- 1084 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Reçetesini Tedavi Eden Kalem
öyleydi işte yaşamak. zorâki ayak diremek hayat inadına. tam ortasına oturulan koltuk, tek anahtar kullanan kapı, aynı dudak izine âşina, kirinden kirt demiş bardaklar. önemsizliğin mahiyet kazandığı dağınık, dökük bir yaşam.
ve giderek değer bozdurmaktı anımsamak. albümlerden çıkarıp boşa geçen yılları, alıp satmak. an zehirlenmesi adını koyduğum, pan zehiri; serbestçe devrilen masalar, yırtık kağıt manzaralı duvar, beyaza boyanmış ve bir çift örümceğe ev sahipliği yapan o koca dolap. hangisini anlatır ne kadar hatırlar ki bunca kalabalık içinde insan! beni hiç yalnız bırakmadın! hiç yalnız kalmadım ki!
hele evleneceğin günün haberini aldığımda ellerinle aldığın kristal avizeyi ellerimle kırmanın dayanılmaz hazzı meselâ. Boynundan hiç çıkarmadığın o yonca yapraklı kolyenin kalıntıları! hatırladıkça sürgit bir yaşamın reçetesini tedavi eden kalemi gibi o saçmalık senin bu
bu benim türü yamandığım hesabı pahalı ucuz pembe hovardalıklar.
farkındalık turlarının yavaşladığı, hercâiliğimi absorbe edebildiğim zamana denk düşer yıllar sonra sana ilk rastlamam. rayların üzerinde kalmış bir otomobile çarpan trenin çıkardığı metal sesi hiç kalırdı her ne kadar çekimserlik-umursamazlık arası üç numaralı Errol Flynn bakışlı tavrımı sergilesem de. sesin bir perde kalınlaşmış, ince rujlara alışkın dudakların renk körü birine kırmızı yalanlar söylermiş gibi titriyordu! sen de farkındaydın ne kaç yıl olduğunun önemi vardı artık, ne de çok fazla konuşup kelime yormanın ikinci kez enine büyüyen karnın kadar!
bir gün karşıma geçip ellerimi tutmasan da gözlerimin içine bakarak" beni gerçekten ne kadar sevdin" diye bir soru ve cevabı, vakarlı bir susuşla bakmak, sadece bakmak olacak bir beklentiyle geçti. imzâsız şiirli bir kart almıştın hani bir yaş gününde! bir merak ay ışığına tırmanmış ve orada mahsur kalmış bir kedi resmi vardı üzerinde!
algıda seçicilik kursuna gitmemiş olsam da yazdığım şiirlerin seni yudum yudum zehirlendiğini biliyordum elbet. aslında senin onlarla şifâ bulmana bile tahammül edemiyordum ilk zamanlar. kavurgan bir ıssızlık içinde döne döne yanmaktı cezan. avuçlarında çıkmaza yakın bir sokak gibi görmek istediğim kader. ve sonra yavaş yavaş kabullenmek zorunda kaldığım mutmain hologramlı o ram. sen bu musun gerçekten! sen böyle mi sevdin be adam...
sonraki yıllar
sallanan sadalyesi
ve geçmişi geçirmeyen camları olan bir odada,
karpuz kabuğuna basmış sarhoş gibi geçti.
ölmek için bir süre daha vakit vardı
fakat avunmak için artık çok geçti!
ToprağınSesi
.