- 579 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
-KÜÇÜK EV EFSANESİ-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Victor Hugo’nun "Sefiller" adlı romanını anımsayabiliriz. Bir kürek mahkûmunun yaşadığı olaylar çerçevesinde gelişen bir öyküsü vardır. Bir bölümünde Jan Valjan geldiği şehirde bir rahibin evine konuk olur. Gecenin ilerleyen saatinde evdeki gümüş şamdanları çalarak kaçmak ister ve yakalanır. Rahip şamdanları ona kendisinin verdiğini söyler ve şikâyetçi olmaz.
Sözlerime mim koyun lütfen, ben bu örnek üzerinden Hıristiyanlık propagandası yapıldığını düşünürüm öteden beri. Yanlış anlaşılmasın romanın kendisinden ziyade, yansıtılış ve algılanış biçiminden söz ediyorum. Şüphesiz her kültürde yüksek insani idealleri yansıtan örnekler bulabiliriz. Bir rahibin insan sevgisiyle dolu olmasının örnekleri de görülebilir. Ancak bir filmi, romanı ya da herhangi bir sanat eserini değerlendirirken saflaştırma yapmak yanıltıcı olur. Sanat eseri hayattan bir kesitin üzerine kurulabilir. Elbette bu kesitin sunuluş ya da yansıtılış biçimiyle birlikte biz buna kapıldığımız ölçüde eserin bu hüviyetinin propagandaya dönüştüğünden söz etmek mübalağa mıdır acep?
Bazı Amerikan dizi ya da filmlerinde de bu saflaştırmanın örneklerini görebiliriz. Dürüst, mert, çalışkan ve dindar insanlar üzerine kurulu bir senaryosu vardır filmin. Elbette her toplumda, kültürde değişen düzeylerde bu tip insanlar, sosyal kesimler ve durumlar bulabiliriz. Ancak bir toplumdaki bu tip ögelerin sanatsal eserler yoluyla dünyanın dört bir yanına Empoze edilmesinin propaganda teşkil edeceği aşikârdır. Açıkçası, bizim toplumumuz ve kültürümüzdeki bu tip olumlu örnekler de film yoluyla Amerikan toplumuna ulaşıyor mu acaba?
Hiç şüphe yok ki her yabancı filmi, diziyi veya sanat eserini bu gözle değerlendirmekte üzerimizde yanıltıcı bir etki yapacaktır. Batı toplumlarında üretilmiş bir sanat eserinin Hristiyan değerlerle örülü olması o eserin illa propaganda yapmak amacıyla vücuda getirildiği anlamına gelmez. Ya da bizlerin o eserden istifade edecek şekilde olumlu sonuçlar çıkartmamıza engel değildir.
Çocukluk yıllarımda izlediğim bir dizi tam da bu hususlara karşılık gelecek şekilde olumlu örnekler içermektedir. Televizyonlarımızda ilk defa bin dokuz yüz yetmişlerin sonlarında gösterime giren, sonra ki yıllarda tekrar yayınlanan "Küçük Ev" adlı yabancı diziyi o nesilde hatırlamayanımız yok gibidir. Kendi hesabıma izlediğim en güzel aile dizisi olarak düşünmüşümdür hep.
Öncelikle dizinin başrol oyuncularına ve dizide oynadıkları rollere göz attığımız zaman başta İngalls ailesinin fertlerini görürüz. Michael London (Charles İngalls), Karen Grassle (Caroline İngalls), Melissa Gilbert (ortanca kızları Laura), Melissa Sue Anderson (büyük kızları Mary), Lindsay Sidney Greenbush (Carrie İngalls). Bunların yanı sıra aile dostları Merlin Olsen (Jonathan Garvey) ve kasabada yaşayan bir esnaf ailesi Oleson’ lar aklımıza gelebilir.
Küçük Ev dizisinin içerdiği değerlerin dürüstlük, mertlik, çalışkanlık ve dindarlık üzerine kurulu olduğu görülür. Elbette dizide bu değerlere ters düşen ögelerde vardır. Ancak bu tip unsurlar üzerinden de ders verildiği ve her bölümün sonunda olumsuz ögelerin törpülendiği de görülebilir. Dizi karakterlerinden Charles İngalls’nin alın teriyle geçimini sağlayan, bileğinin gücüyle hayatını sürdüren bir aile reisi olduğunu görürüz. Aile sofraya otururken ve yemekten sonra duasını yapar. Yine gece yatıldığında o sıcacık evin dört bir yanından Allah rahatlık versin sözleri yükselir. Şüphesiz batı kültürü içerisinde “God” kavramını karşılık alabiliriz.
Hatırlanabileceği üzere Küçük Ev’in konusu 19’uncu yüzyılda bir kasaba ortamında geçmektedir. Dizide bu duruma bağlı olarak cereyan eden bir husus da kasabadaki okul ortamıdır. Birkaç sınıf farklı kategorilerde gördükleri eğitimi aynı ortamda teneffüs etmektedir. Sınıfta birbirine zıt düşen öğrenci karakterleri de vardır. Kasabanın hâli vakti yerinde esnaf ailesi Oleson’ların kızı ve oğlu da öğrenim görmektedir. Nellie ve Willie’nin muzırlıkları hiç bitmez. Özellikle İngalls ailesinin çocuklarına karşı. Fakat bu olaylarda Laura ve Mary’ nin aldığı terbiye farkı her durumda kendini göstermektedir.
Yukarıda ki satırlarda da belirttiğim üzere batılı bir eserin Hristiyan değerlerle bezeli olması mutlak anlamda bir Hristiyanlık propagandası yapıldığına delil teşkil etmez. Hatta bu hususla ilgili yaptığım araştırmalara dayalı olarak vermek istediğim bir örnekte şöyledir. Küçük Ev’in romanının yazarı dizi karakterlerinden Laura İngalls’dir. Kızı Rose Wilder Lane’nin teşvikleriyle söz konusu romanı kaleme alacaktır.
Aynı zamanda bu romanın editörlüğünü yapan Rose Wilder Lane daha sonraki yıllarda “Islam And The Discovery Of Freedom” adlı bir kitap yazar. Türkçe karşılığı ile “İslam ve Özgürlüğün Keşfi” diyebileceğimiz kitabıyla yazar klasik dönem İslam kültürünün ortaya koyduğu ürünlerle insanlık tarihinin seçkin dönemlerinden biri olduğunu konu edinmektedir. İspanya’ da kurulmuş olan Endülüs medeniyetinin tarihteki önemli yerine vurgu yapmaktadır. Bana göre bu durum, yazarın medeniyet tarihine berrak bir zihinle ve ön yargısız yaklaştığını göstermektedir.
Uzun sözün kısası Küçük Ev dizisinde karşımıza çıkan yoğun Hristiyan atmosferin en azından roman altyapısında propaganda amacının bulunmadığını, Amerikan toplumunun şartları doğrultusunda üretilmiş bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz, dizi film üzerinden konuya yaklaştığımızda ya da başka bir ifadeyle dizinin dünyanın dört bir yanına pazarlanması hususuna değindiğimizde bir Hristiyanlık ve Amerikan propagandası amacı taşındığından söz etmek her zaman mümkündür.
L.T.
YORUMLAR
Amerikan filmlerinde (A klass - B klass- C klass - D - Klass) seyirci kalitesine yönelik sıralamalar vardır.
Örneğin D klass olanlar, sıradan halkı öylesine oyalamak için,düşük bütçe ile yapılmış filmler olur. Aileye, ananelerine bağlı, insan haklarına,her türlü canlıya saygı sevgi ile yaklaşımlarını gösteren filmleri de boldur. Ama tamamen göz boyama için yapılmış filmler denemez bunlara.
Bu tarz aileler çok oldu etrafımda orada yaşadığım dönemlerde. Her Pazar çevremdeki ailelerin tertemiz giyinip ailece kiliselere gittiklerini görürdüm. Yürüyüşe çıkarsınız örneğin; karşılaştığınız herkes günaydın der, iyi günler diler, gülümser. Bir soru sorun, yol sorun, aynı bizdeki gibi üşenmez anlatmaya çalışırlar. Açık saçık yayınlar ortalıkta olmaz daima poşet içinde satılır. Genelde tutucu bir halkı vardır. Yirmi yaşından küçüklere içki satılmaz vs.
Ama çok büyük bir ülkedir bilindiği üzere ve her yaptıkları iyisiyle, kötüsüyle dünyaya örnek olmakta. Şimdi bizde çevrilen dizilere filmlere bakın. Herkes sanki konaklarda, yalılarda yaşıyor, sanki herkes jeeplerle, BMV'ler ile dolaşıyor. Ama dizilerde böyle gösteriliyor. Çünkü onlarda artık yurt dışına satılmaya, başka ülkelerde gösterilmeye başlandı. Biz de böyleyiz imajı veriyoruz...
Herkes kendini farklı gösterme çabasında yani. Arz talep meselesi diyelim.
Sevgiler,
Billur T. Phelps tarafından 11/30/2014 8:50:57 PM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Yazımla zaten Amerikan toplumunu hedeflemediğimi belirtmeliyim. Daha ziyade Amerikan emperyalizmi, dünya üzerinde nüfuzunu kurma, yaygınlaştırma, vs ögeler bağlamında yaklaşmaya çalıştım.
Bunun dışında Amerikan siyasal ve toplumsal kültürü temelde birey üzerine kurulu liberal demokrasi ölçeğinde ele alınıp, değerlendirilir.
Örneğin Avrupa, özellikle kıta Avrupası ile farklı bir demokrasi geleneği mevzu edilir. Çünkü; Avrupa'nın Feodal tarihi vardır. Kapitalizm ve demokrasi sınıfsal mücadelelere bağlı şekillenir.
Oysa Amerika feodal dönemi yaşamamış, Avrupa'dan giden göçmenlerin yerlilerle mücadeleleri üzerinde şekillenmiş bir demokrasi ve liberalizm algısına sahiptir.
Vaktiyle Çetin Altan "Kırmızı Koltuk" programında ilginç bir örnek vermişti. Amerikan birey ve demokrasi anlayışının nasıl temellendiği üzerine hani. Amerika da dedi, generalin kızı babasının birliğindeki bir çavuşu seviyor ve onunla flört ediyor olsun. Ve bu durumun uzantısı olarak bir akşam yemeğe çıkacaklar diyelim ki. Çavuş akşam üzeri generalin evine gelir, sevgilisi hazırlanırken general bu durumdan çokta hoşnut olmasa bile çavuşla salonda bir kadeh içki içip, sohbette edebilir.
Bu örnek bana Amerikan algısı hakkında değişik yönde fikir vermişti. Evet general kariyerist açıdan kızının daha konumlu, mevki sahibi biriyle beraber olmasını isteyebilir. Hatta başbaşa iken kızına naçizane bazı sözleri de olabilir. Ama kızı her şeye rağmen vurgusu yapıyorsa bunu saygıyla karşılar. Ordu hiyerarşisi bağlamında almaz. Gönlüne pekte yatmasa bile. Tabi ünlü yazarımızın örneklemesi açısından alıyorum, yanlış anlamayın lütfen. Sonuçta siz o toplumu çok daha sağlıklı değerlendirecek durumdasınız.
Halbuki bu tarz anlayış ve yaklaşım, Avrupa kültürü dairesinde gerçekleşebilir mi acep? Bilirsiniz Avrupa'nın genelinde bugün bile aristokratik yapılar sembolik gibi görünse de hayatiyetini bir şekilde sürdürmektedir. Avrupa'da soyluluk paranın önüne geçebilir. Oysa Amerikan kültürü bireysel yetenek ve meziyetlerin yanı sıra paranın gücüne saygı duyar.
Tabi bu yaklaşımlarım kişisel algım dahilindedir. Sizin sahip olduğunuz deneyler yaşamın birebir sesini, soluğunu duyuracaktır.
Saygı ve selamlarımla...
Billur T. Phelps
Maalesef ki artık, her ülkede, her şeyin önünde gidiyor.Hele ki ben Las Vegas - Nevada' da yaşadım. Orada öyle 500 doların bin doların hiç önemi yok.. Kuruş gibi bakılır :) "MONEY TALKS" derler sıkça.
Aslında sıradan Amerika'lının zordur hayatı. Krediyle yaşarlar. Nikah yüzükleri, altlarındaki arabalar bile kredi ile evler Morgage (ipotek) sistemi ile alınır ve kazandıkları hep bu borçlara gider. ( 10 yıla yakındır bizim ülkemiz de tanıştı bu sistemle. )
Bir de her ay ille ki özel bir gün için her yerde millete alışveriş çılgınlığı yaptırılır. Hiç tutamazlar kendilerini. Easter derler mağazalara koştururlar, Halloween derler koştururlar, Thanks giving, Chistmas ve New Year takip eder onları... Kazandıklarını ellerinden almak için her türlü reklam yapılır mağazalar tarafından yani.
Yanlız bu büyük önemli özel günler ardından da inanılmaz derecede büyük ucuzluklar yapılır ki, böylesi bizem ülkemizde hiç olmaz. Örneğin 100 - 200 dolara aldığınız bir ürünü bu (Sale) ucuzluk günlerinde 5- 10 dolara bile alabilirsiniz....
Ne çok işgal ettim sayfanızı... Dilim çözüldü ....
Sevgiler,
Size yürekten katılıyorum
Yabanı filmlerde ki bu hristiyanlık peopagandasından bana da gına geldi.. Adam farzedin kaçıyor hemen her film de bir kilise ve bir rahip var hemen oraya gider.
Gerçek hayatta adamların kiliseye bu kadar uğradığını sanmıyorum:)
Yürekten kutluyorum bu bakış açısını.