- 773 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Yine Yağmur Yağıyor Brüksel'de
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yine yağmur yağıyor Brüksel’de. Dün de yağmıştı, ondan önceki gün de. Yarın da yağacak, biliyorum. Sabaha karşı uyanınca cam kenarına kurulmuştum; o zamandan beri yağmuru seyrediyorum. Ortalığı çamur götürmüyor. Sular yolları kaplayan parke taşlarından kayıp mazgallara gidiyor. Bu yüzden de şu uzun boylu, sarı şemsiyeli, kızıl saçlı kadının çizmeleri çamurlu değil. Çizmeler dizlerinin üzerine kadar çıkıyor. Bittikleri yerde henüz etek başlamıyor. Bir süre fileli çorabıyla idare ediyoruz. Neden sonra ama bele varmadan az önce eteğe geliyoruz.
“Pilili etek o çizmelerin üzerine olmamış” diye içimden geçiriyorum.
Kızıl saçları omuzlarını örtüyor. Yüzünü profilden görüyorum; burnu hafif kemerli. Karşımızdaki apartmana yöneliyor. Kapı eşiğinde şemsiyeyi kapatıp, koluna asıyor ve cebinden telefonunu çıkarıp birisini arıyor. Konuşuyor kendisini görmediğim, sesini duymadığım kişiyle. Boşta kalan eliyle kapıdaki zillerden birisine uzanıp başparmağıyla basıyor. Belki de ‘basıyor’dan çok ‘dayıyor’ demeli çünkü parmağını zilden çekmiyor. Hatta kendi bedeninin ağırlığını bile zile bastığı parmağını yükleyip; yere kapaklanmayı göze almadan elini zilden çekemeyecek duruma geliyor. Diğer taraftan telefonla konuşmaya da devam ediyor. Yağmur yağıyor. Belli ki Brüksel’de bir şey başladı mı, sona ermiyor.
Derken apartmanın kapısı açılıyor. Bir başka kadın beliriyor: Bu seferki kısa boylu, balık etli, orta yaşlı ve Uzakdoğu görünümlü... Kadın sinirli, kadın bağırıyor, kadın diğerini saçlarından yakalayıp tekmelemeye, tartaklamaya başlıyor. Nihayet kızıl saçlı parmağını zilden çekiyor ve boşa çıkan koluyla kendini savunmaya çalışıyor. Durumu Zaire’deki George Foreman’dan hallice; nakavt olmayacak. Diğer yandan telefonla da konuşmaya devam ediyor. Panik olmuş bir hali yok; önünde uzayıp giden sıraya rağmen dikkatini omzundaki ahizeye verebilen devlet memurunun sükuneti var.
Uzakdoğulu kadının bağırdığını duyabiliyorum ama ne dediğini anlamıyorum. Belki Fransızca, belki de Vietnamca bağırıyor. Civardan insanlar sese yöneliyorlar. İkilinin etrafında bir kalabalık toplanıyor. Avrupalılar tepkisiz olur diye bilirdim ama bunlar öyle çıkmadılar. Kalabalıktan iki kişi sıyrılıyor (İkisi de ne hikmetse erkek) ve kadınları birbirlerinden ayırmaya çalışıyor. Bu duruma en çok kızıl saçlı seviniyor olmalı çünkü çıkan arbede de hem saçlarını kurtarıyor, hem de kendisini hedefleyen bir iki yumruğun hedef şaşırdığına tanık oluyor. Adamlar beklediğimden daha başarılı çıkıp kadınları ayırıyorlar. Saldırının aslında bir tarafın işi olduğunu farkettiklerinde ikisi de Uzakdoğulu’ya yöneliyor ve önünde bir duvar oluşturup onu yavaş yavaş çıktığı kapı eşiğine doğru sürüyorlar. Kadın ister istemez geriliyor, önüne set çekenlere kızıyor ama yapacak da bir şeyi olmayınca içeri girip kapıyı kapatıyor. Sokaktaki gürültü de sona eriyor.
Kimse kızıl saçlı, uzun boylu kadına kavganın nedenini sormuyor. Sessizce dağılıyorlar. Kızıl saçlı ise hala telefonda konuşuyor. Brüksel’in havası hala kurşuni, hala damlalar gökten düşüyor.
Eşim hala kalkmış değil. Onu uyandırıp kahvaltıya oturmamız lazım çünkü dokuzda torunlarımıza bakmak üzere kızımın kapısını çalmış olmalıyız. Kapıyı çalmak deyince ister istemez sokağa tekrar göz atıyorum: Kızıl saçlı kadın hala orada, hala telefonla konuşuyor. Bir eli telefonda, diğer eli ise boşta. Ya da boştaydı demeli çünkü o el yeniden karşıdaki apartmanın ziline uzanıyor ve basmaya başlıyor. Geri gelmiyor zile temas eden baş parmak; basıyor da basıyor. Kapı tekrar açılıyor: Yine o Uzakdoğulu kadın. Çift pençe, dalıyor kızılın saçlarına. O aşağı çektikçe kızıl saçlı yay misali geriye doğru bükülüyor. Zile basan eli boşlukta, bir yere tutunmaya çalışıyor; diğer eli ise asli görevi olan telefonu tutmayı bırakmış değil. Ağzı da çalışıyor ama Uzakdoğuluya laf yetiştirmek yerine telefondaki her kimse, onu oyalıyor.
Civardan yine çığlıklara gelenler oluyor. Faslı bakkal Farrouh dükkanından çıkıyor, sokaktan geçenler müdahil oluyor. Artık kalabalıktan kadınları göremiyorum. Tam bu sırada içeriden bizim beyin sesini duyuyorum; beni çağırıyor. Gitmemek olmaz, kalkıp içeri seyirtiyorum. Niye erken kalkmışım, o gürültü neymiş, kahvaltı hazır mıymış faslından sonra salon penceresindeki yerime geri dönüyorum. Kalabalık dağılmış. Uzakdoğulu kadın görünürlerde yok; apartmanın kapısı da kapalı. Gözüme sarı şemsiye ilişiyor; hızlı adımlarla sokaktan çıkıyor. Şemsiye geriye kaykılıp belden yukarısını örttüğü için kızıl saçları ve hala ortalıklardaysa telefonu göremiyorum. Yakışmayan pilili etek ve uzun çizmeler bizimkini kesen Stalle sokağına doğru ilerliyorlar.
Her ne kadar merak etsem de kızıl saçlının derdini gidip Uzakdoğulu’ya soramam. Ne o benim Türkçemi bilir, ne de ben onun Vietnamcasını. Zaten çayı koymalıyım; Brüksel Aralık’ında içimizi ısıtan bir şey olmalı.
YORUMLAR
Sizin yazılarınız özlemişim. Keyifle telefon ve kapı zili çekişmesini okudum.
Tebrik ediyor başarılarınızın devamını diliyorum. Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Bir yağmurlu gün atmosferine uygundur kavga, nedenlerini ise kafamızda canlandıralım, belki ısrarla sevgilisinin nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyordur. Bin türlü senaryo yaratılır bu durumda. Meraktan ziyade zile basış şekli, tavrı ve inatçılığı ilgimi çekti.
Güzel.
İlhan Kemal
Bir insan niye kapıya öyle basar, niye telefonundan ayrılamaz; ben de bilmiyorum. Ama öğrenmeyi deneyebiliriz. Eğer çalan telefonu açmadan duramıyorsak, hazır açılmışı kapatmamak da anlaşılabilinir. Saygılarımla.
Avrupa'nın kavgası da insanı gibi soğuk demekki. Bizde olsa tüm mahalle kavganın nedenini öğrenir, öğrenemezse de bir kurgu yapar herkesle paylaşırdı :-)
Damarda Türk kanı var ya, gel de merak etme :-)
Tebrikler İlhan Kemal, güzel bir öykü.
İlhan Kemal
Emine UYSAL (EMİNE45)
İlhan Kemal
Tahminleriniz gayet olası. Belki de kadın telefonda konuştuğu kişinin ziline basıyor. Belki Vietnamlı sadece alt komşu ve bu kadar ısrarla üst kat komşusunun ziline basılmasından rahatsız. Her şey olabilir.
CaNMaYBuLL tarafından 7/25/2015 4:50:48 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Katılmamak elde değil (Yine de bir ekleme yapmak isterim: merak ve tembellik) Bu olayı kayınvalidemden dinlediğimde ben de merak ettim kızıl saçlı kadının telefonda neler anlattığını, niye ısrarla zile bastığını (Belki de Vietnamlının ziline basmıyordu bile). Öyküleştirirken de boşlukları doldurmadım: Hepimiz gibi ben de karanlıktayım.
Anlatanın ben olmadığının hatırlatmak için çayın altını çizdim. Çaydan iyisi, ben size bir fincan kahve vereyim. Soğuk hava ve çırpılmış yumurta ile şahane gidiyor. Saygılarımla.
Avrupanın insanı da havası da soğuktur, çayımız güzeldir :) gurbetçisi de soğuktur.
Kavgaya gelince illah bir sebeb gerekmiyor, hayatın kendisi yeter her an kavgaya tutuşmaya ve yazmaya.
İlhan Kemal
Diyerek ilginç bir noktaya değinmişsiniz. Gerçekten öyle mi algılanıyor doğduğumuz topraklarda? Belki de oraya gidenlerin kendilerinden başka dayanak noktası olmadığında geliştirdikleri nasırın sertliğidir soğuk gelen. Belki de başka bir toplumla beraber yaşamanın getirdiği başkalaşımdır. Bir gurbetçi olarak geri döndüğümde sorabilirim geride kalanlara: Beni soğuk mu buluyorsunuz? diye. Belki de haklısınız; düşünmek gerek üzerine. Saygılarımla.
-Sude Nur Haylazca-
Biz bize soğuk aslında gurbetçi gurbetçiye, neden bilmiyorum burada öyle, maddeci olmuş gurbetçi. Trdeyse bizi özleyen yok... Bunu gözlemliyeli çok oldu... Şöyle sıcacık karşılanmıyoruz. Gurbette ise şartların ağırlığından mıdır Para hırsı mı bilemedim kimsenin kimseyi sorduğu yok.., vs