- 565 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
koço dayı... ardahan öyküleri... yeniyazım-433
Manisa doğumlu İstanbul Nişantaş’ından
Şair İlhan Berk der ki:
-BİR ALAGEYİK-
KİMSECİKLER YOKTU GAYET İYİ HATIRLIYORUZ
BİR SABAH BİZ ERKENDEN GELDİK DÜNYAYA
ORTALIKTA BÜYÜK BİR SESSİZLİK VARDI
DENİZ KESTANELERİ AĞIR AĞIR NEFES ALIYORDU.
BAKTIK HER ŞEY HAZIRDI DÜNYADA
GÖKYÜZÜ. DAĞLAR OVALAR YERİNİ ALMIŞTI
HERŞEY DURMADAN BÜYÜYÜP GELİŞİYORDU
ANLADIK DÜNYADAYDIK ARTIK
Koço dayı,
Ben,
Fırıncı Erol,
Erol’un oğlu Barış.
Bir yerdeyiz!
Ama neredeyiz?
" Sükûnun en üst perdesindeyiz, sükûnetteyiz."
Koço dayı gidip- geliyor.
Fakat ben de gram fer yok. Dizimde derman kalmamış ki şöyle bir dikileyim.
Dilime gücüm yetmiyor ki sorayım:
- Neredeyiz?
İnkalar pançoların altından gülüyor.
- Si, Silva!
- Adiyos, sinyor sinyoritaaa!.
İspanyolca konuşuyorlar!
Biraz anlar gibi oluyor insan.
LATİN AMERİKA BURASI ULAN!
Avrupa’dan insanlar var.
" Cuseo 88 Km." Yazan tabela’nın altında Fırıncı Erol tırnağını kesiyor. Bir kağıt açmış üstüne kestiği tırnakları koyuyor.
Anlamıyorum. Gazete kağıdı nasıl oluyor havada duruyor? Erol usta hâlâ kestiği tırnağı kağıda koyuyor.
Fırıncı Cemil "Alt yazı gibi" göründü kayboldu.
Urubamba vadisi yazılı yazı Türkçe yazılmış " tire işaretinden sonra" And Dağları yazıyor...
Tekrar Fırıncı Cemil ... Lamaların çobanına bağırıyor:
- Ola baba! O patateslerin parasını getirseze !
İnkalar gij koyun gibi bakıyor, mel mel bakınıyorlar...
Ne diyor, ne söylüyorlar?
Yahu çok alakasız anasır-ı vakâlar
Yarı bilinçlilik,
Yarı baygınlık gibi şeyler...
Sanki ikisi bir kadehte kokteyl.
Lamaların üstünden atlayan,
Rupicola peruvian horozları.
Lamaları tünek yapmış hoplayıp, zıplayıp;
"Hoptirinam hoptirinam" göbecik atıyorlar...
"Yahu ,kardeşim benim adım Korkmaz."
"Tefik Korkmaz değil, Hoçvanlı Korkmaz," dedi.
Korkmaz telefonu kapadı. Telefonun maşallahı var. Elli beş ekran televizyon kadar. Korkmaz’ın söylenmesi devam etti :
" - Ulan ne Urfa Harran’ı Balıkesir Havran oğlum Balıkesir Havran," dedi.
O da ne? Ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar...
İnsanın gözüne girecek gibi gırla gidiyor.
Vanilya ağacı, kauçuk ağacı, tesbih ağaçları.
Gökyüzünü gâh gösteriyor, gâh göstermiyorlar.
An oluyor hiç göstermiyor.
"Machu Picchu" göründü. Trenin böğründe "Lima-Machu Picchu " yazılı. Antik İnka şehrine gireceğiz handiyse. Gördüğüm kadarıyla Damal’a benzettim... Sallana duran tabela başımıza düşecek gibi. Tırpancı Kırtasiyenin "Raşit Tırpancı ve Kardeşleri" teneke tabelası geri gidiyor... birden hızlanıp üstümüze üstümüze geliyor.
Suya dummuşumda sanki ala-bula görüyorum. Seslensem boğulacağım. Az başımı kaldıran gibi oluyorum. Kimleri görüyorum: Elvan garsonu, Sarı Talat’ı, Gökgöz Metin’i. Bizim "Zafer Kıraathanesinin garsonları" hepsi burda değil mi?
Burda dediğimiz yer: Ardahan mı?
Burda dediğimiz yer: Peru mu?
La Ultima Noche
Guiero terminar
Con toda la esperanza gue guedo
Hoy voy a arrancar....
Şarkısı ile beraber Nino Rota’nın ezgileri de duyuluyor.
Cemil Gülaçar kapıdan aniden dalınca Garson Elvan’ın sol eline aldığı sekiz bardak çay’a sol kafadan girdi!
-Yandımmm! Vayyy anam!...dedi Elvan.
İki bardağı da benim kuçağıma düştü. Dik sıçradım. Ardahan’da bizim kahvehanedeymişim ya. Ala- bula gördüğüm Ardahan simaları meğer kahve’nede oturan Ardahanlılar.
Peru, Machu Picchu antik şehir vesaire televizyon da oynayan antik uygarlıklar belgeseliymiş.
Benim içim geçip mürgülemeye başlayınca şuurum hafiften kapanmış. Bilinçaltı ve belgesel Robert Delaunay’ ın Orfizma resimleri gibi üst üstte binmişmiş meğer.
Allah razı olsun Koço dayı’dan dört teker at arabasını hemen çekti. Ambulans niyetine at arabayı geri geri kahve’nin ağzına yanaştırdı.
"Siren sesi eksik," dediler, Koço Dayı itirazsız:
- Tamam beyler,dedi
- Haydi! Bülbül kişne yavrum bir görsünler "siren sesini"
Bülbül dünden hazırmış:
- İiiiihihihiiiiiii!.....
- Deyissss!
-Sıcak halbur suyun yaktığı garson’u hemen dört tekere yaydılar. Başında Cemil Gülaçar, onun yanında Barış, onun da yanında Erol usta.
Erol usta farketti: Elvan yanmıştı. Sarı Talât uzanmış yatıyordu.
Erol usta :
- Kağh, kağh ola... ayıp ya. Yanan adamın yerine uzanıyorsun ayıp değil mi?.
- Hoşuma gitti Erol abi. Hiç acil’e kaldırılmamıştım, hoşlandım...
- Yapmayın oğlum her şeyin bir asâleti var. El-alemin çocuğu yandı. Onu yetiştirmemiz lâzım seninse hiç umrun değil!
Elvan’a da kızdılar " Oğlum rolünü başkasına niye veriyorsun, yananı sen oynayacaksın, sen uzanmalısın arabaya. "
Korkmaz:
- Mal gibi adamlar. Bunlar adam olmaz. Yazık ki benim yanımda eğitiliyorlar...
Çarşıyı baştan sona geçtiler.
Kişneyerek "Siren" taklidi yapan at insanları yola döktü.
At :
- İiiiiiihhhhhiiihihiiiiii!!!!
- Da di da di da diiiiii.....
İnsanlar anlamadan başladılar mı alkışlamağına?
- Şak şak şak şak şak !
Ambulansdakiler birbirlerine "Neden?" diye soruştular.?
...............
Acil’e girdiler. At yığıldı kaldı. Mustafa doktoru koşup getirdi. Doktor da "Panter Emel "gibi bir arkadaş ahlar, vahlarla at’a gitti.
"Hasta bu mu?" dedi.
Erol abi kaş göz ediyor. Çocuklar anlamıyor! Elvan kaçmış, gitmiş! Doktor kızar diye korkuyorlar.
" Doktor Bey hastanın adı Sarı Talat!" dedi Koço Dayı.
Durumu kurtarmak için anında senaryo yazdı.
Doktora anlatıyorlar:" Sarı Talat’ın üstüne kaynar çay bardakları döküldü."
Doktor biçare elinde büyüteci Talat’ın hırkasının üstüne bakınıyor. Döküntüden ya çaya yada kahveye gidecek.
Muhtar Aydın Tekgül ağabey arkamızdan Elvan’ın ikametgâhını yollamış lâzım olur diye. Alâka yardım süper.
Gökgöz Metin :
- YA BURAYA KADAR İNMİŞKEN GÖLE GARAJINIDA GEÇTİK AT ARABASINI SÜRÜP GÖK YOLUYLA HAVA YOLUYLA NEYSE NİÇİN HOPA’YA GİDİP DENİZE GİRMİYORUZ?
"SAHİ! NİYE HOPA’YA GİDİP DENİZE GİRMİYORUZ?"
YALÇINER YILMAZ
10/04/2009
GEBZE