- 642 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANNA KARENİNA
Anna Karenina, Lev Nikolayeviç Tostoy’un 1877 yılında yayınlanan romanıdır. Tıpkı Savaş ve Barış’ta olduğu gibi bu baş yapıtta da Rus soylular aleminin betimlemesi ile belirli insan tiplerinin psikolojik açıdan incelenmesi, romanın genel konusunu meydana getirmektedir. Ama çok daha geniş bir tarihsel dekoru işleyen Savaş ve Barış’ın tersine burada olaylar, doğrudan doğruya yazarın yaşadığı çağda geçer. Yapıtta bize sunulan kişiler arasında, romana adını da veren Anna Karenina özel bir önem taşımaktadır.
Genç ve güzel bir ’yüksek sosyete’kadınıdır Anna;sevmediği bir büyük bürokratla evlidir; ve son derece parlak ama bir o kadar da yüzeyde bir adam olan Vronski’ye aşık olmuştur.
Romanın örgüsünü işte bu entrika meydana getirmektedir:gerçekten de, ’Bütün mutluluklar birbirine benzer, ama her mutsuzluğun kendine özgü bir yapısı vardır...’ diye başlayan roman, Anna’nın umutsuz tutkusunun çeşitli evrelerini sunar bize. Genç kadının, duygularına yenilmemek için kendi kendisine karşı verdiği mücadeleyi izleriz ilkin;sonra da yenik düşüp kocasına ihanetine tanıklık ederiz. Bunu, Anna’nın, sevgilisiyle birlikte yurt dışına gitmek için çocuğunu bırakmayı göze alışı izler. En son olarak da, pişmanlığa kapılıp boğuntuya düşmesini...Ve roman Anna Karenina’nın kendini bir trenin altına atarak intihar edişiyle sona erer.
Anna Karenina ile Vronski arasındaki aşkın yanı sıra ve mutsuz aşka karşıt olarak Tolstoy, Kiti ile Levin arasındaki mutlu aşkı betimler. Bu hikaye, ilk bakışta ikincil gibi gözükmesine rağmen, aslında konunun gelişimi bakımından son derece verimli benzeşimler ve karşıtlıklar kurulmasına yol açmasıyla, romanın dengesi için vazgeçilmez bir uzantıdır. Bütün hayatı çabuk elde edilen ve bir o kadar da geçici olan hazların ardından yitip giden çarpıcı Vronski’nin karşısına Levin’i çıkarıyor Tolstoy. Ve kendi kişiliğinden büyük bir parça katıyor bu kahramana. Gerçekten de Levin, fırtınalı bir iç hayatı olan, insanlara açılamayan, derin bir sevgi ihtiyacıyla kıvranan, ama gene de benzerleriyle yavaş yavaş tam bir duyuşma haline gelebilen bir adamdır. Tıpkı bunun gibi, zarif ama kendini aşma gücünden yoksun bir toplumun temsilcileri olan Anna’nın karşısına da sağlıklı bir yapıya sahip olan, şaşmaz içgüdüsüyle erkeğin ihtiyaçlarını kavrayıp doyuran, çocuksuluktan sorumlu kadınlığa dişiliğini yitirmeksizin yükselebilen iyi yürekli Kiti’yi koyuyor büyük yazar.Ve tabloyu, ev kadınlığının gerekleri altında ezilip giden, ama kaderine daima razı Darya ile çapkın ama karısına karşı gene de iyi davranan kocasının oluşturduğu Oblonski ailesiyle tamamlıyor.
Aslında roman , bu üçlünün dışında iki ayrı ailenin daha betimlenişini içermektedir:Kiti’nin yaşlı ana babasından oluşan Sçerbaski ailesi ile Levin’in bir fahişeyle yaşayan başarısız devrimci ve ayyaş kardeşi Nikolay’ın oluşturduğu çift. Öyle ki romanın gerçek kahramanı, doğrudan doğruya Rus ailesi olmaktadır. Nitekim Tolstoy’a göre, topluma hayat veren temel öge birey değil ailedir.
Büyük romancı, birbirlerinden alabildiğine farklı olarak tasarladığı bütün bu tipleri, kırdan kente kıra doğru sıralanan son derece değişik çevreler ve iklimler içinde sunuyor bize. Roman, yazarın bu tasarısına uygun olarak, destansı üslupla işlenmiş bir büyük tablo dizisi halinde gelişiyor. Zaman zaman naturalist betimleme metodlarından da yararlanıyor Tolstoy;ama romanın genel havasını, naturalist anlayışa özgü kötümser bakış dışında kalarak işliyor daima. Bu arada Tolstoy’un çelişkilerinden biri diyebileceğimiz ’insanın, her şeyden önce ahlak planında yer alan gizemli bir dramın taşıyıcısı’ olduğu şeklindeki anlayışında belirginleştiğine tanıklık ediyoruz. Ama bu mistik yorum, yönelimine rağmen görüyoruz ki, Anna Karenina, insanlığın ilk büyük sosyalist devrimini gerçekleştirmeye doğru yol alan bir toplumu tüm boyutları ile bize aktaran ;bu bakımdan da , Lenin’in deyişiyle, ’Rus Devrimi’nin aynası’ olma niteliğini fazlasıyla hak eden ender baş yapıtlardan biridir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.