- 705 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Uzaklar kaygılı düşlerle dolar…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bazen gidemezler birbirlerinden, kopuşamaz elleri avuç içlerinden, korkusuz bir gece girer araya ve hırçın bir ayrılık kelimesi, nerede ne başladı, nereye ne ve kim gidiyor ama mıhlanmışlardı “hoş kal” derken çivilemesine yer küre zeminine, “hoşçakalın” dedi sessiz sesle usulca gözlerine bakmak istediğine ve ekledi tekrar "dinç kal..."
Gözlerimdeydi buğulu bakışların, dalgın, sadece kendince acılanır, kendi kendiyle bitmeyen savaşının sonunu merak eder gibi duraksayan, donuklaşan bakışlarının dibine saklanan korkularına, dalıp dalıp ardından, dudaklarını ısırışındaki pişmanlıkların içine sızmış ben kırıntıları ile yarına dönük acemice kararları ve kaçışların yalnızlığa doğru haykırmak isteyiş gib, sadece kendine kapanışlarını okuyorum, hissediyorum göz diplerine bakmalarımla…
Bu sebeplerle senle çakışıyor gözlerim hep bu sebeptir senin, senin yanında kalışım ve kalmak isteyişim…
Bu yüzdendir gözlerinin derininde gördüklerim, benim boşluğumda hissettiklerimdi ve ben senle dolup taşıyorum, tutunuyorum hayata…
Bana özgürlüğümü ver diye yalvarıyordu sanki bakışların.
Hangi özgürlüktü, kopmak gitmek mI istiyordu? Yoksa koparak gidilmek mi istiyordu gitmek istediği özgürlük?
Ona göre hayatın veya yaşamın neresiydi özgürlük, ıssızlık mı, ışıksızlık mıydı düşünü gördüğü bedensel sıkıntı? Yoksa birbirimize fazla mı geliyorduk, arandığı bir kopuş sahnesi miydi, her şeyden vaz geçip kendini boşlukta hissedeceği bir yalnızlıktan mı bahsediyordu
Aslında o kopuş sahnesinde, bizsizlik, yani bensizliği başlıyordu. Aslında bir taşıyamamazlık yaşıyordu kendi, kendine hayata karşı…
Fazla bir yaşam ağırlığı vardı sanki benimle ve uzaklarda ıssızlaşmak istiyordu kendince, oysa bilmiyordu nefeslerimizdi bizi birarada ayakta tutan…
Yaşamla savaşmak yerine ölümü düşünmek niye? Aslında bu bir güçsüzlük yaşanmışlığı idi, sadece güç değildi her oyunda galip gelen.
Oysa güç kullanma yerine, aklın insanlara verildiği en büyük nimettir.
İşte ölümle yüzleşmemek adına aklın gücünü kullanmaktı aslolan...
Her şeyin önüne geçen yaşam, insan için doyulamayasıya yıllara uzanan bir sevinç kaynağıdır kullanılabilirse yaşamın hoşluklarını sindirebilmekti...
Yaşam insanlara sevinç kaynağı olarak "seni seviyorum" cümlesinin kutsallığını hediye etmiştir, Oysa...
Seni sevmem sana güç verecekse, seni seviyorum demem çok zor değil sanırım...
Demek, yaşamın sevinçlerini payalaşmaya götürürdü insanı.
Olsun be aşk seni yine de yaşadık ya geberesiye yaşadık ya, yaşayasıya , ölmekten ziyade yaşamak için yaşadık ya, şimdi biraz hüzün kalmış yüreğimizde , olsun be aşk, ıhlayarak taşırız, aksırarak taşırız, severek taşırız yeniden yaşamak için taşırız be aşk, aşkım…
Olsun be yine de yaşadık ya seni, aşk, aşkım…
Sana acımıyorum sevgili, aşka ve de çektiğim acılar için daha çok seviniyorum, acı çekmem için de hayıflanmıyorum. Çünkü uzuyor boylarımız, kalınlaşıyor derilerimiz, beynimizden siliyoruz yaşam ertesini düşünmek, böylece bir gün büyüyerek geleceksin bana, aşk, aşkım…
Zaman, ardını bilmeden sadece geçmişini gördüğümüz zaman, raslantıya bıraktığımız geleceğimizle zaman bizi durmayasıya vuruyordu.
Sadece yarınlar vardı, umut muydu yaşam, yoksa beklenti miydi ne olacağımızı bilmeden. Ama sen çıkıp geldin avuçlarıma, gayrısı zamanın içindeydik. Umrumda değildi akışı ve de sızlanışı zamanın, sen vardın ya, yaşansın artık yaşamın saniseleri umutla. Artık hayalden öte sıçramıştı ve sen düşlerimde çırpınmak istedikçe sabahlara kadar...
Biz sevmek ve de sevilmek için vardık, sadece geleceğe adım atmak istemiştik. Herşeyimizi uğruna feda ederken, sonsuz bir huzur doğardı içimizde.
Yarınların çıplaklığını sarmalanmak istiyorduk. Gecenin sessizliğinde soyunduk geceye, riyasız ve de savunmasızca. Sadece inanmışlığı düşlemiştik her adımda.
Ve biz yarınların saklı sevdalıları olmak için yudumladım bu günkü acıları...
Sen varsın içimde kışın güneşinden yaza kavuşmuş beyaz bir yüzle, sen bende kal sevgili, sen bende kaldıkça zorlanmayacak hayat, zorlanmayacak gülüşlerim, bir ışık demetinde var sayacağım kendimi ve olacağım kendimle sen...
Bana gel sevgili. Mevsim kış olmadan, bana gel sevgim gökten yağmurlar düşmeden. Kaç mevsim bekledim seni ben saymadım savgili. Bana gelecek mevsimleri bekletme sevgili.
Bana gel, bana kal, kaç mevsim daha geçecekse bu sefer benle kal…
Bakmışız bir sabah çay içiyoruz balkan demirlerine tutunarak, sonra kopmayasıya birbirimize...
Buz kesmişti dudaklarım, çene kemiklerim titriyordu, içimde yangınlar varken biz dunuyorduk, dar geliyordu yaşam, dardı nefeslerim zorladığımız hayattı aslında sevgi adına.
Donuk bir akşam esintisiydi yüreğimize dalıştaki rüzgar. Oysa buz kesiyordu içimiz titrerken. Ben seni gülesiye sevdim sevgili. Oysa şimdi donasıya bakıyor gözlerim. Sen sesimi duy sevgili, bu can sende duracak ama sen de bende kal...
Artık kendimi zamana terk etmekten başka çarem yoktu. Durmayasıya arayış içinde yaşam savaşının tam da ortasındaydım. Sevmenin iç eriten kıvranışları ile zamanın içinde özelliklerimin çoğu nefrete doğru yöneliyordu ki ben artık bir düşüş ve çöküş içinde parçalana parçalana çöküş içindeydim.
Ve gün be gün çürüyordu içim ve ben bir çöküş içinde yaşıyordum. Sen varlığı her gün acımasızca hasrete sokarken beni, durdurulamayasıya bir sevgi artışı içindeydim.
Sen sevgili, tüm varlığınla artık unutulmazlarımın içindesin…
Uzaklar ah uzaklar, içimi kemirir hasret duygusu...
Gitme, kal sevgili, kal, uzaklar hasretin yolu, uzaklar kaygılı düşlerle dolar. Hasret saplanır bir mızrak gibi yüreğe düşüncelere. Mıhı çakılır kaygının yüreğe.
Bir yolcu olur düşünceler. Konaksız geceler başlar özlem düşüncelerine.
Kal sevgili benle kal, bende kal, düşmesin gurbetin gamı yüreğe.
Özlen sarmasın varlığımızı sona götürecek. Uzaklar, kasvetin dibi, sevginin özlemi, gitme, kal gitme, kal bitmeyelim, düşmeyelim darlığın dibine.
Gitme sevgili zorlanmasın yaşamım, düşmesin gözlerim yollara…
Yarını ver bana can. Yarınlarım olsun, yarınlarımla sen olsun. Yetmedi bir kez daha yarın ver bana sevgili, hayatımın sesi olsun, kal bende…
Ölüm insana zarf içinde gelmeli, o zarf asla açılmadan da, alıp gitmeli almak istediğini...
Ölüm göz karartır, baş döndürücü bir yaşamda. Yarınları unuttururken toprağa bakar arda kalanlar ve kör olurlar yaşamın kalan karanlığında. Bu yüzden soğuktur yüreğimdeki yeri, gitme kal benle…
Her gün geçen her zaman sonrası bendeki özelliğinin çoğaldığını görmem, büyültüyor sana olan hayranlığımı ve sen artık zamanımın vaz geçilmezi oldun...
Aslında bir yaşam öyküsünün garip seyridir. İntikam duygularının önce öfkeye, sonra hırsa, daha sonra ise ağlayarak pişmanlıklara dönüşmesini zamana göre hizaya girmesidir...
Bu benimle beraber birçok insanın nefes alma zamanlarıdır. Aslında içinde hiç hakaret saklamayan, sadece birkaç yaşamın bir köprüde buluşmasının senaryosudur...
Belki de bu hayatımızın ezberlediğimiz kısmının dille kaleme dökülmesidir. Öncelikle hak edilmiş yaşamlardır belki de ama çoğu da sebepsiz hak edilmişlikler zannedilmektedir…
Değmeyenlere verdiğimiz değerlerdir yaralarımızı durmayasıya derinleştiren...
Ben ona nerede eksiktim der insan.
Suskunluğun göz yaşına dönüşmüşse bil ki haklısındır düşüncede. Geriye dönük tüm hislerin akar geçer önünden ve artık unutulması mümkün olmayan gelecekleri yaşar insan…
Omuzlarını yere döker çoğu zaman. Hele arka üstü uyumak üzere serilmişse yatağa, sadece düşlerde görmekle, rüyalar için dua bile eder insan…
Yarınların peşine düşer istekle. “Karşıma çıksan, edeceğim sözlere cevap versen derken aslında bir kâbusun içine adım atmıştır…
Ve düşünür, “sevgim” der, “sevgim seni ezdi, sadece eksik kaldın ağırlığın karşısında ve hak etmediğin bir yaşam hediye ederken bana, tüm öfkemle kâbusum oldun…”
Devam ederken cesaret veren sesle,“bunları sen için yazdım içimde sıkıntını hissettiğim ve saygı duyduğum için, “geçer bunlar da” demek pek akla uymaz. Sadece “seni hak etmemiş bir insana harcadığın ömrünü ve de geleceğini düşün o sana çok eksikti sana yetemezdi ve boşuna dağıtma kendini…
Ben inanıyorum ki acını içine gömeceksin asla sönmeyecek ama harı azalacak sadece acıma hissine dönüşecek zaman gelince sadece acıyacaksın.
Ve “zavallıcık” diyeceksin…
Sevgi kazınacak dibe doğru sonra sadece yazdıklarına bakıp ne kadar zavallılık bu bendeki deyip kendine acıyacaksın…” Diyordu içinden üzüntü ve teselli yaratan bir tını ile iç sesi..
Sanki bu pencerede şu saate kadar varmışsın gibi açık tuttum penceremi, yanında olduğumu hissettirebilmek için kendi adıma ve artık umutsuz olmadan yeni güne ilk güneş ışığına seninle kavuşmam için sana yine “dinç kal”, diyorum, gecenin huzurlu olabilmesi için artık bu bir duaya dönüştü...
Sevginin adı güçte yaşamaktı sanki ve artık ben de güçte yaşıyorum, seni sevdim ben diyerek…
Bazen hiç yere yorulduğum günler vardır,
Umutsuzluk içinde yaşarken,
Yorulurum, sızlanırım, köşe kapmaca oynarım hayatla,
Dönüp arkamdaki acılara baktıkça,
Örselenirim, zıpkın yemiş bir yürekle,
Tekrar acılanma savaşında bulurum kendimi,
Ama,
bir umutsa tutuğum çok nadir zamanlardan birinde,
İşte o zaman gülümserim kendi kendime hayata,
Sadece bakınırım geçmişin kulvarında kalana
Öfkelenirim, pişmanlıkların içinde bulurum gözlerimi,
Narkörce bir cümlenin peşinde kalırım umutsuz olduğum zamanlardaki
Ben halindeki bakışlarımı, toplarım kendimi, o küçücük gülümdemeye doğru,
Bu derim sana ait gülümseme,sarmalan, sımsıkı tut,
Sadece riyasız olsun bakışların,
Umut ol gülümseyen yüze,
Ayrıca kendine,
Haykır riyanın peşinden,
Haykır tüm gidişlere düşen zamanın ardından…
Küçücük gülüşlerim oldu,
İzmir’li kızın ardından kalan bakışlarımı,
Almayacaksınız, alamazsınız, bu bir umut , bu bir yola düşüş,
Ve bu asil bir sevgiye düşen bir damla ışık,
O benim, o benim yüreğime ait,
Son ışık ilk ışıktan da parlak…
Gün güneşe saldı kendini,
Beklenen sevgi uzak düşlerde,
Beklenen sevgi yüreğin tam da dibinde,
Ona yarınların masalını anlatmak istesen de,
Beklemekti, beklemekti, ilk ve son çare,
Güneşin akşama düşüşünü…
Sana…
Üstü küllenmiş bir köz sanki içimdeki tüm organlar…
Sadece sahiplenme dugusu ve de avuntulardı bu güne ulaştığım zamanlar gün geldi ağlamalar küçük kaldı yüreğimin cidarlarına.
Gün geldi gülüşleri özlerken döküldü gözden sızıntılar, gün geldi kendimi aradım boşlukta, gün geldi sevgiyi tarif ettim kendime, ölümle eş değer dediğim içimdeki boşluk…
Ne garipti bize sevmeyi böyle öğretmemişlerdi. Boşlukta bakınmaktır dememişlerdi, gülüşlerin ömrüne uzar demişlerdi. Ve kahredici hileyi saldılar bakışlarımıza.
Ve tekrar inandık yalanın özüne sevda diye…
İnandık sözlerin değerine.
İnandık sevginin kutsallığına. Ve inandık sevginin yalansız yaşandığına.
Sonra acıları öğrettiler bize, bu sevdanın kalbidir diye.
Sonra kutsal sevgiyi atıştırdılar içimize.
Ve tekrar gömdük kendimizi kahrın dipsiz kuyusuna…
Sevgi acı çekmektir dediler.
Sevgi acıya karşı dik durmaktır dediler, özveri ister benlikte dediler.
Sevgi merhamettir, avuçlamaktır mutluluğu, özveridir benlikten.
Ve beklentisizdir dediler, inandık, ki inanmışlığı da yapıştırdık ruhsal yapımıza…
Öyle yaşadık, öylece yaşamak istedik ama yanıldık.
Bize öğüt verenleri, öğütçüleri kendimizden bildik ve “tüm varlığımızla sarıldık geçmişimizle geleceğimiz diye…”
Ve bu cümlenin içinde ömrümüzü adanmışlıkla geçirdik.
Bize, öğretileni yaşadık. Bize söylenilenlerle büyüttük içimizdeki sevme duygusunu. Ve aşkın içindeki sözleşmenin, kişilere göre değiştiğini de, sona doğru öğrendik…
Yanıldık, daha doğrusu yanıltıldık…
İnanmışlığın ipiyle bağlandık sevgili dediğimize ve hata ettik…
Ve “bir gün beni anladığında çok özleyeceksin” cümlesinin içinde kavrulduk…
Nereye kadar ve nasıldı bu yaşam sonunda acıların içinde kavruldukça anladık ki, “sevgi içinde yaşandıkça, yalnızlık acısı ile yaşamak demekmiş…”
Sonra anladık ki bu yalnızlık acısı ile yaşayan sadece ben değilmişim…
Güneşten (çam )dan, (can)gölgesine sığındım, sana bakmaya çalışıyorum, geceye uzadı günyolu, yoksun...
Hasretin düştü yarım kalmış rüyamın ertesine.
Yaşamlardaki hırslar peydahlandı bir anda sevgimin içinden fırlayarak.
Yarınlara sarkan düşünceler tümden yarım kaldı.
Sen beni özlediğini söylerken, bense hasretten titriyordum gebermemek için. Yarınları hasrete buladın bilmiyorsun halimi. Endişe etmek sanki ahım oldu.
Kaç saklanbaç gecesi bu köşe kapmaca oynadığımız hayatla.
Acıları durmayasıya bana iteklerken, sense haberin yokmuş gibisin rüyamda.
Yarın kaldı sevgi, boynumu bükeceğim. Bir yarınlık nefes kaldı içimde adını duvarlara yazmak isterken.
Sen adı ile dolmuş odamın duvarları, an an soğuyor, ben an an nefessiz kalır gibi artık hırlıyorum genzimden. Özledim seni demek hiç de zor bir ses değil bilirsin sen kadın, bilirsin sen, seni ne kadar da çok sevmek isteyerek yaşadığımı.
Yarınları bana hasretsiz vaad etmiştin sen, oysa o yarınları yaşarken şimdi hep gözlerim sen pencerene sarkıyor
Oysa sen biliyorum ki başka başka pencelerdesin, görmüyorsun bile beni. Duymuyorsun bile ahlarımı, hırslarımın titreyişlerini, sen varlığın artık huzurum bile değil sevgili.
Bir tek yarınım kaldı, ondan da pek umutlu değilim, artık bir başka penceye düşecek bakışlarım…
Biz kendi hikâyemizi, kendimiz yaşamışız gibi yazdık, yaşadığımız hikâyede sadece bizim yaşadıklarımız gibi dost doğru tanımı vardı, bunun içinde asla yalan, asla riya, asla hayâl gücüne dair yaşanmışlık cümleleri yoktu, sadece hayatımıza girmesini istediğimiz çoğul yaşamı arzu ettiğim gibi farz ederek, yaşamış hissettik içimizde…
Her gün birer birer eksiltiyoruz, yaşamın içindeki kıyılarda gelecek günlerin tamlanmasında eğitirken bedenimizi, yaşamın ardında kalan günlerce eksiliyorduk hayattan…
Oysa yarınlar vardı, yarınlar vardı geçmişe göre hayatımızda umutla nefes alacağımız…
Ve biz bu kıyılıklarda dolaşırken için için çürüyerek eksiliyorduk anılara bıraktığımız acılarla beraber…
Ve sadece düşlüyordu geçmişte kalan yaşamdan kalanları…
Benim bakışlarım hep gözlerine takılınca buğulaşır ve yere düşer bakışlarım, o bakışların ardında yere dökülen bir çok ezilmişlik vardır…
ve
içindeki bir sesle kendi kendine konuşmaya başlayınca duraklayıp kalır tüm yaşam…
Yarın olacak sevgili yarın olmalı, ki, işte o yarınların birinde, bana verdiğin her şeyi sana iade edeceğim. Buna çektiğim acılar da dahil olacak. Sen her şeyi almaya alışık ellerinle, bunları da alıp, sindireceksin içine, sinsi bakışlarını içine gömmeye çalışarak…
Hayatımızdaki pişmanlıklarımız yapışmıştı tüm yaşam nefeslerimize. Ama yaşarken sevebilirdik demekle, tüm acıların üstüne basmış oldum sanırım.
Sanki karşımda gibisin, sanki nefesin burnumda, sanki buğusu üstünde, yok olduğunu bilsem de, burada olmadığın sen buradasın bil ki...
Yazdıklarınla senin ve de benim yıllar süren yaşantımızın içindeki sevme duygularımızı anlatırken, yüzümüze şamar şamar tokat yapıştırıyordun. Ve biz o sersemlikle tekrar aynı hatayı yapmayı deniyoruz.
Çünkü değmeyenlerin yalanları işlemiş içimize kurşun gibi…
Biz sevmelerde var oldukça, bu acılarla nefes almalara şüphesiz ki yaşamda var olacağız…
Sanki karşımda gibisin, sanki nefesin burnumda, sanki buğusu üstünde, yok olduğunu bilsem de, burada olmadığın sen buradasın bil ki...
Yüzümüze yapışan tokatlardır ki sevda yolunda içimize sinen acıları tekrar tekrar yaşamamıza sebep olan...
Gidenler de, en çok ağladıklarımızdır…
Mustafa yılmaz
Uzaklar kaygılı düşlerle dolar…Başlıklı yazımı, GÜNÜN YAZISI SEÇKİSİNE DEĞER GÖREN EDEBİYAT DEFTERİ SİTEMİZ YÖNETİMİNE, KISA ZAMANDA YOĞUN OKUMA İLGİSİNİ GÖSTEREN SİTEMİZDEKİ TÜM YAZAR ARKADAŞLARIMIZA, TEŞEKKÜR EDERİM...
Günün Yazısı
Okuduğunuz yazı 9.11.2014 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Uzaklar kaygılı düşlerle dolar…Başlıklı yazımı, GÜNÜN YAZISI SEÇKİSİNE DEĞER GÖREN EDEBİYAT DEFTERİ SİTEMİZ YÖNETİMİNE, KISA ZAMANDA YOĞUN OKUMA İLGİSİNİ GÖSTEREN SİTEMİZDEKİ TÜM YAZAR ARKADAŞLARIMIZA, TEŞEKKÜR EDERİM...
Günün Yazısı
Okuduğunuz yazı 9.11.2014 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
Mustafa yılmaz