- 1641 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KERE EĞEMEDİM BU KADININ BAŞINI -1-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Başlıkta söz konusu olan kadınının hikayesinden önce vereceğim -belki bazı okuyuculara sıkıcı gelecek- açıklamalar için şimdiden özürlerimi arz ederek başlıyorum:
8 Marttan bahseden bir yazı kaleme almayı düşünüyordum aslında.Sonra gördüm ki 8 Mart’ın hikayesini üç aşağı beş yukarı bilmeyen yok.
Olayın kısa özeti şu:
Bir tekstil fabrikasında greve başlayan 40 bin dokuma işçisinin polis tarafından fabrikaya kilitlenmesi ve akabinde çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçinin can vermesiyle sonuçlanan olay tarihte bir dönüm noktasıdır.
Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 1857’de ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın "Internationaler Frauentag" (International Women’s Day-Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oy
birliğiyle kabul edildi.
Anma tarihinin 8 Mart olarak saptanışı 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi.
Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş MilletlerGenel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılından sonra daha yaygın olarak kutlanan özel gün, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya devam ediliyor
Türkiye açısından önemli tarafı ‘’ Dünya Emekçi Kadınlar Günü ‘’ olarak belirlendiği tarihte yani 1921 de böyle bir günün ülkemizde kutlanabilmiş olmasıdır. Yani ülke henüz düşman işgalinden kurtulmamışken bizler Dünya Kadınlar Gününü kutlamışız ama vatan düşman işgalinden kurtulduktan sonra ta 1975 yılına kadar ya hiç kutlanmadı ya da aynı coşku ve heyecanla kutlanmadı.
1980-1984 yılları arasında hiç kutlanmadığını belirtiyor kaynaklar. 1984 yılından sonra ise tekrar kutlanmaya başlandığını…İşin doğrusu ben yakın zamana kadar Dünya Kadınlar Günü diye bir günün kutlandığını hiç hatırlamıyorum. Bir yerlerde bir şekilde kutlanıyor idiyse de ben hiç farkında olmamış olabilirim.
İşte böyle… Dünya Kadınlar Günü ile ilgili bir iki satır yazayım derken birden aklıma takıldı: Acaba Osmanlı Devleti döneminde de kadınlar bir takım haklarını elde etmek için hiç mücadele ettiler mi? Herhangi bir örgütlü mücadeleleri oldu mu?
Bu soruyu sokaktaki vatandaşa sorsam, hatta bırakın sokaktaki vatandaşı kendilerini memleketin aydınlanmış zümresi olarak gören az buçuk mürekkep yalamışlarına sorsam alacağım cevap üç aşağı beş yukarı malumdu: ‘’ Ataerkil bir toplum olan Osmanlı toplumunda, evinde kafes arkasına tıkılmış olan, okuma yazma oranının erkeklerde bile yüzde üçten yukarı olmadığı bir Osmanlı Dünyasında mümkün müdür kadının bir takım haklarını elde etmek için mücadele verebilmesi..Elbette ki sorunuzun cevabı hayırdır.’’
İşin doğrusu bize hep böyle anlatıldığı için biz de ‘’Evet yani, kafes arkasına tıkılmış, okuma yazma hakkı elinden alınmış, sırtından sopa, karnından sıpa eksik edilmeyen kadın mı? Hadi canım sende.’’ Der geçerdik.
Gerçekten de Meşrutiyet dönemi dediğimiz o döneme kadar ( 1876-1908) Osmanlı Devletinde kadınların, kadın hakları ile ilgili önemli bir hareketine rastlamıyoruz ama Meşrutiyet döneminde rahatlıkla günümüzdekinden daha fazla olduğunu söyleyebilirim.
Kadınlar seslerini duyurmak için bu dönemde çeşitli cemiyetler kurmuşlardır. Bu cemiyetlerin hepsinin kadın hakları ile ilgili olarak kurulduğunu söylemek elbette mümkün değildir ama en azından tüm kurulan cemiyetler ( dernekler ) vasıtasıyla kadınların ‘’Toplum hayatında artık ben de varım’’ dedikleri yorumunu yapabiliriz.
Bu dönemde kurulan cemiyetleri de amaçlarına göre sınıflandırırsak karşımıza şunlar çıkar(Sadece bir kaçı ):
A) Yardım Dernekleri
a) 1898’de Emine Semiye’nin kurduğu Şefkat-i Nisvan
b) 1908’de kurulan Osmanlı Kadınları Cemiyet-i Hayriyesi
c) Beyoğlu Rum Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniyesi ( Bu ve bundan sonrakiler 1.Dünya Savaşı yıllarında kurulan yadım cemiyetleridir)
d) Topkapı Fukaraperver Cemiyet-i Hayriyesi,
e) Kadıköy Fukarasever Hanımlar Cemiyeti
f) Himaye-i Etfal Cemiyeti
g) Asker Ailelerine Yardımcı Hanımlar Cemiyeti
h) Müslüman Kadın Birliği
i) Sulhperver Türk Kadınları Cemiyeti
B) Kadınların sorunlarına kalıcı çözümler üretmeye çalışan dernekler
a) Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniye
b) Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği
c) Türk Kadını Dershanesi
d) Bilgi Yurdu Müessesesi
e) Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyyesi: ( Bu cemiyet 1916 da Enver Paşa tarafından kurulmuş olup üyelerinin tamamı erkektir. Amacı kadınların çalışma hayatına katılımını sağlamaktı. Cemiyetin tüm üyelerinin erkek olması sebebiyle Kadınlar Dünyası Dergisi tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Buna rağmen Dernek, İstanbul’un çeşitli semtlerinde çorap, fanila örücülüğü, dantel, beyaz iş gibi iş alanlarında, yalnızca kadınların çalıştığı fabrikalar kurmuştur. Kendi açtığı bu işyerleri dışında, anlaşma yaptığı çeşitli özel ve resmi kuruluşlarda da kadınların çalışmasını sağlamıştır.)
C) Kültür amaçlı dernekler
a) Asri Kadın Cemiyeti,
b) Tefeyyüz Cemiyeti
c) Teali-i Nisvan Cemiyeti
D) Ülke sorunlarıyla ilgili çaba gösteren dernekler
Ma’mûlât-ı Dahiliyye İstihlâkı Kadınlar Cemiyet-i Hayriyyesi: ( Yerli malı kullanımını teşvik için kurulmuş bir cemiyettir)
F) Siyasal Partilerin Kadın Dernekleri
a) (İttihat ve Terakki Kadınlar Şubesi)
b) Teâli-i Vatan Osmanlı Hanımlar Cemiyeti
c) Osmanlı Kadınları Terakkiperver Cemiyeti
Müslüman ve gayrimüslim kadınların katıldığı ilk Cemiyet toplantısı 1 Ağustos 1908’de Selanik’te düzenlenmiştir. İstanbul’da da 12 Ağustos’ta benzer bir toplantı düzenlenmiş, özgür bir rejimde kadının konumunun ne olması gerektiği tartışılmıştır.
G) Feminist Kadın Derneği
a) Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti: ( Bu cemiyetten biraz bahsetmek lazım )
Derneğin amacı, kadının çalışma yaşamına ve toplumsal yaşama katılımının sağlanması olarak tariflenmiştir. Bu amaçla, kadını kuşatan ve kısıtlayan geleneklere, eşitsizliğe, eğitimsizliğe karşı bir mücadele başlatılmış, bir toplumsal inkılabın gerekliliği savunulmuştur.
Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti aile kurumuna eleştirilerde bulunmuş, çok kadınla evliliğin önlenmesini, boşanma hakkının kadına da verilmesini, görücü usulünün kalkıp kadınla erkeğin birbirlerini tanıyarak evlilik kararı almalarını istemiştir. Gerek aile gerek toplum içinde gerekli değişiklikleri dillendirerek kadını evinden dışarı çıkarmanın mücadelesini yapan derneğin programına siyasal hak talebi ancak 1921 yılında girebilmişti
Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti, bir terzievi kurarak hem kadınlara terzilik öğretmiş hem de dışarıya siparişle iş yaptırarak kadınların para kazanmasını sağlamıştır. Buna benzer başka işyerleri de açılmıştır. Derneğin en ses getiren başarısı, bir kamu kuruluşu olan İstanbul Telefon İdaresi’nde işe girme isteği reddedilen Bedra Osman Hanım ve arkadaşlarıyla ilgili kamuoyu oluşturmak ve işe alınmalarını sağlamak olmuştur. Dernek üyelerinden Belkıs Şevket Hanım, Osmanlı kadınının bilimin ilerlemesine seyirci kalmadığını göstermek amacıyla uçağa binen ilk kadın olmak istemiştir. Bu isteği önce kadın oluşu nedeniyle reddedilmiş, sonra Cemal Paşa’nın desteğiyle 18 Kasım 1913’te Belkıs Şevket, pilot Fethi Bey’in kullandığı uçakla uçmuş, bu heyecan verici deneyimi uzun uzun Kadınlar Dünyası dergisine yazmıştır.
b) Sade Giyinen Hanımlar Cemiyeti
H) Ülke Savunmasına Yönelik Kadın Dernekleri:
a) Nisvan-ı Osmaniye İmdad Cemiyeti : Kadın hareketlerinin öncülerinden Fatma Aliye Hanım tarafından 1897 Türk-Yunan Savaşı sırasında başlatılan yardım hareketi 1908 de dernek hareketine dönüşmüştür.
b) Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Heyeti
c) Müdafaa-i Milliye Cemiyeti ( Balkan savaşı yıllarında faaliyet göstermiştir.)
d) Müdafaa-i Vatan Cemiyeti. ( Kurtuluş Savaşı yıllarında faaliyet göstermişlerdir)
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
OSMANLIDA KADIN DERGİLERİ
a) İlk kadın dergisi 1869’da, Terakki gazetesinin 48 sayı olarak çıkardığı, Terakki-i Mukadderat dergisidir
b)Yazıların genellikle imzasız olarak çıktığı 1875 tarihli Vakit yahud Mürebbi-i Muhadderat dergisi ve Ayine dergisinde evlilik, eşlerin görevleri, çocuk bakımı, terbiyesi gibi konulara değinilmiştir.
c) 1880’de yayımlanan ve kadınları birçok konuda bilgilendirmeye çalışan Aile adlı dergide imza kullanılmamıştır, ama yazıların hepsini Şemseddin Sami kaleme almıştır.
d) Kadınlardan gelen mektupların dışında yayımcısı Mahmud Celaleddin’in yazılarını içeren 1883 tarihli İnsaniyet dergisinde, Mektepli Kız rumuzuyla yazan bir kadın, kadın dergilerinde kadınların yazılarına öncelik verilmesini istemiştir.
e)Kadın yazarların çoğaldığı 1883 tarihli Hanımlar dergisi, ev idaresine ilişkin bilgiler vermiş, edebi yazılara ve tarih konularına yer ayırmış, yabancı dil öğrenmenin önemi üstünde durmuştur.
f) 1886 yılında sahibi kadın olan ve yazı kadrosunun tamamı kadınlardan oluşan ilk dergi yayımlanmıştır: Şükûfezar [Anlamı: Çiçek bahçesi]. Dergi, önsözünde amacını"Biz ki saçı uzun aklı kısa diye erkeklerin hande-i istihzasına [alaylı gülüşlerine] hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek, şâh-râh-i sa’y-u amelde [çalışmanın doğru yolunda] mümkün olduğu kadar payendâz-ı sebat [ayak direten] olacağız" diye açıklamıştır. Derginin sahibi Arife de, öbür yazarları da kendilerini baba ya da koca adlarıyla değil, yalnızca kendi adlarıyla tanıtmışlardır.
g) 1888 yılında eğitime öncelik veren, kız okullarının durumunu irdeleyen ve Şair Nigar bint-i Osman gibi, Şair Leyla gibi ilk edebiyatçı kadınların yapıtlarına yer veren Mürüvvet dergisi yayımlanmıştır.
h)1889 yılında iki kadının çıkardığı, ev işleri, çocuk bakımı, aşçılık, pastacılık konularını işleyen Parça Bohçası dergisi tek sayı yayımlanmıştır.
i)1 Ağustos 1895’te, başyazarı ve yazı kadrosunun neredeyse tamamı kadın olan ve 1895-1908 arası tam 604 sayı yayımlanarak en uzun soluklu dergi olan Hanımlara Mahsus Gazete yayın hayatına başlamıştır. Kadınların sorunlarını, aile, iş ve çalışma yaşamlarını, eğitimlerini konu alan derginin okurlarına aşılamak istediği en önemli şey, kadınların her işi başarabileceği inancıdır. Hanımlara Mahsus Gazete bir kütüphane kurarak şair ve yazar kadınların yapıtlarının basımını ve satışını yapmıştır.
j)1895 yılında 27 sayılık Hanımlara Mahsus Malumat dergisini yayımlamıştır. Dergide Ahmet Rasim, Nazif Sururi, Mehmet Cemal gibi tanınmış yazarların kadınlara ilişkin yazılarıyla kadınlardan gelen mektuplara yer verilmiştir.
k) 1906’da Kırım’da, Tercüman gazetesinin eki olarak Alem-i Nisvan adlı bir kadın dergisi yayımlanmıştır. Kafkasya’da yaşayan Müslüman kadınlara yönelik bu dergide kadınların yaşadıkları kötü koşullar betimlenmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur.
l)1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla kadın dergilerinin sayısı birden artmıştır. Ayrıca Tanin, Servet-i Fünun, Sabah, Millet gibi günlük gazetelerde de kadın imzalarında artış görülmüştür.
m)1908’de yayın hayatına başlayan Demet adlı dergide ünlü erkek yazarların yanısıra Halide Edip, İsmet Hakkı, Fatma Müzehher gibi kadın yazarların yazıları da yer almıştır. İsmet Hakkı Hanım kadınların ikincil olmaktan kurtulmalarını istediği yazısında şöyle demiştir:"Bizler şu asrın terakkiyatından ne hisse alacağız? Yine o tepile tepile, eğitile eğitile maziye karıştı zannettiğimiz üzüntülerle mahrumiyetlere mi münkad olacağız [boyun eğeceğiz]? Hayır hayır artık çok çektik yetişir. Evet, artık bu yeknesak siyah gölgelerde bu bar-ı gaflete [gaflet yüküne], hissiz, mütevekkil katlanmak istemiyoruz". Dergide feminizm kavramı tartışılmış, kadınların mesleki olarak sınırlandırılmalarına tepki gösterilerek kız okullarına da fen dersleri konması gerektiği söylenmiştir.
n) Eylül 1908-Kasım 1909 arasında yayımlanan Mehasin, ilk renkli ve resimli kadın dergisidir. Kadınlar için düzenlenmiş konferans metinleri yayımlamıştır.
o) Selanik’te çıkan ilk kadın dergisi olan Kadın, Ekim 1908-Mayıs 1909 arasında yayımlanmıştır. Özellikle eğitim ve toplumsal yaşama katılım açısından kadın konusu üstünde durmuştur. Batılı kadınların kazandıkları haklarla ilgili Osmanlı kadınını bilgilendirmiştir.
ö) Kadınlar Dünyası….
Kadınlar Dünyası kadın ve erkek arasında yetenek, zeka bakımından hiçbir fark bulunmadığını, kadının ezilmişliğinin nedeninin yetiştiriliş koşulları olduğunu, kadını yalnızca eş, anne, ev kadını olarak görmek isteyen erkeğin kadına bir yaşam biçimi dayattığını savunmuştur. Kadının başka bir yaşam biçimi olabileceğini bile bilmediğini, kendi haklarından habersiz olduğunu belirterek bu durumu aşmak için kadının kendi geçimini sağlaması ve toplumsal yaşama katılması gerektiğini ileri sürmüştür. Kadınlar Dünyası’nın kadının sorunlarına çözüm yolu,"toplumsal inkılaptan bağımsız olmayan bir kadın inkılabı"dır."Bugünkü hayat yenilik istiyor" diyerek Osmanlı toplumuna bir inkılap gerektiğini vurgulayan dergi için kadın inkılabının amacı kadın erkek eşitliğinin sağlandığı yeni bir dünya kurmaktır.
Nasıl bir dünya olacaktır bu:"Haksızlığı, biçareliği, müsavatsızlığı [eşitsizliği] kaldırarak, ahlakın, vicdanın muhakemesiyle vücuda getirilecek yeni ve insani bir teşkilat". Derginin yazarlarından Mükerrem Belkıs kadınların ancak hemcinsleriyle dayanışma içinde, ortak bir mücadeleye girişmeleriyle kadının ezilmişliği sorununun aşılacağını ileri sürmüştür. Dergi bu amaçla 55. sayıda programını yayımladığı, Osmanlı kadınlarının hak mücadelesini yürüten Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti’ni kurmuştur. Hem derginin sahibi hem cemiyetin kurucusu olan Ulviye Mevlan, temel sorunu kadının üretici olmamasında görmüş, kadınlığı bilinçlendirerek üretken kılmayı hedeflemiştir. Dünya kadın hareketinden destek alan, yabancı basının da ilgi gösterdiği Kadınlar Dünyası yerli basından kimi yazarlar dışında- pek destek görmemiştir. Radikal söylemi zaman zaman tepki de çeken dergi, eleştirilere karşı sert tartışmalara girmekten çekinmezken, kendi kavramlarını da (feminizm anlamında kullandığı kadınlık ya da nisaiyyun gibi, hukuk-ı nisvan [kadın hukuku] gibi) oluşturmaya/açıklamaya, bu kavramlarla ilgili çarpık, taraflı yorumların yanlışlığını ortaya koymaya çalışmıştır. Yayın ilkesini kadının erkekle eşit olmasına çalışmak olarak belirleyen Kadınlar Dünyası, Osmanlı döneminde ilerici kadın hareketinin en gür ve kararlı sesi olmuştur.
----------------------------------------------------------------------------------------------
Peki sadece bu kadar mıdır kadınların kadın hakları ile ilgi çabaları? Ya da şöyle sorayım soruyu: Kadınlara 5 Aralık 1935de seçme ve seçilme hakkı verilinceye kadar siyasi anlamda herhangi bir şey yapmadılar mı?
Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki başta olmak üzere bazı siyasi partiler içinde kadınların da rol aldıklarını, kadın kolları oluşturduklarını görüyoruz ama asıl hareket tabii ki Cumhuriyet döneminde…
Cumhuriyet döneminde karşımıza öncü kadınlardan biri çıkıyor ( Gerçi oldukça fazladırlar ama bu örnek en barizidir.)
Bu kadının adı Nezihe Muhiddindir.
Cumhuriyet öncesinde kadın hareketlerinin en önemli öncülerinden biri olduğu gibi cumhuriyet döneminde de öncülerdendir.
15 Haziran 1923 tarihinde ilk kez bir kadın partisi kurdu. Partinin adı: Kadınlar Halk Fırkası idi. 27 maddelik parti nizamnamesi ve programında özetle. KHF’nin amacının, kadınların siyasi ve sosyal haklarını kazanmak, Meclis’te bu hakları savunmak ve kadınlığın statüsünü yükseltmek olduğu belirtildi. Hatta Dâhiliye Vekâleti’nin( İçişleri bakanlığı ) partinin açılışı ile ilgili iznini beklerken birçok faaliyette bulundu (Maarif Kongresi, Beynelmilel Kadın İttihadı’na temsilci gönderme, Hukuk-i Aile Kararnamesi üzerine bir kadın konferansı düzenlemek ve Medeni Kanun için etkin bir kamuoyu oluşturmak gibi). Partinin resmen açılmasıyla ilgili olarak sekiz ay sonra cevap geldi: ‘’ "Kadınların hayır işleriyle uğraşmaları daha iyi olur. Parti yerine dernek kurun’’
HF nın ( Halk Fırkası- İleriki yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi ) kuruluş aşamasında böyle bir partiye izin verilemezdi. Verilmedi de. Hatta bölücülükle suçlandı Nezihe Muhiddin.
Yılmadı…Türk Kadınlar Birliği adını verdiği bir dernek kurarak kadınların siyasi hakları için mücadeleye başladı.1926 da CHF ( Cumhuriyet Halk Fırkası/ Partisi ) Milletvekili adayı olmak istedi ama olamadı.1927 de Halide Edip Adıvarla birlikte bir kez daha denedi yine olmadı.( Her ikisi de tabii ki) Sebep iki taneydi 1- Kadınların hayır işleriyle uğraşması daha iyidir 2- Kadınlara henüz seçme ve seçilme hakkı verilmemiş olması.
Onların yerine aday olmak isteyen Mevlanzade Rıfat’a da CHP içinde yer verilmedi.
Bu girişimlerinden sonra 1927 de Nezihe Muhiddin Hem usulsüz bir kongre yapmak, hem de Türk Kadınlar Birliği Cemiyeti adına toplanan paraları zimmetine geçirdiği gerekçesiyle mahkemelere gel git yapmaya başladı. Tabii ki bu süreçte dernekten uzaklaştırıldı.Davalardan ise 1929 da çıkarılan af kanunuyla ceza almadan kurtuldu.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilince(5 Aralık 1934) bağımsız aday oldu ama seçilemedi.
Onun kurduğu Türkiye Kadınlar Birliği ise tam bir hayır kurumuna dönüştü.Cemiyetin başına “Biz hiçbir şekilde kadın haklarını savunmayacağız. Biz Atatürkümüzü destekliyoruz, o bize ne uygun görürse onu yapacağız.”Sözleri basına yansıyan Latife Bekir ( Çeyrekbaşı) Getirildi (Ki daha sonra senelerce İzmir Milletvekilliği yapmıştır bu bayan ) Kadınlarla ilgili tek icraatı Uluslararası Feminist Kongre’ye ev sahipliği yapmak olan bu cemiyet kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildikten sonra 1935de artık kadın hakları meselesi kalmadığını açıklayarak kendi kendini feshetti.Evet…Kadınlara seçme ve seçilme hakkı da verilmişti artık Allahlarından belalarını mı arıyorlardı? O halde Kadınlar Birliği denilen bir cemiyete de gerek yoktu.
Nezihe Muhiddin bir taraftan kurucusu olduğu cemiyeti dolandırma suçlaması, bir taraftan çok çalışmasına rağmen millet vekili olamama ve nihayet kendi kurduğu cemiyetin kadınlarla ilgili tüm haklar sanki elde edilmiş gibi kendi kendini fesh etmesi sebebiyle suskunluğa büründü. 1958de İstanbul’da akıl hastanesinde hayata gözlerini yumdu. Cenazesine ise TKB de omuz omuza mücadele verdiği hiç kimse katılmadı.
Peki Nazım Hikmet’in ‘’Bir kere eğemedim bu kadının başını’’ dediği kadın bu Nezihe Muhiddin miydi?
Hayır o değildi. Onun baş eğdiremediği kadın Fosforlu Cevriye idi.
Yarın İnşallah….
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazının hazırlanılmasında büyük ölçüde Doç Dr. Serpil Çakır’ın’’Osmanlı Kadın Hareketi’’ adlı eserinden faydalanılmıştır.
Resimler.
1- Kadın Dünyası Dergisi
2-Demet Dergisi
3-Hanımlara Mahsus Gazete
4-Kadınlar Birliğinin düzenlediği bir yürüyüş
5-Nezihe Muhiddin
YORUMLAR
hocam uzun ama çok anlamlı bir makaleidi.Kaçırmışım siz beni affedin.kutluyorum saygılar..
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Seçkiniz kutlu olsun, değerli Sami Biberoğulları hocam..
Sizi seviyorum, değerli juri; muhteşemsiniz...
sami biberoğulları
Selamlar, saygılar...
Teşekkür ederim, öncelikle...
Gereksiz polemik hiç bir şeye yaramıyor, diye devam etmek istiyorum.
1921'den.. 1970 bilmem kaç periyoduna kadar kadınlar için siz,
"..Yani ülke henüz düşman işgalinden kurtulmamışken bizler Dünya Kadınlar Gününü kutlamışız ama vatan düşman işgalinden kurtulduktan sonra ta 1975 yılına kadar ya hiç kutlanmadı.."
yazınca, ben bu ne demek diye sormamalı mıyım?
Burada Atatürk dönemi dahil oluyor ama, 1923-38 arası yani.. bakın 1920 TBMM dönemi bile değil, kadınlar için bir "gün"leri bile çok görülmüş ve önmesenmemiş, kutlanmamış gibi anlama ve anlaşılma ihitimaline gitmez mi veya böyle anlaşılmaz mı ?
Bunu sorunca sizi kafamda bir yere oturtuyor olmam mı gerekiyor!?
".. ya da aynı coşku ve heyecanla kutlanmadı..."
Burada da aynı şey var.. kadınlar Enver ve Osmanlı'nın zamanında o kadar çok hak almışlar ki zatene indirgiyoruz.
Sonra, yetmiş beşe kadar da öylesine gitmiş işte ?!...
Orada da kalmıyor, Harf İnklılabı'na da aynı tavsatmayı ekliyoruz.
Enver'e bu işin özne/eylemciliğini yüklemliyoruz.
Hocam, Enver'in yaptığı reformasyondur ve bölümseldir...
Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin ki ise devrimdir köktencidir.. bu anlamda da restorasyonlar kısmi ve devrimlerde bütünseldir.
Enver'e.. "Bir tek damarımın dahi Türk olduğunu bilsem, onu cımbızla çeker koparırım" diyen Cemal'e.. "Allience İsrael" okullarında öğretmen-posta memurluğundan, Sadrazamlığa gelmesi tuhaf bulunmayan(!) Talat'a kalsa iş, Çerkez yoğun "Avdeti" pay ve muhtelif etnik paydalardan mamül klanlarıyla, şimdi Akpkk eliyle kurulmaya çalışılan "neue Osmaniliğ"i taa o vakit kurarlardı.
Hiç öyle devrimle filan uğraşıp, uluslaşma filan peşin de de olmazlardı..
Rezerv devlet, tamamalayan millet filan işte oralarda anlam kazanıyor...
Ya da Osmanlılığın devamını, cumhuriyete filan gerek kalmadan, o reformasyonlarla olacak şekilde getirirdiler..
Kendi yazdıklarınızı, yine kendi yazınız içinde neden ayraç/tırnakla belirtiyorsunuz, diye de sormayacağız demek ki ?
Bunu sormayalım mı hocam, anlamıyoruz.. alıntı yazı nedir, ne diye oraya konulmuştur ve nereden alıntılanmıştır?
Siz yapmazsanız biz arar bulur, yazarız diyoruz ve araştırmamıza rağmen, kaynağını da bulamıyoruz ve size soruyoruz.
1923, 25, 67 çizgisi ile o ekalliyetler doğrusal ilintilidir.
Yeni Osmanlı, Türkiyelilik ve ılımlı islam'ın iki yüzü olan Juadik-islamizasyon ve merkezinde de Türk görünümlü "Türkiyeli"lerden mürekkep İsra/elit/ler oluyor, demektir.
Değerli şahsınızı bundan böyle gereksiz ve rahatsız edici sorularımızla meşgul etmeye ve de kafama göre konumlamaya son veriyorum.
Esenlikler dilerim.
Göktürkmen tarafından 3/8/2015 1:04:01 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Ben de size esenlikler diliyorum.
Hocam güzel bir yazı olmuş kadınlar hakkında bilinmeyenleri sayende öğrenmş oldum kalemine sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Ne yazmalı bilemiyorum?
Ne güzel araştırmış, ne güzel aktarmışsınız.
Her bir köşesini ilgi ile okuduk.
Bilmediğimiz çok şeyi öğrendik.
Tanzimat dönemini sevmem ama,
demek ki güzel şeyler de olmuş orada.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
"Türkiye açısından önemli tarafı ‘’ Dünya Emekçi Kadınlar Günü ‘’ olarak belirlendiği tarihte yani 1921 de böyle bir günün ülkemizde kutlanabilmiş olmasıdır. Yani ülke henüz düşman işgalinden kurtulmamışken bizler Dünya Kadınlar Gününü kutlamışız ama vatan düşman işgalinden kurtulduktan sonra ta 1975 yılına kadar ya hiç kutlanmadı ya da aynı coşku ve heyecanla kutlanmadı."
Hocam bu ne demek?
Meseleyi yine Osmanlı kadını-Türk kadını ki cumhuri ve Kemali dönem demektir; bağlamında ele alıyorsunuz.
Bu tür ele alış ve böyle bir mukayesellikle konuyu Osmanlı kadını olarak kurguladığınızda da; kadın hakkı savunucularının, işin özünü emek ve emekçiden koparıp, genel anlamda tatlı su feminelit öze dönüştürme şekline bürümeleri oluyor.
Clara Zetkin, Rosa Luxembourg ile sizin örnekleriniz, hatta Nazım Hikmet bağlamındaki örneğiniz 'Fosforlu Cevriye'ye yüklenen anlam bile farklılaşıyor.
Ki, yarın okuyacağımız için, onu yarına.. yani sizin yazınız gördükten sonraya bırakıyorum.
"..." Ataerkil bir toplum olan Osmanlı toplumunda, evinde kafes arkasına tıkılmış olan, okuma yazma oranının erkeklerde bile yüzde üçten yukarı olmadığı bir Osmanlı Dünyasında mümkün müdür kadının bir takım haklarını elde etmek için mücadele verebilmesi..Elbette ki sorunuzun cevabı hayırdır.’’.."
Burası için de kaynak bildirimi gerekiyor.
Ben yazıya saygımdan dolayı bu kısma ait kaynağı yazmıyor, zatınıza bırakıyorum.
Osmanlı aydını ve elbette aydınlanmacı kadını da tercüme odasında doğmuştur.
Osmanlı deyince otomatik olarak çok etni, çok din, çok mezhep aklımıza geliyor.
Türkiye ve Atatürk dönemi bunu tek kimlik ve kültür monotoizmine indirgiyor.
Böyle bakıyoruz, bakılan bakanı böyle zorluyor. Marks ihtiyaç keşfin anasıdır, diyordu.
Veya mikrop olmasa mikroskop bulunamazdı, teorizmi...
Özellikle bu türlü, yani genel anlamda ilerici ve reformatör ve özel anlamda da feminel hak arayış hareketlerini, sizin de buyurduğunuz gibi meşruti dönemlerden başlatmak doğrudur.
Azınlık veya levant haklarının gelişmesi, bununla birlikte (koşut) gider.
Ekalliyetlerden ve onların eğitim, öğretim, dil öğrenimine verdikleri öneme bağlı olarak, levant burjuvaziyi Batı'ya bağlayan üst yapı ilericiliği şeklinde bir göreli hak arayışından bahsedebiliriz.
Bu uyazdıklarınızın pek çoğu onun sonucudur.
Türki değildir, Osmani midir evet; Osmani o vakit mecburi levantenleşmiştir, çünkü...
Sizin "rezerv ülke", "tamamlayan millet" ve "Jön-Türk" hareketinin temelindeki, etnik ve dini farklılıkların bir yansıması olarak, bu hak arayışlardaki heteredoksaliteyi görmeden yazmanızı ise asla anlayamıyorum?!
Şunu kesinlikle anlıyorum, ama...
Osmanlı ve Türk dönemi karşılaştırmaları yapıyor, ve hep ikincisini zaten vardı; başlamıştı şeklinde ya da dolaylı olarak önemsizleştirerek anlatıyorsunuz.
Öyle ki, ilkinin eski halini mi, yoksa "neue" halini mi anlatıp, öneriyorsunuz işte orası gri bölge ve anlaşılmaz oluyor.
Bir teorem-tespit olarak, belki de eski ve yeni Osmanlı arsındaki geçiş dönemini "gri bölge olarak" yani Türk kimliği ve Türkiye Cumhuriyeti ve de 1923 devrimi olarak çözümlüyorsunuz?!
Bakacağız...
Türkiye'de 1923-1925 ve 1967 çizgisellik aşamalanması var; orada Türk tanımı, Türk devleti ve Türk toplumuna yüklenen değer aşamsal ve tarihsellik farklılaşmasına uğruyor, Türkler aleyhine ve ekalliyet lehine farkla, var.
Buna hiç dikkat etmiyorsunuz.
İlgiyle okumaya devam ediyoruz ve emek ürünüdür.
Saygılar.
Göktürkmen tarafından 3/7/2015 12:34:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Kendi yazdıklarımı bir daha kopyalamadan direkt sizin yazdığınız şu cümleyle başlayayım:
''Meseleyi yine Osmanlı kadını-Türk kadını ki cumhuri ve Kemali dönem demektir; bağlamında ele alıyorsunuz''
Yanılıyorsunuz...Maalesef siz kendinize göre bana bir rol biçtiğiniz için beni hep o rolün içinde görüyorsunuz. Ben 1921 yılında henüz ülke düşman işgalinden kurtulmamışken kadınların kendi hakları uğruna bir mücadelenin içine girdiklerini söylerken ülkenin kurtulması ile kadın haklarını eş değerde gördüğümü vurgulamaya çalışıyorum. Bunu yapmayıp '' henüz ülke düşman işgalinden kurtulmadan 15-16 Temmuz 1921 de Maarif Kongresi yapıldı'' deseydim bu takdirde olayı Osmanlı Dönemi- Cumhuriyet dönemi eğitim anlayışı bağlamında almış mı olacaktım?
''" Ataerkil bir toplum olan Osmanlı toplumunda, evinde kafes arkasına tıkılmış olan, okuma yazma oranının erkeklerde bile yüzde üçten yukarı olmadığı bir Osmanlı Dünyasında mümkün müdür kadının bir takım haklarını elde etmek için mücadele verebilmesi..Elbette ki sorunuzun cevabı hayırdır.’’.."
Burası için de kaynak bildirimi gerekiyor.
Bir konu hakkında kendi yorumum ve kanaatlerim için de kaynak bildirmem gerekiyorsa buna pes derim. Ayrıca bu yorumum öyle sallama bir yorum da değildir. Her ne kadar şimdilerde bilgisayara yapışık bir hayat sürüyorsam da yakın bir geçmişe kadar ben de bu toplumun içinde yaşıyor ve onlarla temas halinde bulunuyordum. ( Şimdi eskisi kadar toplum içine çıkmıyorum ) Yani bu yorumum zaman zaman sorduğum sorulara aldığım cevaplardır.
İlle de kaynak derseniz: Kaynak Sami Biberoğullar'nın gözlemleridir derim.
''Osmanlı ve Türk dönemi karşılaştırmaları yapıyor, ve hep ikincisini zaten vardı; başlamıştı şeklinde ya da dolaylı olarak önemsizleştirerek anlatıyorsunuz''
Değerli Arkadaşım.
Bazı şeyler için zaten vardı desem bile bu ikincisi dediğiniz Cumhuriyet döneminde yapılanları hafife almak ya da önemsizleştirmek anlamına gelmez. Örneğin: Harf İnkılabı zaten başlamıştı derim derslerimde ben. Ama öğrencilerim bunu '' Hımmm demek ki Atatürk'ün yaptığı harf inkılabı hiç de önemli değilmiş'' olarak algılamaz. Çünkü Enver Paşanın yapmaya çalıştığı şeyin oldukça başarısız bir girişim olduğunu. Arap harflerinin bitiştirilmeden yazılması girişiminden öteye gitmediğini bilirler. O bakımdan da Atatürk'ün yaptığı harf İnkılabını asla küçümsemezler.
''Türkiye'de 1923-1925 ve 1967 çizgisellik aşamalanması var; orada Türk tanımı, Türk devleti ve Türk toplumuna yüklenen değer aşamsal ve tarihsellik farklılaşmasına uğruyor''---- Tam olarak anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim maalesef. Bunu biraz daha açarsanız sevinirim
Fakat..''Türkler aleyhine ve ekalliyet lehine farkla, var.'' ifadenizi hiç mi hiç anlamadım. Ekalliyetler ( Ben azınlık olarak bilirim bu kelimeyi. Yanılıyor muyum yoksa ? ) lehine olan tek bir fark göremedim bu güne kadar. Bu konuda sizden mutlaka örnek isterim.
Selam ve saygılar.
Göktürkmen
Gereksiz polemik hiç bir şeye yaramıyor.
1921'den 1970 bilmem kaç periyodunA kadar, kadınlar için,
"..Yani ülke henüz düşman işgalinden kurtulmamışken bizler Dünya Kadınlar Gününü kutlamışız ama vatan düşman işgalinden kurtulduktan sonra ta 1975 yılına kadar ya hiç kutlanmadı.."
yazınca ve ben bu ne demek diye sormalıyım?
Burada Atatürk dönemi dahil oluyor, 1923-38 arası yani, bakın 1920 TBMM dönemi bile değil, kadınlar için bir "gün"leri bile kutlanmamaış gibi anlama ve anlaşılma ihitimaline gitmez mi yeva böyle anlaşılmaz mı ?
Bunu sorunca sizi kafam da bir yere mi oturtuyor olmam mı gerekiyor?
".. ya da aynı coşku ve heyecanla kutlanmadı..."
Burada da aynı şey var, kadınlar Enver ve Osmanlı'nın zamanında çok hak almışlara indirgiyoruz.
Sonra yetmiş beşe kadar da öylesine gitmiş işte?!...
Orada da kalmıyor, Harf İnklılabı'na da aynı tavsatmayı ekliyoruz.
Enver'e bu işin özne/eylemciliğini yüklemliyoruz.
Hocam, Enver'in yaptğı reformasyondur ve bölümseldir, Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin ki ise devrimdir köktencidir... bu anlamda da devrimler bütünseldir.
Enver'e, "bir tek damarımın dahi Türk olsduğunu bilsem,onu cımbızla çeker koparırım" diyen Cemal'e.. "Allience İsrael" okullarında öğretmen-posta memurluğundan, sadrazamlığa gelmesi tuhaf bulunmayan Talat'a kalsa iş, Çerkez yoğun ve "Avdeti" pay ve muhtelif etnik paydalardan mamül klanlarıyla şimdi Akpkk eliyle kurulmaya çalışılan "neue Osmaniliğ"i o vakit kurarlardı.
Hiç öyle devrimle filan uğraşıp , uluslaşma filan peşin de de olmazlardı..
Rezerv devlet, tamamalayan millet filan işte...
Ya da Osmanlılığın devamını cumhuriyete filan gerek kalmaladan, o reformasyonla olacak şekilde getirirdi..
Kendi yazdıklarınızı, yine kendi yazınız içinde neden ayraç/tırnakla belirtiyorsunuz, diye de sormayacağız demek ki ?
Bunu sormayalım mı hocam, anlamıyoruz,alıntı yazı nedir, ne diye oraya konulmuştur, ve nereden alıntılanmıştır?
Siz yapmazsanız birarar bulur, yazarız diyoruz ve araştırmamıza rağmen, kaynağını da bulamıyoruz, size soruyoruz.
!923,25,67 çizgisi ile o ekalliyetler ile doğrusal ilintilidir.
Yeni Osmanlı, Türkiyelilik ve ılımlı islam'ın iki yüzü olan Juadik-İslamizasyon ve Merkezinde de Türk görünümlü "Türkiyeli"lerden mürekkep İsra/elit/ler oluyor, demektir.
Değerli şahsınızı gereksiz ve rahatsız edici sorularımızla meşgul etmeye ve kafama göre konumlamaya son veriyorum.
Esenlikler dilerim.
Kıymetli hocam
Doğrusu çok ilginç bir araştırma yazısı olmuş sanıyorum pek az insan osmanlıda kadınların kendi hakları konusunda bu düzeyde rasyonel eylem ve faliyetlerin içerisinde yer aldığının biliyordur. Bu yazınız sayesinde bizlerde osmanlıda kadınların kendi hakları konusunda ne kadar aktif olduklarını öğrenmiş olduk.
Cumhuriyetin kazanımları elbette yatsınamaz ancak görüyoruz ki bizlere öğretildiği gibi kadınlarımız Osmanlıda çokta pasif değillermiş.
Kaleminize emeğinize sağlık
Tüm kadınlarımızın 8 mart dünya kadınlar günü kutlu olsun
Saygı sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL tarafından 3/7/2015 11:15:37 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Böyle bir çalışmada da gördüğümüz husus şu:
'' Onlar Osmanlıydı, Türk değillerdi '' ( O hareketler içinde olan kadınlardan bahsediyorum tabii ki)
Şimdi ben de yarın yapılacak olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü gösterileri için desem ki '' Yahu bu hareket benim Memleketim Kars'ın Kağızman İlçesinin Şaban Köyündeki kadın tarafından kutlanıyor mu? Hayır. O halde 8 Martta sokağa dökülen kadınlar Türk değildir.'' Bu ne derece doğru olur bilemiyorum...Şu Osmanlı-Türk meselesinden bir sıyrılabilsek mesele daha net anlaşılacak da...
Sitemim sana değil tabii ki))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
" Geçmişte nasılmış acaba?" sorusu, insanların her zaman sordukları sorulardan birisi ve cevabı da ancak tarih araştırmacılarının ortaya koydukları eserlerinden bulunabiliyor. Arama ve bulma konusunda mahir insanlar ancak doğru soruyu doğru kişiye soranlar oluyor. Sonuçta alınan cevaplar da tarihe düşülen notlar olarak zamanın insanlarına emanet ediliyor. Emanetleri muhafaza ve bir sonraki nesle aktarma işini de tarih öğreticileri yerine getiriyor.
Sami Hocam,
Sizden Allah (C.C.) razı olsun; ki: İyi bir araştırıcı, iyi bir muhafız ve iyi bir nakilcisiniz.
Ele aldığınız konuları, insanların rahatlıkla anlayabileceği ve sıkılmadan takip edebilecekleri bir üslup ile anlatmayı başarıyorsunuz. Bu, her tarih öğretmenine nasip olmayan bir haslet.
Ömrünüze bereket diliyorum.
Muhabbetle selâmlıyorum.
sami biberoğulları
Severiz ya da sevmeyiz, benimseriz ya da benimsemeyiz önemli değil, ama bu topluma bir şekilde yön vermiş olan insanları, onların mücadelelerini anlatmak da bırakın bir tarihçiyi ya da tarih öğretmenini her mürekkep yalamış insanın görevidir diye düşünüyorum.
Teveccühlerin için teşekkür ediyorum arkadaşım.
Selam ve sevgilerimle.
yıllarca bilinçsizce bilenen bıçağın gün gelip gerekli gereksiz her önüne geleni keseceğini hesaplanmalı insan..kadın haklarını almak adına kendine ekstra yükler yüklediğinin ne yazık ki farkına varamadı. tamam kadının seçme seçilme hakkı olmalı, çalışma hayatına girmeli, kendi ayaklarının üzerinde durabilmeli vs. vs. bütün bunlara hiç bir diyeceğim yok kadın olarak ama kadının annelik vasfının ona getirdiği yükler, evini çekip çevirme görevi, aileyi bir arada tutabilme becerisinin kendisinden beklenilmesi değişmedi buna birde çalışma hayatının getirdiği yüklerde eklendi. çalışan kadından şimdi hem annelik hem eş hem iş gören konumunu en iyi şekilde yapması bekleniyor, isteniyor. (şimdi bundan kadının çalışmasına karşı olduğum anlamı çıkarmaya çalışılmasın lütfen asla böyle bir düşüncem ve de niyetim yok.) bu durumda da kadın şimdi ne tam anlamıyla bir anne ne tam anlamıyla bir eş ne de çalışann olabiliyor. birini yapayım derken bir diğerini mutlaka aksatmak zorunda kalıyor...kadın hakları olarak değil de olayın kadın erkek ayrımı yapılmadan insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gerek diye düşünüyorum ki bu da ancak erkek zihniyetinin değişmesiyle mümkündür. bu değişimi yapacak olan yine kadındır, annedir. oğullarımızı yetiştirirken ayrımcılığı önce biz yapıyoruz sonra da kadın haklarından bahsediyoruz.kadın kadının kurdudur sözü boş değildir. bunu çok iyi düşünmek gerek.
sevgi ve saygı gönülden..
sami biberoğulları
Babaanneler eğitildikçe artık sofrada erkek çocuğa beş köfte, kız çocuğa iki köfte verilmeyecektir.
Yorumunda belirttiğin konularda tamamen haklısın.
Selam ve sevgilerimle.
Kadının başını eğmek mi!...
İşte bu, hayatta mümkün olmayan şeylerden biridir...
İyi ki de öyle...
Hatta, toplumun bütün kurgulanışı bunun için olmalı...
Eğer öyle olsaydı, mesela bir Özgecan faciası yaşanmazdı...
Türban sorunu olmazdı : Kadını başını açmaya zorlamak, kapamaya zorlamaktan daha masum olmadı, olamaz... Egemenlik mücadelesinin yanlış yeridir yani...
Erkek kendi yetersizliğine bir payanda olarak gördüğü sürece, kadının kişiliğini bulması gecikecektir... Erkeğin de...
Bu meselenin mutlak anlamda halledildiği bir dünyada insanlık bin yıl birden ileriye doğru tekamül edecektir...
Dolayısiyle, kadınların mücadelesini böyle okumak gerekiyor...
Kadınlar adına teşekkürler hocam...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Bakın bizde bir söz vardır '' Her başarılı erkeğin arkasında bir başarılı kadın vardır''
Derinlemesine irdelediğinizde bu sözde bile bir erkek kurnazlığı göze çarpar: Kadın ne kadar başarılı olursa olsun erkeğin arkasında durmalıdır. Neden yanında değil de arkasında? Kadınlar bile pek dikkat etmez buna))))))))))
Kısacası hinlikten, cinlikten sıyrılıp el ele vermeli kadın ve erkek. Biri olmadan diğeri olmuyor çünkü.
Selam ve sevgilerimle.
Paylaştığın bilgiler için teşekkürler. Rahmetli dedemin anlattığı bir hikayeyi anlatmak istiyorum.
Osmanlı zamanında iki gençevlenmiş. Adam aksi ve huysuzun biriymiş. Evlendikten sonra adam karısına ''Hatun ben ters adamın tekiyim akşam işten gelirken fesimin püskülü önde ise sinirliyim demektir ona göre davran karışmam yoksa'' demiş. Kadıncağızda ''Peki bey'' deyip susmuş.
Ertesi gün adamın işten gelme saati kadın evin cumbasına oturmuş kocasını bekliyor. Adamı brgörmüş fesinin püstülü ön tarafta aman ''Bey sinirli'' demiş. Kapıyı açıp ''Hoş geldin bey elini ayağını yıkayayım, yemek hazır'' diyerek adam sinirlenmesin diye suyuna gitmiş. Ertesi gün baksa adamın fesin püskülü yine önde yine kadın alttan alıyor adam bağırmasın sinirlenmesin diye. Ertesi gün yüne fesin püskülü önde, her gün adam işten gelirken fesin püskülü önde kadın kendi kendine ''bu ne böyle ya adam hepsinirli alttan alan hep ben oluyorum bu böyle olmayacak'' demiş.
Adam işten geldikten bir müddet sonra keyfi yerine gelince kadın kocasına dönüp'' Bey bazen bende sinirli olabiliyorum,canım sıkkın moralim bozuk olabilirim. Eğer eteğimin uçlarını belime doladıysam bilki ben asabiyim. Beni öyle görünce aman bana yaklaşma lafsöyleme kalbini kırarım'' demiş. Adamcağızda başına geleceğini bilmeden ''aman kırkyılın başı bir öyle olur heralde diye düşünerek tamam demiş.
Ertesi gün kadın kocasını iş dönüşü cumbada beklemeye başlamış. Bir bakmış adamın fesinin püskülü önde. Hemen eteklerinin uçlarını beline dolayıp kapıyı açmış. Adam onu öyle görünce sütdökmüş kediye dönmüş.
Bu hikayeyi anlatmamda ki amaç. Akıllı kadın kendini ezdirmez,haklarını alır ve sahip çıkar.
Selam ve sevgilerimle
sami biberoğulları
Yazıya değişik ve hoş bir yorum olmuş.
Yıllar önce öğrencilerimle sahneye koyduğumuz ''Paydos'' adlı Tiyatro eserinde bir replik vardı: Kadın bir başka adına akıl veriyordu: ''Erkek kısmı at gibidir. Kişner, tepinir huysuzluk yapar ama sonunda kadının dediği olur. Mesele dizginleri sağlam tutmakta. O kendi istediğinin olduğunu sanmalı ama aslında senin istediğin olmalı. İşte kadının hüneri budur''
Bu mealde bir şeydi))))))))))) Onu hatırlattı bu fıkra. Gerçekten de kadınlık bir sanattır aslında.
Selam ve sevgilerimle.