- 1297 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Bıktığım Vedalar
Benim hikâyemde kelime gafından başka bir şey değilsin artık, eskiden olsa, böyle şeyleri düşünürsem, çarpılırmış gibi korkar ve suçlardım kendimi, daha çok severdim, içimden defalarca tekrarlardım bunu, saçma bir bağımlılıkmış ama zaten hiçbir bağımlılığın mantığı olmaz ki…
Şimdi kahkahalarla hatırlıyorum, aynı zamanda dudağımın kenarında ufacık bir hüzün dalgası gelip geçiyor, her şey gibi, geçen gidenlere o kadar fazla alıştım ki, birisi devamlı kalsa yanımda, ciddi bir şüpheye düşüp, korkacağım, ama seviniyorum, çok daha kötü günlerim olmuştu, içim azaplarla dolup taşıyordu, üzüntümden sinirlenemiyordum bile. Çıldırmam gereken şeyleri sürekli upuzun bir sakinlikle karşılardım…
Şimdi her şey yerli yerinde, uykusuz gecelerimde, yıldızları olmayan gökyüzünde yıldızları seyrettiğim gibi, odamın pembe duvarlarına, siyah kalemle çizdiğim sayısız hayallerin gibi hepsi yerinde, hikâyem bir sürü noktadan oluşan küçük bir kitap gibi, yokları yaşıyorum, var etmek gibi saçma bir inadım vardı belki de… Noktadan sonra yepyeni bir cümleye başlamak ne zordur aslında, işte ben her defasında hep yalnız bile olsam denedim, durup beklemedim. Zaman belki beni de değiştirdi, en az senin kadar. “Geçer” dediklerinde öfkemden gülüyordum, şimdi o günleri hatırlayınca sırıtıyorum, biliyorum, bir daha öyle bir şey olmayacak, yanlış bir kelime olarak bile girsen hayatıma, o günlerin, o apayrı tadını hiçbir yerde bulamayacağım ama aramıyorum da. Kızdığım şeylere nasıl gülüyorum şimdi, yalnızca dışarıdan bakıldığımda bu kadar güçlü görünmem beni deli ediyor, hoşuma da gidiyor. Kimse yine de bilmesin içimi senden başka, her gün içimden mektuplar yolladığım uzak bir arkadaşım gibisin artık sadece, biliyorum en çok da bu yakıcı, tüm bunlara yazmasam katlanamazdım. Gülmesem geçmezdi.
Ellerim sarhoş, ilk defa unutulmayı çiziyordum yüzünü hatırladığım duvarlara. Unutmak hatırlanılmıyordu, hatırı da yoktu artık sözlerimin. Gözlerin ilk defa bu kadar unutulmuştu, üstelik tam da böyle bakarken.
***
Hoşça kal kırmızı balık, kalemimdeki tüy, kelamımdaki yapışkanlık, elveda sonsuzluk otobüsünü son anda kaçıran kırmızı yazılar, ağır bir vedanın, en hafif halini yaşıyorum. Köprünün ışıklarına kaç hayal astım, yıldızlara bağladığım iplerden koparıp, kaç kez sustum, gittiğini zannederek, kaç şiir yazdım bitişlerin ardından, unuttum, giderken hafızamı tertemiz yaptım, her şeyi silerek uzaklaştım, hiç yaşanmamış masalına yeryüzünde en çok ben inandım. Kendine iyi bak Kabataş’taki köfteci amca, en yorgun sensin İstiklal caddesi, en çok sen dinlen.
Kadıköy rıhtım, en çok sende bekledi sevgililer buluşmak için, hatta sevgili değilken bile gizliden gizliye gittiler oraya yalnız akşamlarda, ara sokaklar siz de kendinize iyi bakın, her geçtiğimde bulduğum iki bira kutusu, en çok sizi biriktirdim içimde, parklarda sakladığım gecelerimi, en çok size harcadım, ayılmayan sabahlarımı, yorgunluğumla karıştırıp, çok güzel dağıttım…
Unuttum her buluşmanın bir ayrılığa gebe olduğunu, çok güzel inandım gözlerine, elveda dokunmaya kıyamayıp, her gece alışkanlıkla sarılıp uyuduğum kitaplarım, her gece yastığımın altında sakladığım güzel rüyalarım, ellerimin dokunduğu kapı kolu, hatta küçükken asıldığım o kapı kolu, parmaklarımın uçlarına yükselişim, nasıl da uzuyordu boyum, yarım sesimle söylediğim bitmez şarkılar, ben gittikten sonra bile hâlâ kulaklarınızda.
Sana çok güzel vedalar hazırlamıştım oysa çok okkalı sözler söyleyecektim, sesimin titremesine denk gelince, hiçbir şeyin anlamının kalmadığını anladım, içime gömdüm, içim öyle kalabalık ki, her akşam sahile bırakıyorum, sahil tüm kalabalıklığına rağmen, öyle yalnız ki, susuyorum. Güzel makyajımla herkesi kandırıyorum iyi olduğuma, her gün aynı şeyleri yapıp, aynı sokaklardan geçiyorum, hiç gitmemiş gibi, oysa ben gittim, kocaman bir bitiğim, kimsenin başlatamayacağı bir start tuşu var, bozulmuş hayatımda, hiçbir şey yapmazken bile çok şey yapıyorum, yorgunluğum gibi şarkılar, o kadar fazla, hayallerimde büyüttüğüm yüzün meğer ne kadar da küçükmüş, gözyaşlarıma sığınabildiğine göre…
Herkes gözyaşlarımı değil de, gözlerimi güzel buluyorlardı, baktırmıyordum, ellerimi saklar gibi saklıyordum gözlerimi, yine de iyi vedalar için, gözlerimi dikmem gerekiyordu gözlerine,
Her gün aynı miktarda canım acıyor, ben her dayanamayacağımı hissettiğim anda daha çok dayandığımı hissediyorum, bu beni ağlatıyor, biraz da içimi şükranla dolduruyor, ne çok şey oldu senden sonra, hiçbir şey olmamış gibi, seni nefret edecek kadar sevdiğimden beri, herkesi affettim.
Hiç kimseyi bu kadar düşünmemek için affedebildim, yoksa hafife alınacak şeyler değildi, kendimi hafife alıyordum, suyun yüzüne çıkarken, ağlıyordum, ağladıklarımla yüzüyordum, senden başka yaşım yoktu benim, senden başka susacak kimsem olmadığı gibi, tek taraflı kırıkların ikimize birden faydası olması beklenilemez, sen gittiğin hâlde gidemiyorsun, ben unuttuğum hâlde hatırlıyorum, nasıl bir saçmalamaktır bu bilmiyorum…
Konuşulmaz bir şey oldum, saklanılacak bir şey, benim kırgınlığım sustuklarımdan başlıyor ve herkes konuşuyor. Hayata tutunmak için uzandığım ipte, kendimi asıyorum zannettiler,
Beni ağrılarımla sevemediğin için, ağrılı bir şey oldum, bıraktığım kırmızılığı sevdin ama bu da beni kanattı, ne çok kanattı, tek başıma saramayacağım kadar yaralandım, tek başıma yüzemeyecek kadar insandım ve tek başıma o denizin ortasında bırakılabilecek kadar kırmızı balık.
Kendimi toparlamam demek, seni bırakmak demekti, ellerimin içi bu kadar kırmızıyken, senden nasıl vazgeçebilirdim? Cam bir fanusta yaşatıyordum sana olan duygularımı, her gün kanıyordu varlığım, sanal bir sanrıdan başka bir yerde değildin, cam kırıkları gerçekti, tüm bu acılar gerçekti, sana ulaşmak kolaydı zannımca, hayalime kadar gitmem yetiyordu, yitip gidemiyordum, bıkıp yok olamıyordum, baharatların da iyi geldiği şeyler vardır.
Beni yarım bırakmalarınla tamamlıyordum, hayatımın geri kalan hüznünü, kimse bu kadar tamamlayamamıştı, bu kadar yarım bırakırken, hüznüme laf ettirmezdim ama cam kırıkları yerin dibine batsın istiyordum, yerin dibinde olduğumu unutarak. Küllenen her şeye bir mucizeden söz eder gibiyim, bundan başka başarabildiğim bir şey yok, hatırlamanın azabındaki unutmanın huzursuzluğunu yaşıyorum, eğreti yüzüyorum, bozuk nefeslerden kalanı kullanıyorum, çapraz yaşıyorum ve bolca susuyorum, nefes almak için.
Ben ne kadar varsam, sen o kadar yoktun, ben ne kadar netsem, sen o kadar uzaktın, sen kendi hikâyeni yaşarken, büyütmeye çalışıyordun, ben seni hikâyemde büyütüyordum, sen beni öldürüyordun, ben seni yaşatıyordum, çok adaletliydik, kalbimin açık tarafına denk gelmiştin, ete, kemiğe bürünemeyen bir yanımdı, savunmasız…
Yirmi Altı Mayıs İki Bin On Beş 18 00
Nevin Akbulut