- 824 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Kahrolası Aristokratlar
Sör Charles’a baktım. Gecenin bu vaktinde saatin kaçı gösterdiğini ona bakarak anlamak mümkündü.
“Bana öyle bakma. Benim suçum değildi.”
Kadehi ağzıma götürdüm. Cabarnet Sauvignon... Damlalar beni üzümlerin toplandığı, sularının çıkarılıp fermante edildiği, fıçılara dolduruldukları Napa vadisine götürmedi. Onun yerine hep beraber Wheeler Gölü yoluna gittik. Simpkins sapağını geçtik, ilerideki isimsiz benzinciye gelmeden durduk. Sağdaki toprak yol sessizce ağaçların arkasında kaldığı için anayoldan gözükmeyen Cloughcorr’ların evine gidiyordu. Tam bu noktada geçen Perşembe’den beri kayıplara karışan posta kutusunun topraktaki kalıntılarını görmek mümkündü. Metalden yapılmış, siyah bir posta kutusuydu, değil mi?
“Gece karanlıktı. Sende çok iyi biliyorsun ki kutunun rengini seçmemiz imkansızdı. Zaten onu görmedik bile.”
Belli ki Sör Charles suçu hiç bir zaman üzerine almayacaktı. Belki biraz zorlasam...
“Tükendiğimi hissediyorum” dedi bir şey söylememe fırsat bırakmadan.
“Hepimiz tükeniyoruz” diye cevap verdim erken gelen savunmaya. “O geceden beri...”
Önümdeki kadehe baktı:
“Benimkinin sebebi sensin.”
Halbuki Perşembe gecesi öyle düşünmüyordu. Beraber arabaya bindiğimizde dünyanın beklediği kahraman bendim. Sör Charles sırtımı sıvazlıyor, ağzımdan çıkan her sözün akademik dünyayı sarsacağını söylüyordu. Laporte malikanesine giden yol boyunca kendimizi kandırma döneminin bittiğini, artık kimsenin General Motors için iyi olanın Amerika için iyi olacağına inanmadığını iddia ediyordu. Sonra... Sonra Wheeler Gölü yoluna saptık. Simpkins sapağını geçtik. Bu noktadan sonra ikimizinden hemfikir olduğu tek nokta hayaletin varlığıydı. Sör Charles’a sorarsanız yolun kenarında, pelerinler içinde bir hayalet belirdi. Bana sorarsanız beliren yalnızca bir kadındı: Pelerininin başlığını kaldırmış, bize doğru yürüyen bir kadın. Yanından geçip gidecektik ama her nedense onu iki farımın arasında gördüm. Önce havaya fırladı, sonra tüm ağırlığıyla kaputa çarptı. Belki bu yüzden posta kutusunun rengini göremedik. Belki de sadece karanlık olduğu için.
Durduk, tozu dumana katarak. İkimizde kaputtaki cesede bakıyorduk. Sonra kadın uzandığı yerden kalktı. Üstünü bile silkelemedi. Posta kutusuna çarptığı için çatlamış farın tarafından yürüdü, gitti. Ardından bakakaldım; Sör Charles bir şey demedi.
Kaputta ise ceset hala yatıyordu. Arabadan çıktık, cesedi kucaklayıp yolun kenarındaki hendeğe bıraktık. Çoğul konuştuğuma bakmayın, bütün bunları ben yaptım. Sör Charles ise sadece seyretti. Hatta onu bile tam yapmadı. Arabaya geri döndüğümde ortadan kaybolmuştu. Ardından küfrettim; duyduğunu bile sanmıyorum.
Şimdi ise karşılıklı oturuyorduk. Şişeye uzandım, kalan şarabı kadehime boşalttım.
“Bu son olsun” dedi Sör Charles.
Elimdeki boşalmış şişeye baktım: Charles Shaw, Cabarnet Sauvignon, 2012.
“2012... İyi bir yıldı.” diye içimden geçirdim. Sonra Sör Charles’ı yanıbaşımdaki çöp kutusuna attım.
YORUMLAR
Anlatım çok iyi,
tekrar tekrar okuyası ve hikayede kaybolası geliyor insanın.
bir verandada sakin bir gece sallanan sandalyesine oturmuş bir adam,
baş ucu sehpası gibi ufak tefek bir masa,
bir kadeh belkide iki kadeh ikiside dolu,
yalnızlığı heba etmek olmaz .)
Battaniyesine sarmalarken dimağının üşüyen yanlarını
ortaya çıkan koyu bir sohbet..
Çok güzeldi,
Tebriklerimle..
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Müthiş bir anlatım. Kaçıncı tekrar edişim bilmiyorum ama her defasında klasiklerden bir parça okuyor gibiyim. Mütevaziliğinizi biliyorum; o yüzden "ben öyle düşünmüyorum" yanıtınız peşinen reddedildi.
Saygılar.
İlhan Kemal
- Öykü sabaha karşı üçte aklıma geldi. O zaman çok daha farklı bir haldeydi. Kişileştirilmiş şarapla olan sohbetin bir faciayı içermiyordu. Ne yazık ki sabah uyandığımda sohbetin anabaşlıklarını hatırlamayınca kazayı uydurmak zorunda kaldım.
- Napa vadisinden gelen Cabarnet Sauvignon elitist bir görüntü yaratmasın. Sözü geçen Charles Shaw gayet kaliteli, saygın bir şaraptır (Hatta bu yüzden ona ara sıra Sör Charles derim) ama şişesi $3 dır (Kaliforniya'da $2 ye alabilirsiniz. Bu fiyat kutu koladan ucuza gelmektedir).
- Posta kutusu bilinçaltı kadrosundan öyküye dahil olmuştur. İki ay kadar önce hayatımın en uzun arabayla karda kaymasını yaşamış, öykünün geçtiği yerde bir posta kutusunu sıyırmıştım. Bu sabah o posta kutusunun öyküye sızdığını farkettim.
Saygılarımla.
Yeni rakıyla da bir serüveninizi okumak isterdim.
:)
Süprizleri seviyoruz.
İlhan Kemal
Elimdeki kadehe göz gezdirdim, sonra kararlı bir şekilde:
''Hayır'' dedim, ''Yıllardır bunu içiyorum; değiştireceğimi de düşünmüyorum''
''Yazık''
''Belki adın Tekirdağ olsaydı, ya da ne bileyim en azından bir Efe ya da Kulüp, o zaman işler farklı olabilirdi. Ama Yeni'ye yer yok hayatımda.''
Saygılarımla.
-Sude Nur Haylazca-
Buralarda sık karşılaşmıyoruz seninle, memleket kokusu gibi sarhoş ediyordun oysa, beni. Denizler uzak maviler gibi...
Ege'de bir sahil kakasabasında masamda balık, eşlik edersin belki benimle şarkılara...
Teşekkür ederim,
İlhan Kemal
"İkimiz yetmiyoruz bunun için" dedim, ''En azından bir üçüncü olmalı. O da yetmez, masa donatılmalı. Sir Charles böyle talepkar değildi. Olursa Mrs. Gouda ne ala, olmazsa da...''
Deyişin sonunu getiremedim. Şişede durduğu gibi durmuyordu zihnimin içinde.
-Sude Nur Haylazca-
Olmazsa olmaz soframızda; yeşik erik, çağla, gauda käse, kavun, süzme yoğurt, çoban salata, tereyağında kızartılmış Ala balık... Ve yıldızlarla dolu gökyüzü, medcezirle çoşmuş bir sahilde buz ile su eşliğinde...