- 707 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEN MEHDİYİM
BEN MEHDİ’YİM
"Ben Mehdi’yim"
Demeden önce çay parasını da vermiştim lanet olsun...
“Ulan! Bu da mı deliymiş,” deyip bir cigara yaktı karşımdaki kız.
İkinci kez yüksek sesle "Mehdi’yim" deyişim tüm gürültüyü kesti.
Elindeki T cetvelini masaya koyan başak renkli kız:
"Memnun oldum, ben de Cleopatra" dedi...
Ardından Hitler, Firavun, Napolyon, vesaireler çıktı.
“Bana inanın, ben Mehdi’yim" diye haykırdım tekrar.
Sihirli asamı kaybettim, günlerdir perişanım.
Ulu Tanrı’mdan bu görevi alırken zor olduğunu biliyordum
Ama bu kadar acımasız bir dünyaya düşeceğimi bilmiyordum.
Zaten asamı bulsam istifa edeceğim...
PARA benden daha iyi yapıyor bu işi...
Şair Aydoğan Eyüp
Bu hikâye gerçek hayatta yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazılmıştır.
Tarih: 29 Eylül 2014
Yer: Yaylacık Köyü
Muhammet 36 yaşında kronik şizofreni hastasıdır. 2000 yılından beri ilaç kullanmaktadır. O gece yine hastalığının etkisiyle evin terasında üç kez "Ben Mehdi’yim, zafer İslam’ın olacaktır" diye bağırınca annesi Nurhan Hanım terasa çıktı, bir sigara yaktı ve oğlunun yanına oturdu.
"Oğlum, yine atak geçiriyorsun. Seni hastane yatıralım mı?"
Muhammet hastalığının farkındaydı ve "Tamam anne,” dedi, “Yatayım hastaneye." Çantasını hazırladı. Kardeşi Ahmet ve Meryem’le beraber arabaya bindi. Meryem "Nerede yatmak istersin?" diye sordu.
"Şevket Yılmaz’a gidelim, oranın methini duydum."
"Tamam. Ahmet, Şevket Yılmaz’a gidiyoruz."
25 dakika süren yolculuğun ardından Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesinin acilinden giriş yaptılar. 10 dakika bekledikten sonra nöbetçi asistan gelerek Muhammet’e hastalığı ile ilgili bazı sorular sordu. Muhammet tüm soruları eksiksiz cevapladı. Daha sonra soruları cevaplama sırası kardeşi Meryem’e geldi. Birkaç soru da ona sorulduktan sonra Muhammet yatış için artık hazırdı. Her zaman olduğu gibi kan tahlili için kan verdikten sonra hastanenin psikiyatri servisindeki odasına götürüldü.
Psikiyatri servisi çok lüks bir yerdi. 2 kişilik odalarda kalınıyordu. Yemekhane olarak kullanılan salonda çay ocağı vardı ve her zaman sıcak çay bulunuyordu. Geceyi rahat geçirdi. Sabah oldu. Yemekhaneden bahçeye çıktı ve onu gördü. Kısacık saçlarıyla hala muhteşem görünüyordu. 1999 yılındaki platonik aşkı idi o. Aradan tam 16 yıl geçmişti. Adını hala bilmiyordu ama onu hemen tanımıştı O ise Muhammet’i tanımamış görünüyordu. Oysa o zamanlar hisleri karşılıklıydı. Gidip yanına oturdu, telefonunu uzattı.
"Ne dinlemek istiyorsan aç, dinleyelim."
Kız telefonu aldı ve “Eklemedir Koca Konak” türküsünü açtı. Muhammet’in artık hiçbir şüphesi kalmamıştı. Bu türküyü 16 sene önce, ona aşık olduğu zamanlarda dinlerdi hep. Adını da öğrendi, Elif Özmen’di adı.
İlaç vakti geldiğinde Muhammet’e ağızda eriyen yarım ilaç vermişlerdi. Normalde Keitapin kullanıyordu. Asistan Erdal Bey Muhammet’e açıklama yaptı.
"Karaciğerin kötü durumda, enzimler yüksek çıkıyor. Keitapin enzimleri yükseltiyor bu yüzden sana ilaç veremiyoruz."
“Peki doktor bey.”
10. günden sonra Muhammet iyice kötüleşti. İlaçsız tedavi Muhammet’e iyi gelmemişti. Uyuyamıyordu. 10 gündür, günde 2 saatten fazla uyuyamamıştı. Doktoruna "Bana buranın tedavisi iyi gelmedi beni Muradiye Devlet Hastanesine sevkedin" dese de doktorlar bu isteğe olumsuz cevap verdiler.
2 gün daha böyle geçti. Bir Cumartesi günü, Muhammet hastanenin her zaman açık olan Yangın Çıkışı’ndan kaçmayı denedi. Fakat alarmı hesaba katmamıştı. Bahçe kapısına kadar ancak gidebildi. İki güvenlik görevlisi yolunu kesti ve Muhammet’i yeniden psikiyatri servisine götürdüler. Muhammet durumunun çok kötü olduğunu biliyordu, doktorlara “Lütfen, beni uyutun” diye yalvardı. Bir iğne yaptılarsa da fayda etmedi. Ertesi gün aynı kapıdan bir kez daha kaçmayı denedi Muhammet. Fakat bu kez peşinden gelen güvenlik görevlisini tehdit etmeyi unutmadı:
“Ben gidiyorum! Sakın peşimden gelmeye kalkma, yoksa seni öldürürüm!”
Hastaneden çıktığı gibi köyüne giden ilk otobüse atladı. Evine gitti, hastane kıyafetlerini çıkarıp takım elbisesini giydi, yanına bilgisayarını da alarak evden çıktı. Köy meydanındaki kahveye girdi, bir masaya oturdu, ana ekranında Muhammet’in memuriyet yemin töreninde çekilmiş fotoğrafının olduğu bilgisayarını açtı.
Fotoğrafta Muhammet bir masanın üzerine serilmiş bayrağa el koymuş yemin ediyordu ne var ki masada bir de silah vardı. Muhammet bu fotoğrafta kendini MİT görevlisi olarak görüyordu. Aslında o Mehdi’ydi.
O günlerde IŞİD Terör örgütü Suriye’de katliam yapıyordu. Muhammet’e göre IŞİD Deccalın ordusu, Ebubekir El Bağdadi ise deccalın kendisi idi. Muhammet Facebook üzerinden Bursaspor Taraftar Grubu’na bir mektup göndererek Suriye’de IŞİD’e karşı savaşmak üzere ordu toplamaya çalıştığını anlattı. Gruba gönderdiği mail şöyleydi.
“BEN İMAM ALİ ASKER’İN OĞLU İMAM MUHAMMET MEHDİ’YİM
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ayet: İnna fetahna leke fetham mübına
Anlamı: Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsân ettik.
2. Ayet: Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara ve yütimme nı’metehu aleyke ve yehdiyeke sıratam müstekıyma
Anlamı: Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir.
3. Ayet: Ve yensurakellahü nasran azıza
Anlamı: Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.
Bu mektup Bursa Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Servisi, Yıldırım-Bursa’dan yazılmıştır.”
Yukarıda yazdığım başlığı hastalığıma yorabilir, sahtekâr olduğumu, şan şöhret peşinde koştuğumu, kitaplarımın reklamını yapan bir yazar olduğumu düşünebilir ve bana inanmayabilirsiniz. Bunun hiçbir vebali yoktur.
Ben İmam Ali Asker’in oğlu İmam Muhammet Hanefi Taşkın’ım. Bu mektubu Resullah’ın ve Allahu Teala’nın zorlamasıyla yazıyorum. Ben Ehlibeyt’tenim, soyumuz İmam Ali Asker’e dayanmaktadır. Ve Caferiyim. Ne yazık ki Kahramanmaraş’tan Trabzon Çaykara Akdoğan köyüne büyük dedemiz Süleyman Efendi 1850 yılında soy ağacımızı yaktı ve Hanefi mezhebine geçti. Nedenini bilmiyorum. Bu yüzden Ehlibeyt’ten olduğumuzun tek delili hemen hemen her evde bulunan ve Emirsultan’daki dedemizin evinde asılı olan Nesebi Muhammed levhasıdır. Diyebilirsiniz ki bu levha kitapçılarda satılıyor ve para ile alınabilir. Buna bir şey diyemem. Babam İsmail Hakkı Taşkın’ın Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezuniyet tezi “Caferi Mezhebi ve Hanefi Mezhebi arasındaki farklar”dır. Atatürk Üniversitesi kütüphanesinde görülebilir.
Rabıtada peygamber efendimiz:
"Sen benim torunumsun ama sen bunu delilin olmadığı için kabul etmekte zorlanıyorsun sana darılıyorum. Ben Selman’ı ehlibeytimden kabul ettim, sen adımı taşıyorsun. Seni ehlibeytime kabul etmeyeceğim de kimi edeceğim? Eğer ehlibeytimden olduğun konusunda seni yalancı çıkarırsam şefaatim sana farz olsun.inşallah.”
Ben alevi olduğumu da söylemek isterdim ama ben kadiri Rufai meşrebiyim ve üstadım Abdullah Gürbüz Efendi’dir. Ve silsilemiz Dedem Hz Ali Keremellahu veche dayanır. 20 yıldır Allah c.c. rabıta yapmaktayım, bu görevi o bana ifa etti. 40 yaşında değilim, bir gecede ıslah olmadım, kar üstünde sürünerek bana tabi olmak zorunda değilsiniz zira kar yağmıyor gökten. Bir münadi “İmamınız İmam Mehdi’dir” diye bağırmadı.
Üç ihtimal var; ya ben yalancıyım, ya Resulullah yanıldı ya da mehdiyetle ilgili bütün hadisler Buhari ve Müslim de dâhil uydurma mevzuudur.
Doğru dürüst namaz kılmam, cumaya gitmem, şalvar ve cübbem yok, oruç tutmam, sakalım yok. Ancak Allah, bana içtihada bulunma yetkisi verdi. Kiğılı’dan takım elbise giyer, LC Waikiki’den tişört alırım. Lüksü ve zenginliği severim. Gülse Birsel hayranıyım ve Yalan Dünya dizisine bayılıyorum.
Buraya kadar olan benimle ilgili bilgilerdi. Özgeçmişimi, mektuplarımı, hikâyelerimi ve kitaplarımı edebiyat defteri.com’da inceleyebilirsiniz.
Google, Youtube, Facebook, Twitter ve edebiyatdefteri sitesinde Muhammet Hanefi Taşkın olarak aratabilirsiniz.
İKİNCİ VE ÖNEMLİ KONU
Dedem ve adını taşımakla iftihar ettiğim o yüce resul Bedir Savaşı’na katıldığında zırhı ve miğferi yoktu. Sizin tankınız, topunuz, tüfeğiniz, geminiz ve uçağınız var ama IŞİD’le savaşmak için plan üstüne plan yapıyorsunuz. Bu ordu savaş kazanamaz, askerleriniz şafak sayıyor. 780 bin kişilik orduda göğüs göğse çarpışabilecek ancak 3000 kişi var. Askerlikte gönüllülük esastır, vicdani ret haktır. Allah size apaçık bir fetih vaat ediyor; sizin geçmişte işlediğiniz günahları ve gelecekte işleyeceğiniz günahları affetmeyi vaat ediyor, size zafer vaat ediyor. Siz hala “Uçuşa yasak bölge olsun” diye düşünüyorsunuz düşünmeye devam edin.
Kobani bahane edilerek yapılan olaylar aslında provokasyon falan değil. Gençler kavga etmek, yumruk atmak, yumruk yemek, yakmak istiyor, savaşmak istiyor. Asıl askere alınması gereken bu gençlerdir, bakın o zaman ortada IŞİD mi kalır, Çin mi, Amerika mı? Lütfen bu geçlere fırsat verin.
Bugün Doğu Türkistan’da, Patani’de, Filistin’de, Orta Afrika’da, Libya’da, Suriye’de… Dünyanın her yerinde sadece Müslümanlar ölüyor. Eğer bu gün bu gidişata dur demeyecekseniz kıyamete kadar rezil rüsvay, boynu eğik yaşayın. Eğer geçmiş ve gelecek tüm günahların bağışlanmasını istiyorsanız benim orduma katılın.
Tarih: 13 Ekim 2014
Yer: Yaylacık Köyü Bahçeli Kahve
Muhammet Bahçeli Kahve’de oturuyordu. Bu sırada internete bağlanmıştı. Facebook’ta Mit Müsteşarını takip ettiği için, sayfasında Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın paylaşımlarını görüyordu. Bu durum, Mit görevlisi olduğu konusunda kendini inandırmaya yetmişti. Bu sırada babası arabayla kahvenin önüne gelip yoldan Muhammet’e “gel” işareti yaptı. Babasının neden geldiğini anlamıştı Muhammet. Onu hastaneye geri dönmeye ikna etmeye çalışacaktı belli ki. Yine de arabanın yanına gitmemezlik edemezdi. “Ben gelmiyorum baba” dedi..Babası elinde tuttuğu kağıdı gösterdi. Şevket Yılmaz Hastanesinde güvenlik görevlilerinin tuttuğu bir tutanaktı bu ve tutanakta Muhammet, hastaneye yatmak istememesi durumunda 155 Polis İmdat’a haber verilmesini istiyordu. Bu sırada Bursa Emniyeti de her yerde Muhammet’i arıyordu. Muhammet polislerin geleceğini anlamıştı ve Facebook’taki Hakan Fidan’ın paylaşımının altına "Amirim TEM(Terörle Mücadele Şubesi)’den geliyorlar. Eğer ‘Teslim ol’ demezseniz onları öldürüp ben de şehit olacağım" diye yazdı ve cevap beklemeye başladı. Bu sırada kahveden içeri sivil polis oldukları her hallerinden belli olan birileri girerek Muhammet’ten uzak bir yere oturdular. Muhammet yavaş adımlarla yakındaki markete gitti. Marketi dolaşmaya başladı. Bomba olabilecek bir şey arıyordu. Sonra 4 tane çakmak doldurma tüpü ve 8 tane sinek ilacı aldı. Marketteki kıza “Parasını sonra ödeyeceğim” dedi ve tekrar kahveye döndü. Sonra kahvedeki gençlerden birini koli bandı almaya gönderdi. Muhammet tüpleri dörder dörder bantladı. Bu sırada bir 112 Ambulansı geldi. İçinden bir doktor, bir şoför ve bir teknisyen inerek Muhammet’in masasına geldiler. Muhammet doktora TCK 46 cezai ehliyeti olmadığına dair raporunu ve bir kaç hastalığı ile raporları gösterdi.
“Diploma sicil numaran kaç?”
“Mezun olalı 5 yıl oldu, hatırlamıyorum,” dedi doktor. Ve ekledi:
“Seni hastaneye götürmek için geldik. Bizimle gelir misin?”
Muhammet itiraz etmedi, sakince bilgisayarını kapadı, çantasına yerleştirdi. Ekiple birlikte ambulansa bindi. Üniformasında 3 yıldız taşıyan polis de onlarla birlikte binmişti. Polise dönerek “Silahını arabada bırak! Yoksa bu ambulansta seni 10 saniye içerisinde öldürecek bir alet bulabilirim. Şayet çekiniyorsan beni kelepçele,” dedi. Polis bir anlık duraksadı, sonra silahını bırakmayı kabul etti. Muhammet 40 dakikalık yolculuğu kelepçelenmiş olarak sürdürdü. Muradiye Devlet Hastanesine vardıklarında başkomiser kelepçeleri açmaya koyuldu. Bir kolundaki kelepçe hemen açılmıştı ama diğeri açılmıyordu bir türlü. Neyse ki 5 dakikalık uğraştan sonra o da açıldı. Muhammet’i hemen bir sedyeye aldılar ve bir iğne yaptılar. Muhammet sedye üzerinde kendinden geçmeden hemen önce, en son duyduğu ses EKT cihazının “dıııttt” sesiydi. Uyandığında psikiyatri servisinde buldu kendini. Sonunda şifa bularak hastaneden ayrılacağı 24 günlük tedavisi başlamıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.