- 997 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
‘’ATATÜRKÇÜLÜK YA DA SİSTEMSİZLİK İŞTE BÜTÜN MESELE BU! (onuncu bölüm)
Türkiye, iktisadi kalkınmada ve endüstriyel baz da sanayileşme ve demokratik gelişmişlikte küresel ölçekte gelişmiş ülkelerinin çok gerisinde bırakılmıştı.,kişi başına düşen milli gelir düzeyinde dünyanın en fakir ve düşkün on ülkesi arasına katmayı başarmış olan, Siyonizm’in emrindeki çakma ulusalcılara bu üstün başarılarından dolayı yüce milletimiz tarafından hak etikleri madalyayı takma vakti artık gelmişti.
Çakma ulusalcılara madalyalarının takılacağı tarih; 3 Kasım 2002 yılı genel seçimleriydi. Ancak millet’in kendilerine madalya takmaya hazırlandığını bir ihtimal hissediyor olsalar da nasıl ve ne şekil de ya da kimin aracılığıyla arkadan mı önden mi takılacağını kestiremiyorlardı.
Öyle ya karşılarında ne, dirayetli bir lider, nede halkın çoğunlukla eğilim ve teveccüh göstereceği bir parti vardı.
16 Ocak 1998’de Refah Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla Milli Görüş geleneğinden gelen siyasiler Fazilet Partisi altında tekrar birleşmişti. Ancak Siyonizm’in uzantıları fazilet partisinin de kapatılması için Anayasa mahkemesine dava açmalarının ardından, Türk siyasi hayatında ki politikacılar, gerilimli bir bekleyiş sürecine girmişti. Fazilet partisi ve diğer siyasi çevreler de mahkemenin kararı beklenirken bu gergin bekleyiş fazilet partisi içinde bazı huzursuzlukları da başlatmıştı.
Değişmeyen politikalar ve değişmeyen yaşlı lider kadrolar sebebiyle partinin halk tabanında karşılık bulamadığını düşünen Abdullah Gül’ün liderliğindeki Yenilikçiler ile Gelenekçiler Fazilet Partisi kongresinde başkanlık yarışına girdi. 14 Mayıs 2000 tarihinde düzenlenen kongreyi kıl payı bir farkla kaybeden Yenilikçiler artık partide toplum tabanlı bir siyaset yapılamayacağına karar verip partiden ayrılmayı düşünmeye başlamışlardı.
Parti içinde bunlar yaşanırken bu arada Anayasa mahkemesi de beklenen kararını açıklamıştı.
Karar beklendiği gibi fazilet partisinin kapatılması yönünde olmuştu.
Sonuçta; Fazilet Partisi de Refah Partisi ile aynı akıbete uğrayarak kapatılmıştı.
Kapatılma kararı millet iradesine vurulan bir darbe, demokrasi adına önemli bir ayıp olsa da demokrasiden ödü kopan ve yıllarca milletin iradesini hiçe sayan Siyonizm’in emrindeki yapılar bu karara çok sevinmiş rahat bir nefes almışlardı. Öyle ki millet’in iradesine karşı bir kez daha zafer kazanmış olmanın sarhoşluğuyla bürokrasi çevresinden Siyonizm’in emrinde ki insanlar bir birlerini kutluyor hatta yakalarına rozet takarak sevinç naraları atıyorlardı.
Ara not; (Ancak bu olan bitenlere karşı tepkisiz gibi gözüken yüce Türk milleti de yıllarca kendi iradelerini hiçe sayan kendisine demokrasiyi layık görmeyen ve ülkeyi dünya standartlarının çok gerisinde taşımış bu yapıların boynuna madalyalarını takmaya kararlıydı.
Ölüm sessizliğine bürünmüş halkın bu tepkisizliği Siyonizm’in emrinde ki yapılar için hiçte hayra alamet değildi. Adeta avının üzerine atılmak için uygun bir zamanı bekleyen kaplan gibi yüce Türk milletti de öfkesini ve tepkisini kamufle etmiş öylece bekliyordu.)
……………
Fazilet partisinin kapatılmasının ardından gelenekçilere alternatif olarak Abdullah Gül’ün öncülüğünde yenilikçiler diye adlandırılan ve ilk gençlik yıllarından beri milli görüş hareketinin içinde olan bu gurup kendi başlarına yeni bir parti kurmaya karar vermişlerdi.
Okuduğu bir şiir yüzünden 10 ay hapis yatan ve 22 Haziran 2001de Hapisten çıkan Recep Tayyip Erdoğan’ın da aralarına katılması ile Yenilikçiler vakit kaybetmeden yeni bir parti çalışmalarına başladı.
Bu arada kapatılan fazilet partisinin yerine gelenkçiler diye adlandırılan eski fazilet partililerce 20 Temmuz 2001 tarihinde Ankara’da Saadet Partisini kuruldu. Yine Recai Kutan kurucu genel başkanlığa getirildi.
14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan partinin kurucu üyelerinden olan Recep Tayyip Erdoğan aynı zamanda partinin lideri olmuştu.
Yapılan çalışmalar sonrasında yeni partinin amblemi ve ismi belirlenmişti.
Yeni Kurulan partinin adı; Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)olmuştu.
Türk siyasi tarihi için önemli bir dönüm noktası olan 3 Kasım 2002 genel seçimlerine gelindiğinde Başlarına geleceklerden habersiz olan Siyonist kesimlerin işbirlikçileri,için 2002 genel seçimleri en rahat geçecek genel seçim olacaktı. Öyle ya Fazilet Partisi kapatılmış yerine kurulan saadet partiside bölünmüş ve güç kaybetmişti. Erdoğan’ın liderliğinde ki parti de daha on beş aylık bir parti olduğundan %10luk seçim barajını bile aşamazdı.(!)
Siyonizm’in tüm uzantıları kendilerinden emin bir şekilde böyle düşünüyorlardı ve çok rahat hareket ediyorlardı.
Demokrasi’nin renklerinden biri olan ve kapatılan fazilet partisinin katılamadığı yerine bölünmüş şekliyle yeni kurulan saadet partisinin olduğu seçim süreci oldukça durgun, renksiz ve sönük geçiyordu. Aylardır devam eden ve katılımın az olduğu, seçim mitingleri son bulmuş nihayetinde uzun fakat heyecansız maratonun sonunda beklenen seçim günü gelip çatmıştı.
Seçimlerin yapıldığı 3 Kasım Pazar Sabah 00,08 de başlayan oy kullanma işlemine 42 milyon kayıtlı seçmenin 32 milyon 768 bin kişisi sandık başına gidip oy kullanmasıyla
Akşam, saat 00.17 de oy kullanma işlemi tamamlanmıştı.ve oy sayım işlemine geçilmişti.
Televizyonlardan naklen yayınlanan Ülkenin hemen her bölgesinden gelen seçim sonuçları o ana kadar sönük geçen seçim sürecini bir anda hareketlendirmiş ve bütün ülkeyi bir heyecan sarmıştı çünkü sandıklardan Siyonizm’in işbirlikçilerini şoke eden sonuçlar çıkıyordu. Açılan ve sayılan her sandıkta Ak parti uzak ara önde gidiyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde oy sayım işlemi büyük ölçüde tamamlanmıştı. Yüksek seçim kurulunun kamuoyuna açıkladığı seçimin resmi sonuçlarına göre Ak pati %34,63 lük bir oy oranı ile birinci parti olmuş ve deyim yerindeyse sandıkları patlatmıştı.
Parti’nin birkaç medyatik olan kurcularının dışında çoğunluğu pek tanınmayan insanlardan oluşan daha 15 aylık bir parti büyük bir başarıyla geçerli oyların % 34,63ünü almış ve müthiş bir oy oranıyla halkın teveccühünü kazanmıştı.
Ara not; (merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde çok kanallı ve renkli yayına geçen Türk televizyonlarının yayınları zaman içerisinde görüntü kalitesini artırmıştı. Bu sayede yıllardır halkın iradesini hiçe sayan çakma yurt severlerin seçim sonuçlarından dolayı suratlarının mosmor olduğu çok açık ve net bir şekilde belli oluyordu.
Morarmalarının ve şaşırmalarının en önemli nedeni, hep aşağılayıp hor gördükleri korkutup sindirdikleri yüce Türk milletinin, bir gün kendilerine sağlam bir Osmanlı tokattı atabileceğine ihtimal vermiyor olmalarından kaynaklanıyordu.
Aslında şaşırmakta haklı oldukları tarafta vardı. Çünkü kurulalı daha 15 ay olmuş siyaset hayatı için çok kısa sayılacak bir sürede üstelik parti’nin lider kadroları daha doğru düzgün televizyonlarda boy gösterememiş ve projelerini halka tam olarak anlatamamışken %34,63 gibi müthiş bir oy oranıyla seçimden birinci parti çıkması normalinde herkesi şaşırtan ilginç bir durumdu. Hatta Ak partilileri bile, şaşırtmıştı. Partinin kurucularından olan Abdullah Gül bir televizyon röportajın da ‘’doğrusu böyle bir oy oranını bizde beklemiyorduk’’şeklinde açıklamaları olmuş seçimin sonuçlarını şaşırtıcı ve ilginç bulmuştu.
Daha da ilginci o güne kadar seçimlerden sonra Türkiye de pek rastlanmayan bir şekilde yurdun hemen her bölgesinde, insanlar yaşadıkları şehirlerde sokaklara dökülmüştü. Adeta bir devrimi kutlar gibi ya da milli takımı final maçını bol golle kazanmış şampiyon olmuş ve dünya kupasını almış gibi sevinç gösterileri yapılmış şehrin caddelerinde araçlarının kornalarını çalarak şehir turu atmışlardı. Halkın önemli bir kesimi Sevinç içerisinde ellerinde bayraklarla, davullarla, zurnalarla geçenin geç saatlerine kadar kutlamalarını sürdürmüşlerdi..
Toplumsal psikoloji bağlamında bakıldığında milletin bu coşkulu tavrı seçim kazanmanın ötesinde sanki bir hesaplaşma veya öç alma içgüdüsünün birikmiş derin bir yansıması gibiydi.
Seçimlerin gecesinde ve hemen ertesinde gün boyu televizyonlarda yapılan açık oturumlarda seçimin sonuçların değerlendiren ve tartışan gazetecilerin, bürokratların ve siyaset bilimcilerinin ortak kanısı kullanılan oy,ların önemli bir bölümünün ‘’tepki oyları olmasıydı. Evet, aynen öyleydi. Ülkenin, sağcısı da, solcusu da, demokratı da, muhafazakâr’ ı da, toplumun her kesiminden ve her siyasi görüşten insanlar, Siyonist kesimlerin işbirlikçilerine tepki olarak AK Partiye oy, unu vermişti.
Halktan yedikleri tokattın etkisiyle şaşkına dönen ve sonrasında ilk şokunu atlatan Siyonizm’in şövalyeleri onlarca yıldır yaptıkları gibi yeniden halkın ezici iradesini hiçe sayıp arka bahçeleri olan Anayasa mahkemesine koşmak istemişlerdi. ‘’Gerekçeleri, siyasi yasaklı birinin parti kuramayacağı savı yönündeydi ancak anayasa mahkemesine gitmeye fırsat bulamadan hukuk çevreleri bu gerekçeyi çürütmüşlerdi. Buna rağmen Yine de ellinden oyuncağı alınmış şımarık ve aksi bir çocuk gibi salya sümük ağlamaklı vaziyette ayaklarını yere vurup ısrarla Ak parti’nin de kapatılması yönünde anayasa mahkemesine başvuruda bulunmak istemişlerdi.
Ancak ellerinde kendilerine haklılık kazandıracak bir gerekçe yoktu. Zaten hiçbir zaman da gerçek manada böyle bir gerekçeleri olmamıştı, yaptıkları her zaman ki gibi pislikten başka bir şey değildi. İslam’a alerjileri olan ve aslında çoğunluğu masonlardan oluşan bu yapıların ağladıkları tek yer Anayasa mahkemesi değildi. Bazen de Kudüs de ki ağlama duvarına gidip Yahudi gönüldaşlarıyla birlikte ağladıkları da oluyordu.
Seçimlerden sonra Siyonizm’in uzantılarının bir kısmı önceden de yaptıkları gibi yine koşarak Kudüs’e gitmiş. 485 metre uzunluğunda 18 metre yüksekliğinde ki ağlama duvarının önüne geçip. ‘’hay kafamızı, ulan biz nasıl önceden Ak partinin bu kadar oy alabileceğini fark edemedik buna nasıl engel olamadık diyerek gerilip, gerilip kafalarını defalarca düz duvara vurmuşlardı. Ve yine hayıflanarak ’’ulan bu millet’in bize böyle bir kazık atacağına nasıl uyanamadık vay a…ına Koyayım diyerek hüngür hüngür ağlamış yıllarca millete kanlı gözyaşı döktürdükleri gibi bu kez kendileri gözyaşı dökmüşlerdi.
‘’Karikatürize edilmiş şekliyle Siyonist kesimlerin düştüğü durum aşağı yukarı böyleydi.
……………
Parti, lideri olmasına rağmen siyasi yasaklı olduğu için Recep Tayyip Erdoğan milletvekilliğine adaylığını koyamamış ve milletvekili olamamıştı. Partisi seçimlerde 1.olmuştu ama kendisi meclise girememişti. Onun yerine Abdullah Gül Ak partiyi temsilen Cumhurbaşkanının huzuruna çıkmıştı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer halkın iradesini dikkate almış ve saygı duymuştu. Bu nedenle de Siyonizm’in uzantılarının itiraz ve yırtınmalarına aldırış etmeden hükümeti kurma görevini Abdullah Gül’e vermişti.
Abdullah Gül’ün başbakanlığında hükümet kurulmuştu.
Deniz Baykal’ın liderliğinde ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin de desteği ile mecliste yapılan bir anayasa değişikliğiyle Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırılmıştı. Böylece Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset yapmasının önünde her hangi bir engel kalmamıştı.
Siyonizm’in uzantılarının tehdit ve itirazlarına rağmen Deniz Baykal, demokratik bir tavır sergilemiş partisini siyasi tavrını Erdoğan’ın lehine olacak şekilde yönlendirmişti. Fakat kendilerini dinlemediği için Siyonist yapılarca bunun hesabı Baykal’a ileride sorulacaktı!?
Erdoğan, 8 Mart 2003 tarihinde Siirt’te yapılan yenileme seçimlerinde milletvekili seçilerek meclise girdi. Bunun üzerine kısa bir süre başbakanlık görevini sürdüren Abdullah gül,hükümetin istifasını 11 Mart 2003 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e sundu.
Cumhurbaşkanı Sezer Siyaset ve özellikle de bürokrasi çevrelerinden gelen itirazlara yine aldırış etmeden ve hiçbir sorun çıkarmadan hükümeti kurma görevini bu kez Erdoğan’a verdi. 15 Mart 2003’te Recep Tayyip Erdoğan başbakan sıfatıyla hükümeti kurdu ve ülkenin yeni Başbakanı oldu.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında Ak Parti siyasal anlamda başarıdan başarıya koşuyordu.
Zaman içerisinde Dünya ve Türk siyasi tarihinde görülmemiş şeyler olmuştu. Örneğin; Ak Parti katıldığı 2 referandum 3 genel 3 yerel, toplamda 8 seçimi de ezici bir çoğunlukla kazanmıştı. Seçim sonuçları Ak parti’nin isteği doğrultusunda neticelenip her seçimde oyunu arttırarak 1.parti olmayı başarmıştı. Ve reel de önüne uzun vadeli hedefler koyan, ilk ve tek parti olarak Türk siyasi tarihine geçmişti.
Bu durum Ak Partili Seçmeni’ni sevindirse de, demokrasi adına düşündürücü!? bir durumdu.
Devamı edecek
Serhat BİNGÖL 25.05.2015
YORUMLAR
Aslında uzun yıllar önce planlanan ve yavaş yavaş Türk Halkına ve Türkiye Cumhuriyetinin damarlarına yavaş yavaş zerk edilmeye başlanan uyuşturulma narkozudur bu eylemler. İlk rahmetli Özal ile başlayan bu eylemle istedikleri hiç bir eşyaya ulaşamayan Türk halkı Özal sayesinde dünyaya açılmıştır. Bu AB ' ye üyelikle mümkün olmuştur aslında ve oy olarak dönmüştür Anap iktidarına. Aslında yaptıkları yadsınamaz. Sonrasında gelişen çalkantılar ve genel seçimlerin ardından Rahmetli Necmettin Erbakan. Siyaseten tutmadığım ama yapmaya çalıştığı havuz sistemi ile belki de sorunlara çözüm olacağı sırada, yine Abd ve siyonistlerin baskısıyla kıskaç altına alınmıştır. Ki ben devlet memurluğum esnasında en iyi zammı o dönemde aldığımızı çok iyi biliyorum. Kural olarak bir ülkeyi çökertmek istiyorsan en iyi yöntem ya ekonomik, ya da darbeyle başarırlar bu işi. Türkiye Cumhuriyeti de sık sık darbelerle bu konuda hiç bir ülkeyi aratmamıştır. Sonra askeri darbeyle Erbakan hükümeti yıkılarak yine koalisyon hükümeti geçti iktidara. Sonrası malumunuz. Horozu çok olan yerde sasbah olmaz hesabı AKP ' ye zemin hazırlamıştır. Sonrasını yazmama gerek yok zaten. Sizi takipteyim değerli yazarım. Saygılar.
Serhat BİNGÖL
Hoş geldiniz
Yorumunuzda bahsettiğiniz konulara aynen katılıyorum. Emperyalist ve Siyonist yapılar, yıllar öncesinden planladıkları kurmaca oyunlarını ülkemizde ki işbirlikçileri ile yavaş yavaş hayat’a geçirmişlerdi.
Doğrusu merhum Erbakan benimde haz ettiğim siyasetçilerden değildir. Fakat demokratik yollarla halkın iradesiyle yani seçimle iktidara gelmiş meşru bir partinin lideriydi. Ne yazık ki demokrasi dışı uygulamalarla hadleri ve siyasal anlamda yetkileri olmayan kişi ve kurumlarca hem kendisine hem de halkın iradesine saygısızlık edilmiş ve haksız yere siyasetten uzaklaştırılmıştı.
Sonuçta zaman içerisinde halkın iradesi baskın gelmiş ve bir bakıma ilahi adalet devreye girmişti.
Yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla.
Tarih tekerrürden ibarettir derler.
Doğru söz.
Bu millet,
her zaman sessizliğini,
vakur duruşunu korumuştur.
Çok çileler çekmiş, çok zahmetlere katlanmıştır.
Ancak,
her zoraki siyasi değişimlerin ardından,
hak edene, hak ettiği şamarı atmasını bilmiştir.
Demirel, Özal ve Erdoğan buna en iyi örnektir.
Gerçi,
bu Demirel meselesinde biraz yanılmıştır ya...
Başka alternatif yoktu. Ne yapsalardı?
Ya İnönü, ya da Demirel idi seçilecek olanlar.
1960 darbecilerine de ancak APyi iktidara getirerek ders vermişlerdi.
Güzel bir yazı dizisi.
Yakın siyasi tarihimizi, adeta yeniden yaşıyoruz.
Serhat BİNGÖL
Yazı ve yorumlarımız da hep söylüyoruz ya artık siyasetçilerin bu yüce milletin asil duygularını sömürerek bir yere varmayacaklarını bilmeleri gerekir. Çünkü bizim insanımız binlerce yıllık müthiş zengin öğretilere sahip Anadolu kültüründen beslenmiş ve İslam uygarlığından gelmiş bilge bir millettir. Evet, belki kandırılmaya müsait ve o düzeyde iyi niyetlidir ama kendisine kötülük yapanı asla unutmaz. Er, ya da geç öcünü alır.
Kısacası geçmişte olduğu gibi ‘’iki anahtar vaat ediyorum bu sözümün altını çizin deyip seçimi kazandıktan sonrada yüce milletimizin manevi şahsiyetine hakaret ederek, ‘’seçimi kazanmak için o vaatleri vermiştim binalleyn şimdide o sözümün üstün çizin’’ diyerek insanların aklıyla ve duygularıyla alay etme dönemi bitmiştir.
Ha! bu gerçeği kavrayamamış halen bu çağda insanların ırkı, mezhebi, dini, milli ve manevi duygularını sömürerek oy alacağını sanan siyasetçilerde daha çook yüce milletimizin demokrasi tokadını ensesinde hissedeceklerdir..
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı sevgilerimle.