- 754 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
CEMAL EFENDİ
Haddinden fazla yorgundu o gün ve bir o kadar bitik. Yüklendiği onca dert yetmezmiş gibi bir de emekleri heba oluyordu. Canının o biteviye sıkkınlığı bir yana ne yapsa yaranamıyordu işte. Öncelikle onca yıllık hayat arkadaşı ve yoldan çıkmış oğlu. Yemez yedirirdi oysa. Paylaşmak idi adamın desturu en azından yetinmeyi bilirdi ve az da olsa sahip olduğu her şeyi önlerine sererdi hem ailesinin hem tüm sevdiklerinin. Yeri geldi mi yoktan var ederdi maddi anlamda olmasa bile tüm manevi değerlerinden nemalanırdı etrafındakiler. Tabii ki anlayana.
Emekli olduktan sonra evde oturmamak adına yarım gün bir iş bulmuştu. Gerçi ne mesleği idi ne de hak gördüğü muameleyi görüyordu ama en azından karısının dırdırından uzaktı Cemal Efendi. Üstüne üstük emekli maaşına ekliyordu aldığı üç kuruşu. ‘’Üç kuruş’’ tabirini oldum olası sevmezdi ama diline pelesenk olmuştu işte, karısından sıkça duyduğu bu tabir ne zaman geçse aklından af dilerdi Allah’tan. Varlık da yokluk da insanlar içindi ne de olsa. Az ya da çok ama hissedilen şükür duygusu her zaman için bereketi de beraberinde getirirdi.
Kırk yaşından sonra namaza başlamıştı adam. Aldığı o haz ömründe yaşadığı en müthiş duygu idi huzura uzanan. Karısı buna da burun kıvırırdı. ‘’Sen önce aklını kullan be adam. Akılsızsın işte ötesi yok. Yoksa hala kiralarda sürünür müydük?’’ diye az sitem etmiyordu hani.’’Tövbe de hanım tövbe de. Ne olmuş yani kirada oturuyorsak? Aç mıyız açık mıyız? Hem sen git de bunları o sefil oğluna söyle. Eve giriş çıkış saati belli değil paşamın. Gelmiş bana yapıyorsun bunca tafrayı’’ der çekilirdi köşesine.
Fuat üniversite öğrenci idi ama ne öğrenci. Kaç sene çift dikiş okumuştu. Bunca kifayetsizliğine rağmen tek kelime etmemişti babası o güne değin.’’Sen yeter ki oku oğlum. Kaç senede bitirirsen bitir. Yeter ki şu okulu bitir de bir nefes alalım ailecek. Gider askerliğini yaparsın sonra da helal süt emmiş düzgün bir aile kızıyla kurarsın yuvanı’’ der ve sineye çekerdi her şeyi. Yine de zaman zaman tutamazdı çenesini adam ve serzenişte bulunurdu Fuat’a her ne kadar bir kulağından girip diğer kulağından çıksa da.
Kanaatkâr adamdı vesselam. Günün koşullarına uyum sağlayamazdı bu yüzden. Gözünü para hırsı bürümüş karısı nerede Cemal Efendi nerede…
Yine günün muhasebesini yapıyordu eve dönüş yolunda. Hem günün muhasebesi idi tuttuğu hem de koca bir ömrün. Bir yandan da çare arıyordu.’’Ne yapsam da şu oğlanı yola getirsem’’ diye.
‘’Kazık kadar adam oldu olmasına da bir baltaya sap olamadı benim akılsız oğlum’’ derdi demesine de sadece içinden geçirirdi. Ne zaman ki karısına açsa bu konuyu hep tepkiyle karşılık verirdi kadın.
‘’Sen önce kendine bak be adam. Taş attın da kolun mu yoruldu. Benim oğlum aslanlar gibi bitirecek okulunu. Ne olmuş yani üç beş sene fazla okusa. Hadi git git başımdan’’ deyip sıvışırdı. Asla toz kondurmazdı oğluna.
Bir ailesi vardı Cemal Efendinin ama bir o kadar da derdi vardı. Bir yandan geçim sıkıntısı bir yandan onu sürekli aşağılayan bir eş.
‘’Nasıl da unuttum’’ deyip olduğu yerden geri dönüp hızlıca yürümeye devam etti. Son zamanlarda her şey unutuyordu. Bazen diyeceği bir sözü ya da alışveriş poşetini bazen de verdiği paranın üstünü almayı dahi. Şimdi de cep telefonunu alışveriş yaptığı markette unutmuştu. ‘’İnşallah kaybolmamıştır’’ diye de söyleniyordu bir yandan.
Emeklilik demek sözüm ona ikinci baharıydı insanın fakat Cemal Efendiye çok uzaktı böylesi bir yaşantı.
Sonunda vardı markete. Direkt gitti telefonunu unuttuğu kasaya. En yoğun saatiydi alışverişin. Müşterilerin arasından sıyrılıp yöneldi kasiyere. Müşteriler homurdanmaya başlamıştı Cemal Efendi kuyruğun başına geçtiğinde. Tam durumu izah edecekti kasiyer uzattı telefonu yaşlı adama.’’Buyur amca ben de senin arkandan koştum ama gözden kaybolmuştun’’ deyip koca bir tebessümle sırtını sıvazladı adamın.
‘’Allah razı olsun senden’’ deyip çocuk gibi sevindi adam. Müşterilerden özür dileyip çıktı dışarı.
İçini bir sevinç kaplamıştı adamın bir yandan da yaşlar süzülüyordu yanaklarından. Öz oğlu bile böylesine şefkatle bakmazdı babasına. İçinden de dua ediyordu market elemanına. Konuyu evdekilere açmamaya karar verdi. Gerek yoktu durduk yerde evdekilerin rahatını kaçırmaya. Eksik gedik ne varsa almıştı karısının sipariş verdiği üstelik. Eve gider, iki lokma bir şey yer çekilirdi odasına. Yatsıyı da kılıp yatardı. Çekemezdi gece gece karısının çenesini. Son zamanlarda daha bir titiz olmuştu kadın. Gece yatana kadar bitiremiyordu evin temizliğini. Buna bile ses etmezdi. ‘’Ayaklarını çek, bey. Kalk bakim oradan. Bir tozunu alayım da öyle otur’’ gibi sayısız bahane ile bir rahat vermezdi adama.
‘’Bu gidişle ben ancak mezarda rahat ederim tabii oraya da gelip benimle uğraşmazsa’’ deyip iç geçirdi.
Tam sokağın sonuna gelmişti ki son model bir araba kesti yolunu. Direksiyonda oldukça alımlı bir kadın oturuyordu. ‘’Önüne bak’’ demeye kalmadı kadın bastı kornaya.
‘’Hey babalık, önüne bak. Burası Dingonun ahırı değil’’ demesine kalmadı ki yaşlı adam gözlerine inanamadı. Ön koltukta oturan oğlu Fuat’tan başkası değildi. Babası ile göz göze gelmişti gelmesine gözlerini kaçırdı adamdan. Belli ki tanımazdan gelmişti adamı. Bozuntuya vermedi Cemal Efendi. Çekildi yana.
‘’Aferin babalık. Bak nasıl da anlıyorsun laftan’’ deyip gaza bastı genç kadın.
Arkalarından baka kaldı adam. Her şeyi beklerdi oğlundan ama bu yaptığı akıllara zarardı. Kendinden yaşça büyük, olgun bir kadın üstelik babasını tanımazdan gelen bir evlat. Değil düşünmek aklına bile gelmezdi böyle bir densizlik.
Ayaklarını sürüyordu artık gördüğü o sahneden sonra. Mecali kalmamıştı. Önce elindeki torbayı düşürdü yere. Sonra yığılıp kaldı yere. Son bir gayretle karısını aramaya yeltendi. Telefon da düşmüştü yere. Duysa bile açmazdı ki kadın. Arayacak kimsesi yoktu. Boş gözlerle çevresine bakındı. İnilti halinde çıktı sesi. Yoldan geçen üç beş kişi yeltenmedi bile yanına gelmek için. Vücudu adeta tüm fonksiyonlarını kaybetmişti. Pejmürde bir şekilde boş bir çuval gibi serildi yere. Son nefesini verdi adam. Hala açıktı gözleri öldüğünde hem de fal taşı gibi. Donuk bir bakış yerleşmişti yüzüne karısının ve oğlunun asla gözünün önünden gitmeyecek üstelik bir ömür vicdan azabı yaşatacak.
YORUMLAR
Doyumsuzluk o kadar normal ki artık, asla doymayacağını bile bile ne taklalar attırıyor insanlara...Her şey, hatta herkes çabuk eskiyip, gözden düşüyor. Hemen yenisinin peşine düşülüyor.
Ele geçirmek için her türlü yol deneniyor ama ele geçen de mutlu etmiyor.
Doyumsuzluk işte...
Yazınız içimde bunları uyandırdı.
Kaleminize, yüreğinize sağlık
Gülüm Çamlısoy
Evet, eskiyip gözden düşen ve yeni arayışlar. Arayış ne yazık ki hep ama hep maddi boyutlarda ve menfaat açısından. Keşke arayışlar başka istikamette olsa da şu gizli saklı güzellikleri keşfetsek.
Sağ olun, var olun değerli katkınızı esirgemediğiniz için. Yazıyı tümleyen ne güzel bir yorumdu. Eksik olmayın değerli kalem dostum.
Saygılarımla...
Gülüm Çamlısoy
Var olunuz.
Saygılarımla değerli kalem dostum...
Cemal efendinin kurtulduğunu düşünüyorum.. bunca didiklenerek yaşadığı hayat zaten yorgun düşürmüş kalbini.. üzücü ama genelde gördüğümüz bir aile hayatı.. insanlar 7 de neyse 70 de de o sanırım.. kimde suç.. kimde hata bilemiyorum.. hüzünlü bir hikayeydi.. keşke her erkek, kadın, çocuk, dede, babaanne, anneanne.. güzel bir aile hayatı yaşaya bilse.. insanız ve saygıyı, sevgiyi, hürmeti ve güzellikleri hak ediyoruz oysa... ama neden birbirimize çin işkencesi çektirircesine yaşarız hayatı bunu da bilmiyorum... Kaleminize sağlık.. Saygılarımla...
Gülüm Çamlısoy
Hak ettiğimiz değeri asla görmüyoruz ya da haddinden fazla değer veriyoruz kendimize bir yandan da etrafı yıkıp dökerken. Egolar, menfaatler ve bitimsiz bir hırs.
Çok sağ olun değerli kalem dostum hem eşlik ettiğiniz için hem de bu güzel ve düşündürücü yorum için.
Sevgiler, saygılar...
Var olun.