- 629 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Korkularımın telaşlı savruluşları…
Yine o şehrin ışıkları patlıyor göz diplerimde, yine arayış, yine uzun süren hasretin belki de en son saatlerindeyim…
Yalpalıyorum, belki de yürüme üşengeçliği, basıp geçiyor seni arama düşüncelerimin üstüne.
Can sıkıntısı had safhada. Ve yanar söner ışıkların davetkâr çağrışları beynimde yankılanıyor…
Yine o bendeki sana ait kokuların telaşlı savruluşları beynimde. Ve o çocuk sesi kıvrılıyor beynimde. Adeta perişanlık başlangıcı içimde dalgalanıyor. Ve koyu bir kayboluş isteği bu alaca pembelik düşlerin arasında koyu siyah bir bant oluşuyor görmek istediğim ama aramadığım düşüncelerin üstünde…
Ve sen sevgili, olup olacak tek güvendiğim sestin sen. Ve uğulduyor sesin beynimde yankılanırken…
Uzaktan bir türkü kelimeleri geliyor bu bunalmış bakışlarımın arasından. Ve “gitme turnam vuracaklar” tınıları yüksek bir volümle geliyor park etmiş bir aracın içinden ve irkiliyorum. Tek kelimesini bilmem kaçıncı defa tekrar ediyorum bu donmuş durmuş zaman içinde. İçimde bir ürperti. Ve için için başlayan bir titreme. Ve o ışıklar, renk renk gözlerime ok ok saplanarak, ulaşıyor durduğum yerde bana…
Neden durmuştu bir anda benliğim bu “vuracaklar turnam” kelimelerine ait tınıda.
Sanki bir yanılgı bu geçmişe ait düşüncelerin duraklamasında. Ve duraklayan sen arayışım neden…
Senin gidişinden bu yana, kaçıncı yıl ve bu kaçıncı gecedir donuklaştığım, her seni anımsatan olgularla.. Oysa dünlerde birçok yaşanmışlık bitmişti, bu gün çok geçti artık, yarınsa ertelenmiş düşlerle dolmuştu…
Sanki durduk tüm hareketlerin içindeki an zamanlarında…
Aslında bir yalvarış ve yakarış çaresizliği idi bu sana ait şu anki düşüncelerle de bu türkü ile ortaya çıkan…
Ara sıra sazın geçiyor gözümün önünden… Kalemi bırakıp, onun tellerindeki , dokunan ellerine vede o tellerin tiz sesini duyar gibi hareket ediyordum…
Şehrinin bunalmışlığı anlarındayım sanki…
Bu bunalmışlığın içinde aslında sen varlığından kalan varlığım vardı…
Ve ben bu yalnızlığımın kalabalıklığı sadece sen düşünceleri idi…
Ve sen kalabalıklığımın içindeki tek varlığım yalnızlığım idi…
Ve bu yalnızlık senin için tüm vazgeçtiklerimin içinde kalarak, sonsuza kalan bir yalnızlık elde etmiştim…
Yarın yoktu bu yalnızımsı nefes almaların sadece dünü vardı. Ve yaşanmışlığın ardında kalan bir yalnızımsı düşünceden doğan yalnızlığımdı…
Sen geniş zamanlarımın ve de imkânlarımın kalabalıklığı olarak başlayan bir yaşam zamanımın geriye kalmış, dar zamanların yokluklarında dolaşan artık sadece bir eskimiş düşler olarak hayatımın girdapları olmuştun…
Bense sevmenin bedelini yalnızlığımla öderken, belki de sen kalabalıklarının içinde geniş nefesler almaktasın…
Oysa bilirim ki, bu kalabalıklar, bende olduğu gibi bir gün sende de yalnızımsı düşünceler bırakacaktır, sana ki o zaman sen de anlayacaksın sevmenin bedelinin çok zor şartlar yarattığını…
Hayatın bu kısmı insana yalnızlığı ile yaşam savaşı veriyor sadece…
Evet sevgili, yaşamın bu kısmındaki bedensel görüntünün, büyük bir boy aynasının camındaki yalnızımsı görüntüme bakarken, düşündüğüm tek şey, senin görüntünün böyle bir aynada nasıldır olduğudur…
Bu kadar büyük bir yar yüzü kabuğunun üstünde sürdüğümüz b u ayrı ayrı yaşamların asla yan yana bir görüntüde olmayacağımız idi…
Ve karanlık ve o şehir ve o şehirde nefes aldığımız sen ki nereden bileceksin benim bu şehirde hangi şartlarda var olduğumu asla bilemezsin…
Zorlamasına bir yaşamın yalnızlığına sahip olmuş bir bedenin nefes sesleri arasındaki gizemli bir yaşamın içinde var olma savaşı bu sevgili. Ve ben bu savaşta mutlaka geniş nefeslere ulaşacağım…
Yalnızlığma sahip olurken ben, varsın senin kalabalıkların arasındaki, gizemli gölgen geceler boyu dolaşsın… Öylece ben o kalabalıklarındaki senin dolaşmalarında ağrıyan yanlarımla baş etmeye çalışayım…
İnanıyorum ve biliyorum ki, yarın güneşli bir ilk bahar günlerinden birinde ben elleri yine cebinde dolaşan ve elindeki son taşı denize atıp geri dönen adımlarla yine yalnızlığıma ulaşacağım…
Gece yarılarından sonraki camdan görüntülerin, o kalabalıklarınla dolaşmaların, ömrümce unutulmazlarımın arasında, azap veren gördüklerim olarak kalacaktır bilesin sevgili…
Yılların zamanlarına hep gece düşer bu cümle aklıma… Ve düştükçe tüm bedenimi kaplar bu soğuk titreyiş…
Gecenin sesinde raks ediyordu bu söyleyiş. “Hastayım ben, inanmayacaksın ama hastalanmışım ben” cümlesini kaç kere duydum ve kaç kere tekrar ettim kendi kendime…
Ve bir kadının kirpiklerinden süzülüyordu gözyaşı damlaları…
O ağlıyordu sessizlikle ben ilk beden titremem ile lâl olmuştu dilim. Ve sadece direksiyonu sımsıkı tutuyordum. O anda sıktıkça sıkıyordum…
Kaç yıl geçti o geceden sonra ve yine gecenin sesindeyim. Öyle günler, öyle geceler hep diplerde kaldı ve hâlâ o donuklukla gecenin sesini dinliyorum… Ama tek farkı var ben şimdi yalnızlığımın arasına göz yaşlarımı da tıka basa sokuyorum…
Kaç yıl oldu ki bilmediğimden değil de inkâr etmek istemiyorum o yılları…
Arasıra tekrar etmek istiyorum o cümleyi kendi kendime mırıldanarak. Ve de bedenim titrerken donarken gecenin sesi hep ortaya çıkar…
Ve ben ne zaman bu hislerle pencereden donup kalarak bakarken, gökyüzünden hep birkaç yıldız art arda kayar düşer gibi olur bir yerlere…
İşte böyle her yıldız kayışında ve arkasındak izlerinin kayboluşunda ben o arada hep senin o hızla gidişini düşünür dururum…
Eskiden duvarlarda yazılmış sevgi cümleleri vardı. En çok sevdiğim “ali ayşeyi seviyo” veya bunun tersi idi “Ayşe Ali’yi seviyo.” Araçla bunları okuyup geçerken, hep karıştırır ve gülümserdim. Bir soru ile kim kimi seviyor derken, akıl tutulması gibi, cevapsız kalırdım…
Şimdilerde bu cümleler aklıma geldikçe, çocukça gülümserim…
Ve hemen ardınddan, senin söylediğin “hastayım ben” demen, toz duman düşünce karışıklığına sokuyor ve de düşünce tutulmasına…
Kaç yıl oldu be sevgili, kaç kuru yıl? Ben seni bu yıllara nasıl sığdırdım ki nasıl bir sevgi bu ki kendine bile cevap veremiyorsun…Ve bu yaşamda bir abartı var diyorum…
Abartı hak ettiğimizi bulamadığımız bir çok yaşam kesitinde belki de bulamadıklarımızı abartarak yazıyoruz bu günlerde…
Gece güne dönüyor…
Ve ben hâlâ konuşmuyorum kendime.
Aslında suskunluk yarı yarı konuşmaktı,
yüzlerce cümleye dönüşüyor düşünceler.
Yine uzayan gecenin sabahına ulaşma çabası
Ve ben hâlâ konuşamıyorum…
Oysa ömrümüze huzur gerekti. Sadece kendi kendimizi huzurlu hissedebilmekti. Tüm kırmızı çizgili yaşam isteklerini ortadan kaldırıp, kendi kendini huzurlu hissedecek, düşüncelere girmeliydim.
İçime geçmişte ferahlık veren, çok az yaşanmışlıkları, nefes nefes içime çekmeliydim.
Düşündüğüm anlarda, karamsarlıktan kurtulmak için, bir ömür mutluluk hissedebilmeliydim…
Bu akşam sonu gece çok uzun oldu, şu ana kadar ve daha daha çok uzun olacak bu gece belli belirsiz, bir çok düşünce sıralandıarka arkaya…
Darma dağın bir yaşam ortasında bu günlere sıçrayan çözülemeyen bir çok sorun, peş peşe sıralandı. Sadece düşüncedeki fırtınalar değil bunlar, yüreğe yaslanıp oturan çoğul isteklerin harabelerde dolaşır gibi, peş peşe yapışması bu yüreğe gelip oturarak…
Aslında tüm bu düşüncelerçözümsüzlüklerle büyüyp duruyor çaresizliklerle…
Ve ban hâlâ yalnızımsı düşlerin soyunu tüketemedim…
Bir tarafta öfke, bir tarafta kızgınlık, bir tarafta vazgeçilemeyen yaşanmışlıklar ve galiba sonsuza benimle beraber yolculuk yapacak yaşamdaki düşünceler…
Belki bu düşünce fırtınaları gün ışığı sonrasında bu gecelik varlıklarını tüketecekler…
Öfkeden, kızgınlıklardan, uzaklaşarak, bir bardak nes cafe’nin kokusunu fark etmeliydim…
Nedense gün gün zorlanmış nefes almalarımla zorluyordum yaşamı. Belki de güler bir yüz, huzurlu bir ses, kendine döndürürdü bu kasvet çıkışlarını.
Olmadı, olamadı…
Her saatin içine gizlenmiş sanki yaşamın içindeki yürek vurgunlarım…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.