar köşkler, kasırlar, vs gibi lüks sosyal tesisler varsa bu yapıların ellerinden alınmış ve işletmeciliği belediyelere aktarılmıştı. Sonrasındaysa her kesimden halkın kullanımına açılmıştı. Buna hukuksuzca istila edilmiş ve mafya ya da çete türünden bu yapılarca işletilen, başta Marmara bölgesi olmak üzere tüm yurdun sahil şeritlerinde ki çay bahçeleri de dâhildi.
Sahilleri istila eden bu çay bahçelerinin bir kısmının işletmeciliği belediyelere devredilmiş bir kısmı da yıkılarak sahil şeritleri yeniden düzenlenip, çocuk parkları, gezi alanları vs gibi sosyal donatı alanları oluşturulmuş ve halkın ortak kullanımına açılmıştı.
Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa halk, kendisine ait olan ama önünden bile geçemediği o tesislerin kendi kullanımına tahsis edilmesine tanık olmuştu. Bu ve benzeri uygulamalar halkı memnun etmiş kendisine değer verilmiş olması hoşuna gitmişti. İlk zamanlar tepki oyu verdikleri Ak partiden belki de hiç beklemedikleri bu performansından dolayı sempati duymaya başlamışlardı. Milli görüş ekolünden gelen çiçeği burnunda ki, Ak parti icraatlarıyla halkın sevgisini kazanırken yeni kurulan ve meclis dışında kalan aynı ekolden gelen Saadet Partisinde işler karışıktı.
11 Mayıs 2003’te yapılan saadet partisinin 1 Olağan Kongre’de Recai Kutan’ın yerine Necmettin Erbakan genel başkanlığa seçilmişti. Ancak 29 Aralık 2003’te Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Erbakan’ın kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle parti üyeliğinden ayrılması gerektiğini bildirmesinin üzerine Erbakan 30 Ocak 2004’te parti üyeliğinden ve genel başkanlıktan istifa etti. Yerine geçici olarak tekrar Recai Kutan getirildi.
Aynı siyasi kök den gelen saadet partisinde siyasal çalkantılar yaşanırken Ak parti doludizgin siyasi yükselişini sürdürüyordu.
2004 yılına gelindiğinde genel seçimlerin ardından bu kez sıra 2004 yılı ‘’yerel seçimlerdeydi. Siyonizm’in işbirlikçileri Ak partinin 2002 genel seçimlerinde aldığı oyun tepki oyları olduğunu düşündüğü için yerel seçimlerde aynı başarıyı göstereceğine inanmıyorlardı. Öyle ya sonuçta yerel seçimler partilerden çok aday endeksli bir seçimdi. Fakat bu kez de öyle olmadı.
2004 yılı yerel seçimleri Ak parti için tam bir gövde gösterisi olmuştu. %40,6 lık oy oranıyla 1.771 il ve ilçe belediyelerini alarak o güne kadar bir partinin yerel seçimlerde alabildiği en yüksek oyu alarak ülke belediyelerinin %73 ünü alıp Türkiye’nin seçim haritasını turuncuya boyamışlardı. Yerel seçim, sonuçları itibariyle halkın oylarıyla desteklediği Ak partiye bir bakıma yürüyün biz sizin yanınızdayız demiş yani Ak partililer halktan bir tür güvenoyu almışlardı.
Ara not; ( İşlerinin zor olduğunu anlayan Siyonizm’in uzantıları seçim gibi demokratik yollarla iktidar partisine bir şey yapamayacaklarını anladıklarında sokaklara dökülüp halkın iradesini yeniden hiçe sayarak hükümeti devire bilmek için geçmişte bütün pis işlerini yaptırdıkları ağabeylerine seslenip ‘’ordu göreve’’ diye slogan atıp pankartlar açmışlardı. Bu tür seslenişlerini zaman içerisinde birkaç kez tekrar etmişlerdi.)
……………
2004 yılı yerel seçimlerinden sonra devam eden yatırımlar hız kazanmış ülke insanın hayal bile edemeyeceği yatırımların temelleri yurdun her köşesinde bir biri ardına atılmıştı. Bunun parelerinde daha önceki hükümetlerce gösteriş olsun diye temeli atılmış fakat daha sonrasında çürümeye bırakılmış ne kadar tesis varsa hepsi tamamlanmış halkın hizmetine sunulmuş ve kullanımına açılmıştı.
Bu ve benzeri uygulamalar devletin tüm kurumlarında da hayata geçirilmişti.
Daha öncesinde pislikten ve bakımsızlıktan dökülen Devlet hastanelerin de hizmetli olarak çalışan hasta bakıcı ve hademelerin ilah olduğu hastane yönetiminin bile söz geçiremediği bir tür çete yapılanması söz konusuydu. Öyle ki onların izni olmadan hasta yakınları hastasını göremiyordu. Ancak ceplerine sıkıştırılan bir miktar ücret karşılığında memnuniyetleri sağladığı takdirde hasta yakınları hastalarını ziyaret edebiliyorlardı.
Dizboyu rezilliklerin yaşandığı hastanelere müdahale edilmiş, idari yönetiminden modernizasyonuna kadar her yönüyle, ya yeniden revize etmişlerdi, ya da eskisini yıkılıp yerine yeni hastaneler yapılıp modern cihazlarla donatılmıştı.
Bu durum iş hanlarının bodurum katlarında görev yapmaya çalışan adliyeler vergi daireleri vs gibi kamu kuruluşları içinde geçerliydi süratle yeni binalar inşa edilmiş modern hale getirilip halkın hizmetine sunulmuştu.
Ara not; ( Bu yatırımlar için harcanan kaynağın önemli bir kısmı çeşitli bakanlıklara bağlı kamu kuruluşlarında ki devleti soyan çete ve mafya türü yapılanmaların çökertilmesi sonucunda elde edilen paralarla yapılmıştı. Örneğin; o dönem görev yapan sağlık bakanı Recep Akdağ’ın televizyondan yaptığı açıklamaya göre; sağlık bakanlığı tarihinde ilk defa zarar etmemiş ve bir trilyon yedi yüz milyon lira, eski para birimine göre bir katrilyon yedi yüz trilyon Türk lirası ölçeğinde ki, bir para sağlık bakanlığının kasasında kalmıştı.)
.........
Ülke Ak parti iktidarının gerçekleştirdiği icraatlarının heyecanla takip edip olumlu, olumsuz sonuçlarını yaşarken, 5 Kasım 2006 yılına gelindiğinde maalesef Türk siyaseti adına üzücü bir olayda gerçekleşmişti.
‘’Kara oğlan lakaplı Demokratik Sol Parti (DSP)nin lideri ’’şair ve saygın siyasetçi Bülent Ecevit vefat etmişti.
Hemen her siyasi görüşten insanı üzen vefat haberinin sonrasın da Cenaze törenine yurdun dört bir yanından ve birçok ülkeden gelen büyük bir kalabalık katıldı.
Cenaze törenine eski Cumhurbaşkanları ve siyasetçiler de iştirak ettiler düzenlenen resmi törenin ardından. Kocatepe Camiinde kılınan cenaze namazına müteakip merhum Bülent Ecevit, Devlet mezarlığında toprağa verildi.
……….
Ak partinin devlet içerisinde ki siyasi gücünü artırmasıyla büyük ölçüde devre dışı kalan Siyonizm’in bürokraside ki uzantılarının devlet içerisinde eskisi gibi hareket imkânı bulamamalarından dolayı bir haltı beceremeyeceklerini anlayan Siyonist yapıların bir kısmı aracı kullanmadan bizzat kendileri siyasi aktör olarak ortaya çıkmışlardı.
Her zaman yaptıkları gibi Büyük önder Atatürk’ü göstermelik simge olarak kullanmış ve Türk bayrağının ay ve yıldız motiflerinden oluşturdukları parti bayraklarıyla 2002 yılında kurulmuş Cem Uzanın lideri olduğu ‘’Genç Parti (GP)nin etrafında toplanmışlardı.
Aslında 2002 yılında genel seçimlerde % 7,25 lik hiçte küçümsenmeyecek oy alan Genç Partinin daha büyük bir başarı elde etmesini istemişler ve yoğun bir destek verip propaganda sürecine girmişlerdi.
İlginç olanı seçim propagandalarında halka vaat ettikleri günümüz siyasetçilerin popülist vaatlerine çok benziyor olmasıydı. Mazot 1 TL olacak asgari ücret artacak çiftçi ve tarım desteklenecek örneğin fındık 8 TL olacak şeklinde ülkenin ekonomik gerçekliğinden uzak hayal ve yalan üzerine vaatler veriyorlar ancak yatırım ve kalkınma adına halka bir tek proje sunmuyorlardı.
Daha da ilginç olanı Genç Partinin seçim sloganıydı.
Ülkeye üretim anlamında tek bir çivi çakmayan yatırım yapmayan, yapılmış yatırımlara sadece hisse ortağı olan (Çukurova ve Kepez)elektrik AŞ vs gibi ve o yatırımların ortaklık payından elde ettiği gelirin gerçek manada vergisini ödemeyen. Ve halkın emeğini faizle sömüren bu ülkede bankacılık üzerinden para kazanıp kazandıkları paraları yurt dışın da ki bankalar aktaran. Ülkenin 10 büyük zengininden biri olan Cem Uzanın lideri olduğu genç partinin seçim sloganı hayli ilginç ve espriliydi. ’’Ezilenler iktidar olacak’’)))))))
Siyonist kesimlerin uzantılarıyla ‘’halk arasında yaşanan siyasal anlamdaki üstünlük mücadelesinin rövanş karşılaşması başlamak üzereydi.
‘’2007 genel seçimleri’’
Gerçi 2002 yıllında ki unvan maçını nakavtla halk kesimi kazansa da Cumhuriyet tarihi boyunca ne zaman adil bir karşılaşma olsa maçın ilerleyen round’ların da yenileceğini anlayan Siyonist kesimler hile ve kahpelik yapıp hemen göreve silahlı adamlarını çağırmışlardı. Ringe giren adamları masum halk kesiminin ağzını burnun kırp maçı Siyonist kesimlerin kazanmasını sağlamışlardı.
Nihayetinde halk kesimleriyle Siyonist kesimler arasında daha önce ki yapılan Unvan maçlarının çoğunu bu şekilde hile ve faul yaparak Siyonist kesimler kazanmıştı.
Tüm dünya ve ülke kamuoyu 2007 /22 temmuz Pazar günü saat 00,08 de başlayacak rövanş karşılaşmasının sonuçlarına kilitlenmişti.
Ring’in kırmızı köşesinde on yıllarca ezilen tevazu sahibi masum insanların olduğu halk kesimleri olacak diğer mor köşedeyse Siyonizm’in uzantıları olan ve bu halkı hep küçümseyen her türlü fırıldağı çeviren ‘’mutlu azınlık’’statüsünde ki kişiler olacaktı.
2007 Seçimin sonuçları ile ilgili tüm dünyanın ve ülke kamuoyunun ayrıca merak ettiği bir şey daha vardı.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’’ sözlerinde olduğu gibi demokratik manada EGEMENLİK gerçekten yüce Türk Milletinin mi? Olacaktı. Yoksa Atatürk’ün vefatından sonra ülkenin siyasal iradesini ele geçirmiş, Siyonist yapılar ve onların işbirlikçileri olan bir avuç ‘’mutlu azınlığın mı? Bunu televizyonlardan naklen yayınlanan unvan maçının sonucu belirleyecekti.
Devam edecek
Serhat BİNGÖL 01.06.2015
YORUMLAR
Gerçekten mükemmeldi.
Yakın siyasi tarihimiz, olanca realitesi ile aktarılmış yazıda.
Hatta, o tarihlerde gözümüzden kaçan detaylar bile verilmiş.
İnsanlarımız bu güzel çalışmayı okumalı,
dersler çıkarmalı,
geleceğini ona göre şekillendirmeli.
Zevkle, ilgi ile okudum.
Emeğiniz için teşekkür ediyorum dostum.
Serhat BİNGÖL
O yıllarda bizlerin yaşayarak bire bir tanık olduğumuz olayları ve gerekse basın yayın organlarında geçen haberleri olduğu gibi aktarıyorum. Yazıyı sıkıcılık tan kurtarmak için belki biraz espri katıyorsam da o günlerde yaşananlar dediğim gibi bizlerinde tanık olduğu tamamen gerçek olaylardır. Kaldı ki bu yazı dizisinde anlatılanlar, yüzlerce detay es geçilerek ve elenerek olabildiğince özet’e indirilmiş halidir.
Belki bu gerçeklerle yüzleşmek bazı okuyucu dostları rahatsız edebilir fakat yapacak bir şey yok gerçek neyse o dur. Gerçi insan zafiyeti gereği gerçekle yüzleşmemek anlamında yalana da inanmak ihtiyacı duyabilir ama gerçeklerle yüzleşmek her zaman iyidir. Sizinde dediğiniz gibi insanlar ve toplumlar hayat denen bu süreçte yaşamsal geleceğini daha sağlıklı planlar ve şekillendirir.
Yorumunuza cevabımı sonlandırmadan önce çok sevdiğim muhtemelen sizinde bildiğiniz bir sözü ile bitirmek istiyorum.’’bir insanı bir kere kandırmak istiyorsan yalan söyle, her zaman kandırmak istiyorsan doğruyu söyle’’
Yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim kıymetli dostum.
Saygı sevgilerimle