KATIRCI SARI MUSA
Katırcı Sarı Musa,kiraz mevsimi geldiğinde sepetlere doldurduğu kirazları ,kuş uçmaz kervan geçmez köylere götürerek satardı.Yumuşak ses tonuyla,güler yüzlü oluşuyla herkes tarafından sevilirdi.Köyün altındaki dik taştan gözüktüğünde çocuklar sevinçle çığlık atıyorlardı:
-Musa dayı geliyor… Musa dayı geliyor…
Katırındaki sepetleri köy meydanına indirdikten sonra köylülerin gelmesini beklerken çocuklar etrafını sararlardı.Getirdiği kirazlardan ikişer,üçer tane vererek onları sevindirirdi.
Kış aylarında da köylere hamsi getirirdi.Bozulmasın diye üzerini karlarla kapatırdı.Peşin ya da veresiye verdikten sonra, köy altından geçen derenin kenarındaki kahvehanesine giderdi.Katırcı Sarı Musa kahvehaneye dönünceye kadar gelen yorgun yolculara on üç yaşındaki oğlu yunus hizmet ederdi.Kahvehanesinde yok yoktu.Karanlığa kalanlar geceyi orada geçirirlerdi.
Üç derenin birleştiği yerdeydi kahvesi.Bir yandan kuş seslerini ve derelerin çağıltısını dinlerken yudumlanan çayın tadı bir başka olurdu.Gecenin zifiri karanlığı çöktüğünde derenin çağıltısına karışan çakal sesleri gecenin sessizliğini bozardı.
Katırcı sarı Musa’nın her günü birbirinden farksızdı. Uzak dağ köylerine gidenlerin yolu oradan geçtiği için Sarı Musa ile Oğlu Yunus’u tanımayan yoktu.
Dağ köylerine ulaşımı sağlamak için yapılmakta olan yol,yıllarca süren çalışmaların sonucunda ancak Kahve yanına kadar gelebilmişti.
Yukarı köylerden, ağaç çatkılar üzerinde köylülerin taşıdığı ağır hastalar,kötü doğum sonucu ağır ağır ölüme gitmekte olan kadınlar ya da kurşun yarası almış insanlar mutlaka oraya indirilirdi.Görevli olarak köylere giden jandarma devriyeleri,gidecekleri köylerle ilgili bilgi almak için sarı Musa’ya uğrarlardı.Birer bardak çaylarını içip ekmek ve tahin helvalarını yedikten sonra yollarına devam ederlerdi.
Şubat ayının ortalarıydı.Gecenin geç saatlerinde genç iki yolcu gelir.Birisi on altı on yedi yaşlarında,diğeri de on dokuz yaşında.Ürkek ürkek kapıyı çalarlar.Sarı Musa kapıyı açtı:
-Yeğenim hoş geldiniz,diyerek onları karşıladı.O sırada Yunus uyuyordu.Gençlere çay ikram etti.
-Yeğenim açlık var mı, yiyecek bir şeyler vereyim mi? Dedi.
Yolcu gençler kuşkulu bakışlarla çevreye göz gezdiriyorlardı.İçlerinden büyük olanı:
-Karnımız tok.Bize iki paket sigara ver,dedi.
Sarı Musa,bu gençlerin kim olduklarını anlamaya çalışıyordu.Birşey de soramıyordu.Yukarı köylerden birine gitmeye çalıştklarını az çok tahmin edebiliyordu.
Bir süre iki genç birbirlerine ve Musa’ya anlamlı anlamlı baktılar.Sarı Musa da kuşkulanmaya başlamıştı.İçinden “Hayırdır inşallah” diyordu.Bir yandan da oğlu Yunus’u bir bahane ile uyandırmaya çalışıyordu.Yunus uyandı,gözlerini ovarak uykusuzluğu yenmeye uğraşırken gelenlerin kim olduklarını anlamaya çalışıyordu.
Zaman bir hayli ilerlemişti.sarı Musa:
- Size yatak sereyim yatın,dinlenin sabah olunca yolunuza devam edersiniz,dedi…
Her ikisi de,kalmayacaklarını,yollarına devam edeceklerini söylediler.
Sarı Musa:
-yeğenim bu saatte yola çıkılmaz,buralar ıssız yerler,kurdu olur,kuşu olur… Sabah olsun öyle gidersiniz, zifiri karanlıkta Küte köprüsünü öteye geçmek çok zordur…
Gençlerden büyüğü ses tonunu yükselterek:
-Sana ne dayı bizim gidip gitmeyeceğimizden, o bizim meselemiz,diye cevap verdi.
Musa dayı ,eliyle bir an başını kaşıdı,titreyen ince kısık sesiyle:
-Tamam yeğenim,siz bilirsiniz….
Bir yandan da fark ettirmeden yan yan oğlu Yunus’a bakıyordu,karşı karşıya oldukları durumun farkına varabilmesi için.Babasının anlamlı bakışından bir şeylerin ters gittiğini anlayan Yunus,kahvenin kapısını süzüyordu arada bir…
Gençler önce birbirlerine bakıştılar.Büyüğü hafifçe başını öne doğru salladı şimdi der gibi.Her ikisi de aniden bellerindeki silahlarını çektiler.
Büyük olanı sert bir ses tonuyla:
-Paraları çıkar,hemen şuraya koy… Sigaraları da…
Sarı Musa şaşkındı:
-yeğenim biz de para ne gezer bu dağın başında…Hiç olmazsa şu sigaraları alın,diyerek olan sigaraları çıkararak önlerine koyar.
O sırada Yunus kapıya yönelerek kendisini dışarıya attı...Amacı,uzakta da olsa köyündeki insanlara haber vermekti.
Panikleyen gençler,hızla arkasından koştular.Sarı Musa da çıktı arkalarından…Gecenin sessizliğini ürperten silah sesleriyle irkilerek:
“Oğlum..! oğlum…! Yunus’um diye sesi yankılanır ıssız derenin çevresindeki yamaçlardan.Sonra da Sarı Musa’ya çevirirler ellerindeki silahları.Kafasına bir el ateş ederek hızla gecenin karanlığına karışarak kaybolurlar.
Sabah olmuştu.Şubatın ayazı arı gibi haşlıyordu.Çevre köylerden ilçeye gitmekte olan ilk yolcular sabah namazıyla yola koyulmuşlardı.Kahve yanına geldiklerinde gördüklerine inanamadılar.Şaşkınlıkla çevreyi incelediler…Yusuf,iki derenin birleştiği yerde çağlayana doğru uzanır gibi yere düşmüştü.Göğsünden aldığı kurşunlarla yaşama veda etmişti.Sarı Musa da kahveden ilçe yönüne giden yolun üzerinde yüzü üstü yatıyordu.
Yolcular,çevre köylere haber verdiler.Köylerde,kara haberi evden eve seslenerek duyurdular:
-Bu gece anarşistler Musa dayı ile oğlunu vurmuşlar…
Çevredeki köylerden gelen insanlar kısa sürede kahve yanını doldurdular.Köyden inen kızlarının,oğullarının ve akrabalarının ağıtları yürekleri dağlıyordu.Aradan saatler geçti.
Köye geldi,savcı,doktor,başçavuş,
Bir onbaşı,beş jandarma,bir katip….
İlk görenlerin ifadeleri alındıktan sonra,otopsi yapılarak ölüm nedenleri belirlenerek gerekli tutanaklar tutuldu.Cenazeler köylüler tarafından alınarak Kıranköy’deki evine çıkarıldı.Geriden gelen jandarma devriyeleri de çevrede incelemeler yaparak ip uçları aramaya başladılar.
Cenazeler toprağa verilmek üzereyken ortalıkta bir heyecan dalgası yükseldi:
-Anarşistler Gılanköy ormanına kaçmışlar,karda ayak izleri bulunmuş…!
Onlarca kişi Gılanköy ormanına doğru yola çıktılar.Ormanın girişindeki ayak izlerini takip etmeye başladılar.Bir yandan da jandarmalar aramayı sürdürüyorlardı.Ayak izleri,büyük bir çam ağacının dibinde son bulmuştu.İz sürenler,sessizce geri çekilerek ağaçların arkalarına gizlendiler.İçlerinden birisi yüksek sesle bağırdı:
-Ağaçta olduğunuzu biliyoruz,inin aşağı,teslim olun…!
Çam ağacına çıkmışlardı.Küçüğü biraz daha aşağıda,büyüğü de ağacın tepesine yakın yerde gizlenmişti.
Küçüğü korku dolu ağlamaklı bir sesle cevap verdi:
-Ben vurmadım,ağabeyim vurdu… der demez,
Ağacın tepesinde gizlenen genç silahını kendi kafasına doğrultarak ateşledi.Çam ağacının dallarının arasından kayar gibi yere düştü.Çevrede arama yapan jandarmalar hızla olay yerine geldiler.Ağaçtakini yakalayıp koruma altına alarak linç edilmekten kurtardılar.
Gençlerin kimliklerini araştırdıklarında ortaya çıkan gerçekler herkesi şaşkınlık içerisinde bırakmıştı:
“Kardeş olan iki gençten büyüğünün adı Halit,küçüğünün adı da Hikmet’ti.Uzun yıllar sonra annelerinin köyüne,dayılarına gidiyorlarmış.Babaları öldüğünde,ilçede askerlik şubesi başkanlığı yapan bir yüzbaşıyla evlenen anneleri çocuklarını da yanlarına alarak Elazığ’a gitmişti.Birisi on yedi,diğeri de on dokuz yaşına geldiğinde annelerinin yanından ayrılmışlardı…”
Mahkeme kısa ürede sonuçlandı.Yaş durumu da göz önünde bulundurularak az bir ceza ile kurtulan Hikmet,1973 yılında çıkarılan af sonucunda ceza evinden tahliye edildi.
Sarı Musa’nın oğulları Ahmet Göktürk ile Halil Göktürk, babalarının öldürülmesinin acısını bir türlü unutamıyorlardı.Cezaevinden çıkışından itibaren,Hikmet’i adım adım izlemeye başladılar.
Hikmet’in,bir yaz günü yine aynı yoldan dayısı Mehmet Naim’in yanına gitmek üzere yola çıktığını öğrenerek,babalarının öldürüldüğü yerin biraz daha ilerisinde pusu kurarak Hikmet’i kurşun yağmuruna tuttular.Hikmet,sekiz kurşun yarası alarak ölmüştü.
Ahmet ile Halil,mahkeme sonucunda,kan davası nedeniyle önce idam,sonra da ağırlaştırlmış müebbet cezasına çarptırıldılar.Aradan uzun yıllar geçti…Ahmet Göktürk,hapishanede akciğer kanserine yakalanmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra Bursa’da öldü.Halil Göktürk ise cezasını yıllar sonra tamamladı.Kendisi hayatta olsa bile, babası ve kardeşi öldürüldüğü gün ölmüştü….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.