- 961 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI CEDDİM SULTAN 2.ABDULHAMİDİ ANLAMAK ZOR İŞ......
SENİ BİZ HALA ANLAYAMADIK SULTANIM...
Bu akşam Ülke tv de Sultan Abdulhamid merhumu anma proğramını izliyorum.Konuklar gazeteci yazar,tarihci Mustafa Armağan çok kıymetli bilgiler aktarıyorlar.
1950 lere kadar Abdulhamid Hanın lehinde konuşmak yasakmış.Nihal Atsız bir dergide Sultan Abdulhamid Kızıl Sultan değil dediği için mahkemede yargılanıyor..
Bursada İpekcilik cad .üzerinde Sultan Abdulhamidin yaptırdığı Öğretmen okulu varmış.Şu anda Çelebi Mehmet Anadolu Lisesi adı verilen okul halen ayaktaymış..
Niye okullara Abdulhamid adı verilmiyor.Bu konuda bir yasak mı var..İlk önce verilecek isimlerden birisi de o mübareğin adıdır...
Ordu Mesudiye Lisesinin ismi Hamidiye Lisesi imiş,İttihatcılar Mesudiye adını veriyorlar.
Şişli Etfal Hastanesi,Hamidiye Etfal Hastanesi imiş,mübareğin kendi parasıyla Almanlardan örnek alarak yaptırdığı hastanenin ismi değiştiriliyor..Şu anda Hamidiye Etfal olmuş teşekkür ediyoruz değiştirenlere...
Malezya Devlet başkanı Mahatter Muhammed Abdulhamid Koleji mezunu halen o ad altında devam ediyormuş...
Abdulhamid Hanın en büyük suçu,İsraile toprak vermemesi,İngiltereye petrol bölgelerini vermemesi,islamı şahsında temsil etmesidir...
Osmanlının paylaşımını pahalıya getirdi.Almanlara yanaştı ama bir verdiyse bir almak karşılığında İngiltereye karşı bu gerekliydi.
Almanya kralı Kral Wilhem iki defa Abdulhamidin müsafiri oluyor.Üçüncü olarak İttihatçılar zamanında geliyor gereken anlaşmaları yapıyor onlarla,harbe giriş maceramız o zaman yapılıyor.
Enver Paşamızın Enverland ülkesiyle-Almanya arasında..Beraber ittifak yapalım diyorlar.Osmanlı Alman İttifakına Abdulhamid Han dur diyor.31.Martın Darbesinin altında gizli Alman planları vardır.
Yıldız Sarayında mabeyn kısmında beş kişi Meclisi milli adlı yeni oluşan heyetten birileri padişahı hal etmeye geliyor..
31 Mart ayaklanması neticesinde tahtan indirecekler.Arnavut Esat Toptani,Arif Hikmet Bey,yahudi Emanuel Karasu...
Şeyhulislamdan aldıkları Elmalılı Hamdi Yazırın müsveddesini yazdığı hal kağıdını imzalatıyorlar.Suçlamalar,şeriatı ortadan kaldırdı,Meclisi feshetti, kütübü şeriyyeyi yaktırdı diyorlar.
Şeyhulislam İmzalamıyor.Talat Paşa geliyor,imzalamazsan hayatına malolacak diyerek imzalatıyorlar.
Fetva emini,Şeyhulislama zorla imzalatıyorlar.Heyet Sultan Abdulhamide-Millet seni azletti deyince Hal etti demek istiyorsunuz herhalde diyor.Mahkeme kurun ben herşeyi orada açıklıyacağım diyor ama hemen onu Selanik te Alatini Köşküne yolluyorlar..
Yahudi Emanuel Karasu hal fetvasını Sultana getiren heyetin başındadır.Emanuel Karasu benimle Abdulhamid bir piyon gibi oynadı diyor bu işi burada bırakmayacağım diyerek İngiltereye gidiyor ve planını oynamaya başlıyor.
Teodor Herzl ile beraber bundan on yıl kadar önce İsrail Devleti için Abdulhamidden toprak istemiş,karşılığında milyonlarca altın vermek istemelerine rağmen Sultanımdan asla bir taviz kopartamamışlardı...
Planı çoktan uygulamaya koymuştu bu nankör insanlar...
***
Ermeni çocuğun gözüyle..2 zabit arasında ABDULHAMİD HAN.
-Ben (Berc Buyan) istanbul doğumlu Ermenî asıllı bir vatandaşım. 7 yaşındaydım, babaannem beni birgün güzelce giydirdi, süsledi, güzel kokular sürdü ve elimden tutup yola düştük. Epey yürüdük geldiğimiz yer (sonradan öğrendiğim) YILDIZ SARAYI idi.
Büyük bir kalabalık toplanmış tezâhurat yapıyorlardı..Kalabalığın çoğu, azınlıklar ve belki de "İttihat Terakkî" mensuplarıydı.
Meğer bayram değil, Abdulhamid hanın sürgün günüymüş, biz de bu tarihi manzarayı izlemeye gelmişiz. Bir müddet sonra iki zabit arasında mazlum Sultan tüm heybetiyle kapıda belirdi. Elinde ahşaptan bir bavul vardı.
Herkes bir ağızdan cazgırların tahrikiyle: -"Bavulun içinde, hacimde küçük kıymette pahalı mücevherleri kaçırıyor, çalıyor" diye yaygara koparmaya ve ardından:
-"Hırsız, bavulu aç, aç" gibilerden bağrınmaya başladılar.
*Abdülhamid Han çok mahzundu. Tertip icabı zâbitlerden biri, kendisine ihtiram ile dedi ki:
-"Sultanım, görüyorsunuz kalabalık hakkınızda ağır ithamlar yapıyor. Biz sizi isnâd edilenlerden (hırsızlıktan) tenzih ederiz, böyle bir şey olmadığına-olmayacağına eminiz.
Lâkin siz bu çantayı eğer bugün açmaz, içindekileri göstermezseniz bu iftira üzerinize, hânedanınıza yapışıp kalacak. Rica ediyorum o bavulu açın, şüpheleri izale edin".
Sultan gayet vakûr bir şekilde cebinden bir anahtar çıkarıp bavulun kilidini açtı, lâkin bavulun içinde mücevherat bir kenara ne bir mendil ne de bir çorap vardı. Bavul bomboştu.
Ortalık suspus oldu. Herkes (iftiranın yapışmamasının) hayâlkırıklığı ile şaşkın şaşkın bakıyordu.. Zâbit dahi şaşırmıştı, şu soruyu Sultan’a sormaktan kendini alamamıştı:
-Efendim, içinde bir mendil bir çorap dahî olmayan bavulu kitlemiş olmanızın hikmetini anlayamadık. Îzah ediverseniz?
-Sultan şu ibretlik sözleri söyleyiverdi:
-"Ben bu bavula beni anlayamayan milletimin bereketini kilitledim"
(Bereketimiz onunla mı gitti acep? Rûhun şâd, olsun, mekânın cennet olsun Ey Ulu Hâkan, bu millet seni yıllar geçti hâlâ anlayamadı.)
***
Kazım Karabekir Paşada Harekat Ordusu zabitlerindendir.Hatıralarını 40 sene sonra yazıyor o günlerde yazamıyor.
Harekat Ordusuna katılıp ölenlerin cesetlerini mogda muayene ettik hepsi sünnetsizdi diyor.
Meğer biz gayri müslimleri Selanikten getirmişiz Sultan Abdulhamidi tahttan indirmek için.
Hareket Ordusu Konyadan Bursadan Trabzondan gelmedi.Selanikten geldi.Neden Selanik?Selanik Sultan 2.Beyazıt Hanın 1492 lerde İspanyadan kovulan yahudileri yerleştirdiği şehir de ondan.
İtihat ve Terakki Konyada Trabzonda kuruldu.Çıfıt muhittte ondan ghep yahudiler oradaydı.Emanuel Karasu nerde.İbrahim Temo nerde.İttihat ve Terakkiyi kurdum diye övünen adam 1936 da Türkiyeye Tabibler Kongresine Romanya delegesinde doktor olarak geldi.
Ulan sen Türk değilmiydin it oğlu it.Sen madem hürriyet getirecektin, Türkiyeyi istibdattan Sultan Hamidden kurtaracaktın da niye Romanyada Bükreşte yaşıyorsun?
Kadir Mısıroğlu...
***
Turgut Özal bir v ideoda,S.Abdulhamidi dedesinden duyduğu sözlerle ne güzel anlatıyor.Mutlaka izlemiş olmalısınız.Değişimle alakalı bir eğitim toplantısının açılışında konuşuyor Cumhurbaşkanı Turgut Özal.Çocukluğunda bir ders kitabını sesli okurken Sultana kızıl sultan dendiğini gören dedesi gerçeği ona çocuk yaşında anlatıyorlar.
Turgut Özal ölümünden 30-35 gün önce bu konuşmayı yapmışlar.1993 de bu konuşmadan 35 gün sonra vefat etti.Bunun ardından Özalı ortadan kaldırma hazırlıklarına,28 şubata giden yolu açıyor bir takım güçler..Beş dakikada tarihimizi ne güzel yorumluyorlar.
S.Abdulhamid Osmanlının özü,özetidir.Osmanlı asalet,adalet ve feraset sutununa dayanır.Osmanlı bir ruh ve ahlak medeniyyetidir.
Osmanlıda Yavuzun vefatına kadar olan dönem (adeta ikinci sahabe )dönemidir.Bu insanlar kendileri için değil,ilayı kelimetüllah için yaşadılar.
Bugün Ehli sünnettten bahsediyorsak bunun temelleri 500 yıl Selçuklunun, 500 yılda Osmanlının gayretleriyle korunabilmiştir.
Osmanlı İslam coğrafyasında üç birliği,akidede birliği,fikirde birliği ve siyasette birliği sağlamıştır.
Fatih Sultan Mehmet Bosna’da yayınladığı fermanda Bosna’lı hristiyanlara dokunan karşısında beni bulur diyor.İkinci olarak tabiata zarar veren ,yeşili kesen karşısında beni bulur diyor..
Osmanlıda tarihi derinlik ve irfani derinlik vardır.Bütün medeniyyetlerin üzerinde kurulmuş,üzerine oturmuştur,Çin Medeniyyeti hariç..
Tarih son 300 yıla kadar bizim bulunduğumuz Osmanlıda yapıldı.Tarih bugün buradan yapılmıyor,ama buradan yapılıyor.Burası bütün dinlerin,felsefelerin,medeniyyetlerin merkez üssüdür.
Bugün Osmanlı aşılamamış,Osmanlı anlaşılamamıştır.En çok da bu ülkenin kendi çocukları tarafından anlaşılamamıştır.
DEVLET ADAMLIĞI FARKI...
İsmet İnönü zamanında Truman doktrini çerçevesinde ABD’den aldığımız “69 milyon dolar” askeri “yardım” ile elde edilen askeri techizatın bakımı için ABD’ye “her yıl 400 milyon dolarlık” bakım ve ithalat parası ödenmiştir.Ne karlı anlaşma değil mi?
Halbuki Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han’a bir yabancı firma tarafından yeni çıkartılan otomobillerden biri “hediye” edileceği zaman;
“Ben bozulduğu zaman yedek parçası memleketimizde imal edilmeyen makinayı kullanmak istemem.” demişti.
***
Abdulhamid Hanın manevi cephesine gelince..
İki anekdotla Sultanın manevi cephesini görelim..
1.Sultan Abdulhamid 1909 da tahtan indiriliyor.05 Mart 1915 Sultanım,Beylerbeyi Sarayında hapisteler.Yanında bulunan Doktor Atıf Hüseyine ,siz nekadar itikat etmezsenizde diyor.
-Birgün şifayı şerif okuyorum.Orada Peygamberden,onun sıfatlarından bahisler var.Bende onu okurken tarif edilemeyecek güzel kokular hissettim.Bu kokulardan düşmanın Çanakkaleyi geçemeyeceklerini hissettim.
18 Marta sayılı günler var daha .Artık gayretüllaha dokundu,inşallah geçemeyecekler buyuruyorlar.
CENNET MEKÂN SULTAN ABDÛLHAMİD HAN’IN EVLİYALIĞI
Bir salonda Sultan Abdûlhamid Han Hazretleri hakkında bir konferans düzenleniyor. Konuşmacılardan yeni etme, akademisyen birisi Osmanlının son dönemlerini, bilhassa Sultan Abdûlhamid Han Hazretlerini epeyce kötülemektedir.
Salonda tabi bu delikanlıya destek verenler olduğu gibi bu sözlerden rahatsız olanlar da vardı. Ortam iyice gerilmişti. Ön sıralarda oturan yaşlı bir zat ayağa kalkar, bastonunu alır, herkesin şaşkın bakışları arasında bastonunu vura vura sahneye konuşmacı gencin yanına doğru gider. Bastonunun ucuyla genci kürsünü kenarına doğru hafifçe iter ve mikrofonun başına geçer.
“Ey millet şu kadar süredir bu gencin Sultan Abdûlhamid Han Hazretleri aleyhinde ettiği lakırdıları dinlemektesiniz. Ama bu genç O’nu hiç görmemiştir. Onunla birebir hiçbir hatırası da yoktur.
Sultanı bizzat gören, müşahede eden, onunla hatırası olan birinden Sultan Abdûlhamid Han Hazretlerini dinlemek ister misiniz?” demiş.
Salondan “isteriz, konuş” nidaları yükselmiş. Başlar konuşmaya…
Evet ben O zatı bizzat görmüş, konuşmuş birisiyim.
Benim babam İstanbul’un eşrafından, zenginlerinden biriydi ve ben onun beş kızdan sonra dünyaya gelen tek oğluydum.
Annem babam hep “bir erkek evladımız olsa da bizden sonra ocağımızı tüttürse, malımızı mülkümüzü sahiplense” diye niyazda bulunurlarmış. Derken HZ. Allah beni ikram etmiş onlara.
Bundan dolayıda babam mahallede fakire fukaraya 40 gün bayram ettirmiş, ikramlarda bulunmuş.
Çok mutlu olmuşlar.
Derken ben konuşma çağıma gelmiş olmama ve hatta bu çağın geçmiş olmasına rağmen konuşmamam dikkat çekmiş. Konuşamadığım anlaşılmış.
4 yaş, 5 yaş oldum ama yok, konuşamıyorum.
Güya ben ocak tüttürecektim, malı mülkü yürütecektim…
Küçüğüm amma yine de görüyorum, seziyorum. Babam halime çok üzülüyor, gizli gizli ağlıyor. Beni görünce belli etmemeye çalışıyor ama aklım az çok idrak ediyor onu bu üzüntüsünü.
Gitmediğimiz doktor hoca kalmadı. Okul çağım geldi geçti. Dokuz on yaşlarına geldim. Akranlarım okula başladı ben gidemedim.
Bir gün komşumuz babama demiş ki, “ya komşu biliyorum, senin bu çocuğu götürmediğin doktor, okutmadığın hoca, kurban kestirmediğin türbe kalmadı ama bu çocuğu bir de Padişaha okutsan” demiş.
“Allah Allah o da nerden çıktı” demiş babam. Komşumuz demiş ki “Osmanlı Padişahları için 70 evliya kudretinde olduğu söylenir. Bir evliyanın duasını alacağına yetmişin birden duasını almış olur çocuk. Hem Sultan Abdulhamit Han zaten halk arasında da veli olarak bilinir. Bir de O!na okutsan” demiş.
İyide demiş babam nasıl olacak bu iş? Koskoca padişah. Türbe değilki kafana göre gidesin. Nasıl olacak bu iş demiş babam komşusuna.
Komşu başlamış babama akıl vermeye. ”Sultanımız Cuma günleri Cuma selamlığına gider. At arabası fayton üzerinde yoluna devam eder. Yani güzergahı bellidir. Sen sabah erkenden kalk ve git o güzergah üzerinde Sultanı kolay görebileceğini tahmin ettiğin bir yerde bekle. Sultanın abrası senin önünden geçerken yola atla, arabanın önünü kes, meramını anlat Sultana” demiş.
Çok zor bir iş, bir cür’et ama babamın aklına yatmış. Çünkü artık iyice çaresiz kalmış.
O gece, perşembeyi cumaya bağlayan gece babam hiç uyumamış. Ben de fark etmiştim anamdaki babamdaki heyecanı.
Bir şey var ama tam olarak bilmiyorum. anacığım sabah erkenden beni kaldırdı, yıkadı, temiz temiz giydirdi.
Sabah namazından sonra çıktık. Sultanımızın geçeceği güzergahta bir yerde durduk. Kimsecikler de yoktu etrafta. Derken yavaş yavaş millet çoğaldı, epeyce kalabalık oldu.
Herkes Sultanı görmek, teşhin etmek için doldurmuştu güzergahı. Artık iyice izdiham halini alan bir ortam oldu. İnsan adedi arttıkça arttı. Güya en öndeydik ama kalabalık bizi geriye doğru attıkça attı. Çok çok gerilerde kaldık.
Babam, zavallı yaşlı adamın son umuduydu ya, olmadı diye oturdu yere başladı ağlamaya.
Derken Sultanın arabası görüldü.
Sultanın arabası tezahüratlar arasında ilerliyordu. Geldi geldi geldi iyice yaklaştı bizim ilk durduğumuz yere. Tam bizim hizamıza geldiğinde araba durdu. Faytonun önce perdesi sıyrıldı, sonra penceresi açıldı. Sonra da Sultanın mübarek başı göründü.
Sultan mübarek başını uzatarak bize doğru yüksek sesle seslendi.
“İhtiyar, ihtiyaaaarrr. Getir onu getir onu” diye bağırdı.
Allah Allah ... bir şaşkınlık oldu ama anladık ki bize sesleniyor Sultan.
Hani babamın bütün ümitleri bitmişti ya, Sultanın bize seslendiğini anlayınca heyecanından bu seferde düştü bayıldı.
Hemen etrafımızdakiler babamı kaldırdı. Yolumuzu açtılar. Sultanın yanına gittik. Arabaya girdik.
Sultan hem benim başımı okşuyor hem de bir şeyler okuyormuşcasına dudakları hareket ediyor.
Fakat o sırada bende de bir şeyler olur oldu. İçimde bir şeyler olmaya bir şeyler kıpırdanmaya başladığını hissettim.
Derken Sultanım gözlerini benim gözlerime dikti ve
“Evladım söyle bakalım ben kimim” dedi. O güne kadar hiç konuşmamıştım.
Birden “Sultanım! Sen Sultanımız Abdûlhamid Hansın” dedim.
Babam benim konuştuğumu duyunca bir daha bayıldı.
İşte ben o günden bu güne bülbül gibi konuşurum.
Sultanımız Abdûlhamid Han’ı bu gibi yeni yetme veledlerden değil de onu bizzat gören, bizzat hatırası olan benden dinleyin istedim." demiş.
***
Abdulhamid Hana Yıldız Camii suikastında,58 kişi ölüyor,28 kişi yaralanıyor.Atların cesetlerinden insanlar yaralanıyor.Abdulhamid ezan okutturuyor.Faytonu kendisi sürerek saraya dönüyor.
Cuma namazından sonraki elçiler toplantısını iptal etmeyip görüşüyor ve hemen suikastçilerin bulunmasını istiyor ve yakalanıyorlar.
Ermeni Joris i affedip cebine para koyarak Avrupaya gönderiyorlar.
İzmir’de Gazi Paşaya planlanan suikasta ise olmayan bir suikastte ise bir çok kişi idam ediliyor..osmanlıyı on yılda yıkan İttihatcılar kahraman oluyor diğeri Kızıl Sultan aradaki farkı görmek lazım..
Ebussuud Efendi 90 değişik lale soğanı yetiştiryor.Abdulhamid Han Yıldız Sarayında Yıldız adı verilen laleyi yetiştiriyor.
O öldüğünde herkes ağlıyordu diyor Süleyman Nazif...
***
DEVLET YIKILDIKTAN SONRA!..
Birinci Dünya harbinin başladığı günlerdi!.. Dâhiliye nâzırı Talat Paşa ile harbiye nâzırı Enver Paşa ne düşündülerse, sabık padişah İkinci Abdülhamid Han’ın mesele hakkındaki malûmatına, bilgi ve tecrübesine başvurmayı uygun buldular. Bu maksatla İshak Paşa’yı Beylerbeyi Sarayı’na gönderdiler.
Otuz üç sene gibi uzun bir müddet Avrupa siyasetine hâkim olmuş sultan İkinci Abdülhamid Han, cevabında; “Bu vaziyette artık benim verebileceğim bir fikir, tavsiye edebileceğim bir tedbir kalmamıştır.
Zira bu zavallı devlet, harb-i umumiye sürüklendiği gün münkariz olmuştur.
Sizi bana gönderenler harbe girmeden önce göndermeli idiler. Dünyanın karalarına ve denizlerine hâkim olan devletlerine karşı Almanya ve Avusturya ile birleşip ateşe atılmak, tarihin ender kaydettiği hatalardandır” demiştir.
Her hâlde bu konuşmasından tatmin olmayan Enver Paşa’yı da Beylerbeyi Sarayı’na davet ederek nasihatlerde bulunmuş ve şöyle demiştir: “33 senelik saltanatımda, ferdin hürriyetine taraftardım.
Lâkin gelişi güzel bir hürriyet ve serbestiyi hiç bir zaman istemedim.
Meşrutiyeti ben ilân ettim. Ama mebûslarımızın kifayetsizliğini görerek kapattım. Meclis-i mebûsânın Doksanüç harbinde verdiği kararın bize neye mâlolduğunu bilirsiniz.
Balkanları kaybettik. İstanbul’a gelen Ruslar ile şerefsiz bir andlaşma imzalamaya mecbur olduk. Andlaşma imza ederken Safvet Paşa’nın ağladığını işitince ben de ağladım. Ama gözyaşı dertlere deva olmuyor.
Şimdi siz de acele ile bir harbe girmiş bulunuyorsunuz. İnşallah hayırlı ve şerefli olur. Fakat Allah göstermesin ya felâketle biterse... İster misin bu da Anadolu’nun kaybına mâlolsun.
Her devirde devletin düşmanı olmuştur. Siz de bu düşmanlarla işin iç yüzünü bilmeden birleştiniz.
Hareket ordusu ile İstanbul’a geldiniz. İktidarı ele aldınız. İstediğiniz makama geçtiniz. Yapmak istediklerinizi niye yapmıyorsunuz. Bunlara güvenme oğlum, insanı bugün alkışlayanlar, yarın onun aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler. Dikkatli ol!”
Ne var ki büyük hayâller peşinde koşan Enver Paşa ve İttihâd ve Terakkî ileri gelenleri bu mühim nasihatlere de kulak asmayarak bildikleri yolda yürüdüler. Böylece devletin yıkılmasına sebeb oldukları gibi, millete kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmadılar.
Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi..
***
SULTAN HAMİD’İN SON ANI!
Abdülhamid biraz istirahat ettikten sonra yavaş yavaş kalktı. Yanında bulunan Müşfika Kadınefendi, “Ne emir buyurdunuz” diye sordu. O’da, “evvela abdest tazelemek istiyorum” dedi.
Derhal leğen ve ibrik getirildi. Kadınefendinin muavenetiyle (yardımıyla) abdest aldı. Abdülhamid,
“Benim Buhari Şerifi’mi veriniz” dedi. Gösterdiği büyük metanetle yarım saat kadar Buhari Şerif’i tilavet etti.
Abdülhamid’in çehresi soldukça soluyor ve göğsü mütemadiyen tıkanıyordu. Başı yavaş yavaş sağ tarafına doğru büküldü. Göz kapakları ağır ağır düştü. Bütün vücudu bir saniye süren şiddetli bir sarsılmayla sarsıldı.
Dudakları arasından şehadet kelimesi dökülerek Rabbine yürüdü
(Z.Şakir, Sultan Hamid’in Son Günleri, Akıl-Fikir Yayınları).
İşte ulu hakan Abdülhamid Han bir mümin olarak yaşadığı gibi ruhunu da öyle teslim etti...
Sultan İkinci Abdülhamid Han (1842-1918) bundan 98 yıl önce bugün 10 Şubat’ta vefat etti.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı ve 99. İslam Halifesi’dir. O’nun eğitime yaptığı katkılar sayesinde okuma-yazma oranı on kat artmış, ülke genelinde 15 binden fazla okul açılmıştır.
O’nun ne kadar büyük bir lider olduğunu Osmanlı Devleti’nin sancılı geçen döneminde 33 yıl boyunca başarıyla yönetmesinden anlıyoruz.
O nedenle Sultan Abdülhamid Han’ın siyasi dehası fevkaladedir.
Sultan Abdülhamid, 24 milyon kilometrekarelik bir alanda; adaletle, hoşgörüyle yönetip imar etmiştir.
İki Boğaz köprüsü ve Marmaray projesi O’nun projelerindendir.
Bunun yanında Hicaz demiryolu, telefon şebekesi, PTT şebekesi, hastaneler, okullar, gibi devasa hizmetler zamanında yaptığı önemli çalışmalardır.
Bugünkü Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Abdülhamid zamanında çalışan ve çok modern cerrahi ameliyatların yapıldığı kadın hastanemizdir.
Bugün ‘Hamidiye Hastanesi’ isminin verilmesi isabetli olmuştur.
Gelişim, değişim ve yeniliğe önem veren büyük Sultan Abdülhamid kuduz aşısını keşfeden ünlü Fransız bilim adamı Pasteur’e bir heyetle birlikte on bin frank para göndermiştir.
Bu para ile o dönemde İstanbul’un iyi semtlerinde güzel bir ev alınabiliyordu. Ayrıca Pasteur’ü Osmanlı Devleti’nin itibarlı onur belgelerinden Mecidiye Nişanı ile ödüllendirdi.
Bu durum büyük Sultan’ın bilime ve bilim insanına verdiği önemi ve takibi göstermektedir.
SULTAN 2.ABDULHAMİDİN ARDINDAN NELER DEDİLER...
1909 yılında tahttan indirildikten sonra, dokuz yıl içinde koca bir devletin İttihat ve Terakki idaresi altında çöküşünü büyük bir üzüntüyle takip eden Sultan 2. Abdülhamid, Devlet-i Âliye’nin hazin sonunu görmeden vefat etti.
Herhalde Osmanlı’nın parçalandığını, Anadolu’nun işgal edildiğini ve düşmanın Hilâfet merkezi İstanbul’a dayandığını görmek, onun için yaşadıklarından çok daha büyük bir acı olurdu.
Hataları ve sevaplarıyla Abdülhamid’i, hayatta iken bir "baba" olarak görüp takdir edenler ve onun hakkında "dünyanın son cihanşümul hükümdarı" diyenler olduğu gibi, tenkit edenler ve yerden yere vuranlar da oldu.
Tarih, vaktiyle onu acımasızca tenkit ederken sonradan pişman olanlara, değerini geç de olsa idrâk edenlere ve hattâ bunu âdeta bir "itirafnâme" gibi yazıya dökenlere şahit oldu.
Dinine bağlılığı, güzel ahlâkı, milleti için çalışması, adâletli tavrı ve düşmanlarına bile iyilik yapmasıyla öne çıkan Abdülhamid’i halk çok sevdi. Hakperest insanlar tarafından vefatı sonrasında dâima hayırla yâd edildi.
Onun Osmanlı Devleti ve cemiyeti için nasıl bir birleştirici unsur olduğu, memleketi 33 yıl nasıl bir dirâyetle idare ettiği, tahtan indirildikten sonra çok daha iyi idrâk edildi.
Jön Türk idaresine bıraktığı devletin yüzölçümü, Adriyatik’ten Basra Körfezi’ne, Karadeniz’den Afrika’nın kum çöllerine kadar yaklaşık 5 milyon kilometrekareye ulaşıyordu. İttihatçılara bir yangın, bir enkaz değil, 30 milyonu aşan nüfusuyla büyük bir ülke ve modernleşme çalışmaları devam eden bir ordu bırakmıştı.
Dış borçları azaltmış, devlet ekonomisini büyük ölçüde toparlamıştı.
Abdülhamid’in vefatından sonra tarihî itiraflarda bulunanların başında İttihatçı liderler geliyordu. Vaktiyle Abdülhamid idaresine bayrak açan ve "Hürriyet Kahramanı" ilân edilen Enver Paşa, Mondros Ateşkesi sonrasında 1 Kasım 1918 Cumartesi gecesi bir Alman denizaltısı ile ülkeyi terk ederken, yâveri Mersinli Cemal Paşa’ya, "Turan yapacaktık, viran olduk.
Bizim en büyük günahımız, hatamız Sultan Hamid’i anlayamamaktır. Yazık paşam, çok yazık! Siyonistlerin oyununa âlet olduk ve onların hıyanetine uğradık!" deyişi çok mânidardı.
Enver Paşa’nın bu sözleri, İttihatçıların nasıl büyük bir oyuna geldiklerini acı ama geç de olsa fark ettiklerini gösteriyordu.
Enver Paşa haklıydı; ama ne çare ki, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Niceleri Abdülhamid’i anlayamamakla kalmamış, milletin de gazabına uğramışlardı.
Osmanlı Devleti’nin Cihan Harbi’ne girmesine ve memleketin işgaline sebep olanlardan Talat Paşa da, "Geri döneceğim." diyen Enver Paşa’ya, "Siyaseten mağlup olduk, artık bunu unut. Milletin gazabı yüzümüze döndü." derken haksız değildi.
İttihat ve Terakki Fırkası içinde Abdülhamid’in en yaman muhaliflerinden biri de, çok yönlü bir kimse olan şâir-filozof Rıza Tevfik’ti. 2. Meşrutiyet döneminde payitahtta aktif rol alan ve Meclis-i Mebusan’a giren Rıza Tevfik’in edebî, siyasî ve halk adamlığı tarafları vardı. Ayrıca tıp doktoru ve üst derecede bir Mason’du.
Abdülhamid tahttan indirildikten sonra İttihatçıların istibdadını yaşayan ve onlarla yolunu ayıran Rıza Tevfik, bilâhare "Hürriyet ve İtilaf Fırkası"na girdi. Mütareke yıllarında bakanlık yaptı ve Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyette yer aldı.
Cumhuriyet devrinde "Yüz Ellilikler" arasına alındı ve affa uğrayıncaya kadar çeşitli ülkelerde yaşadı.
Memlekete ancak 1938’de dönebilen ve Masonlar hakkındaki ifşaatları geniş yankı uyandıran Rıza Tevfik, ıstıraplı bir hayattan sonra 1950’de öldü.
Sultan Abdülhamid sonrasında Osmanlı İmparatorluğu sadece parçalanmakla kalmadı; asırlardır Devlet-i Âliye’ye tâbi olan toplumlar,imâmesi kopmuş tesbih taneleri gibi darmadağın oldular.
İş işten geçtikten, maalesef fitne uyandıktan ve cemiyet içinde kutuplaşmaların zemini hazırlandıktan sonra, Rıza Tevfik de pişmanlık duyanlar arasında yerini aldı.
İlk defa 24 Aralık 1927’de Mısır’da neşredilen ve 1947’de Necip Fazıl Kısakürek tarafından "Büyük Doğu" mecmuasında yayımlandıktan sonra dava mevzuu olan "Sultan Hamid’in Ruhaniyatından İstimdat" adlı şiirinde pişmanlığını şöyle dile getirdi:
SULTAN ABDULHAMİDİN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT..
"Nerdesin şevketli Sultan Hamid Hân?
Feryadım varır mı bâr-ı gâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan
Şu nankör milletin bak günâhına!.
...
Tarihler adını andığı zaman
Sana hak verecek hey koca sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasî padişahına!.
...
Divâne sen değil, meğer bizmişiz!.
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz!.
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegâhına!..
...
Lâkin sen sultanım gavs-ı ekbersin,
Ahiretten bile himmet eylersin;
Çok çekti şu millet, murada ersin;
Şefaat kıl şahım meded, hâhına!.."
SÜLEYMAN NAZİF..
Şâir ve edip Süleyman Nazif de Abdülhamid’in arkasından şu mısraları kaleme aldı:
"Padişahım! Gelmemişken yâde biz.
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler, başlasak feryâda biz.
Hasret olduk eski istibdâda biz.
Dembedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket mâtemde, öksüz taht u taç
Hasret olduk eski istibdada biz."
MEHMET AKİFİN MUHALEFETİ VE SONRASI...
Mehmed Âkif de bir dönem İttihat ve Terakki’ye girmiş, 2. Meşrutiyet’ten önce ve 2. Meşrutiyet’in ilânının hemen sonra ülkede esen 2. Abdülhamid aleyhtarı havadan derinden etkilenmiştir.
Mehmet Âkif’in o yıllarda 2. Abdülhamid aleyhtarı tavrı, şiirlerine de yansımıştır. Meselâ, 1. Kanunisâni 1324/ (14 Ocak 1909’da) Sırât- Müstakim mecmuasında yayınlanan "İstibdâd" isimli şiirinde, Sultan 2. Abdülhamid’i ağır bir dille yermiştir.
Fakat gelişen hâdiselerin ışığında kısa bir süre sonra, büyük bir hata yaptığını anlamış, yine Sırât ı Müstakim mecmuasında 1919-24 yıllarında yayınladığı Safahat’ın 6. kitabı olan ve Âkif’in şâheseri olarak kabul edilen "Asım"da, babası Hoca Tahir Efendi’nin talebelerinden "Köse İmam"ın dilinden, Sultan 2. Abdülhamid’le ilgili sözlerini geri almış, onun gerçek değerini fark etmiştir:
"Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!"
2. Abdülhamid’le ilgili tenkidleri de "herzeyle iştigâl" olarak değerlendirmiştir.
S.Abdulhamid Han konuşulmaya uzun yıllar devam edecek görülen o.Ünüversitelerde S.Abdulhamid Kürsüleri kurmak,onun ince siyasetindeki dehayı gün yüzüne çıkarmak lazımdır.
Bugün bunları konuşup yazabiliyorsak bir yüz yıl sonra onun konuşulup anlaşılacağını umuyorum.Çağımız bilgi çağı herşey yazılır,çizilir öğrenilir oldu artık..
Doğruları gerçekleri söylemekten korkmayalım,tabuları yıkalım..
Başımıza ne geldiyse yalan tarihten ve yalan olduğu bilinen şeyleri doğru gibi göstermekten geldi..
Merhum Sultan Abdulhamide rahmet diliyorum.Ruhun şad olsun, mekanın cennet olsun Sultanım..
Kaynaklar:
1-II. Abdülhamid ve Dönemi (Sempozyum Bildirileri), Seha Neşriyat, Istanbul 1992, sayfa 208.
2-Mehmed Altan, Süperler ve Türkiye, Istanbul 1986, sayfa 87.
3-Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi..
14.02.2015//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.