- 2340 Okunma
- 23 Yorum
- 2 Beğeni
Portakal çiçeği kokan coğrafyalar ve bir garip sevda hikayesi.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çocuğum yeni doğmuş, bir-iki aylık ufacık bir şey. Kendi ufacık ama, sesi maşallah hiç de öyle ufacık tefecik çıkmıyor hani. Bir ağlamaya başladı mı, yandı babam keten helva, o gece kesin uyku yoktur artık bizlere.
Uykusuz geçen sayısız gecenin birindeydi. Gündüzleri mışıl mışıl uyuyan, ama karanlık çöktüğünde canavar kesilen iki aylık kızım, Allah yarattı demiyor, sesinin en yüksek perdesinden yatak odası konseri vermeye devam ediyordu. Fabrikada işler yoğun, problemler fazla, yorgunluk had safhada. Öyle devlet memurlarına ağır gelen sekiz saatlik zaman dilimi değil ha, en az on dört saat aralıksız çalışmaktayım. Evime nerede ise sadece uyumak, az buçuk da dinlenmek için gelmekteyim ama, ne mümkün o hazzı tadabilmek? Benim kızın seri konserleri, aralıksız her gece olanca ihtişamı ile devam etmekte.
Baktım olacak gibi değil, yastığı-yoganı kaptığım gibi salondaki kanepeye attım kendimi. Bütün sorumluluğu gariban eşime yükledim, ’Bari çocuk uyuduğu zamanlarda sen de uyursun.’ diyerekten . Doğal olarak,her ikimizin de çocuk yetiştirme konusunda en küçük bilgiye sahip değiliz. Gurbet elin gariban, kendi halinde insanlarıyız; danışacak, yardım alacak, yol gösterecek bir büyüğümüz de bulunmamakta yanımızda. Çaresiz kalınca, koca koca kitaplar aldık, okuyup okuyup çocuk yetiştirmeye çalışıyoruz. Halimiz tek kelime ile perişan yani.
Eşim, gece sabahlara kadar miniğin sunduğu konseri dinliyor mecburen, sabah erkenden de kalkıp, bana kahvaltı hazırlıyor. Zaten ufak-tefek bir yapısı var, yorgunluktan iyice zayıflamış, hasta olup, yataklara düşmesi an meselesi. ’Şu çocuk biraz palazlanana, uykuları düzene girene kadar kahvaltı hazırlamak için kalkma; ben bir yolunu bulur, idare ederim bir şeyler.’ dedim kendisine. Çok sevindi, teşekkür etti. Artık, sabahları usulca kalkıyor, ayak uçlarıma basarak evden dışarıya süzülüyordum kimse rahatsız olmasın diye. Açlıktan guruldayan midemin sesi mi? Zamanla o da alıştı sessiz kalmaya. O günden sonra, hiç bir sabah evimde şöyle leziz bir kahvaltı edemedim çalışma günlerinde inanın. O, geceleri şarkı söylemeyi seven kızım var ya, geçenlerde yirmi yedi yaşına bastı. Eşim mi? O hala dinlenmesine devam ediyor.
...
Bu sabah kahvaltısı yapmama alışkanlığım, önünde dikilip, iş yerine ulaşımımı sağlaya servisi beklediğim pide fırını sayesinde, inanılmaz güzel ve leziz bir ziyafete dönüşmüştü o günlerde. İlçenin ana caddesi üzerinde yer alan ve sabahın erken saatlerinde mesaiye başlayan bu küçük pide fırını, alel acele işlerine koşuşturan insanlar için vazgeçilmez bir uğrak yeri niteliğindeydi. Bir de, yöreye has leziz yeşil zeytinleri bu sıcacık pideye katık ediyorsanız, tadını yıllarca unutamayacağınız bir güzellik ile tanışıyordu damağınız.
İşte o küçük fırının önünde dikilmiş, elimdeki sıcacık pideden kopardığım lokmaları aheste aheste ve büyük bir zevkle mideye indirirken tanıdım Adil’i. Hemen fırının bitişiğindeki beyaz eşya mağazasının ön kısmındaki alçak basamağa, kıçı üşümesin diye iliştirdiği bir karton parçasının üzerine oturmuş, zeytin çekirdeğinden yapılan otuz üçlük tespihini, zayıf-kemikli parmaklarının arasında maharetle gezdirmekle meşguldü. Sağ bacağı üzerine attığı sol dizine her iki eli ile iyice sarılmış, zayıf vücudunu da üzerine abanmış, öylece sessiz sakin durmakta. Üst üste attığı cılız ve yara bere içindeki bacakları, paçaları iyice kısalmış buruşuk pantolonunun ardından tüm çıplaklığı ile açığa çıkmış; değişik renkteki çorapları ile yırtılmaya yüz tutmuş ayakkabıları, bu mahzun tabloyu tamamlayan son argümanlar olarak sahneden yerlerini almışlardı.
Zayıf ve uzun çehresini sarıp sarmalayan ve yer yer kırlaşmış kirli sakalı, iyice eskimiş ama tertemiz gözüken giysileri, dudaklarından hiç bir zaman eksik etmediği mahzun tebessümü ve çileli hayatının her anından bir tutam mutluluk derleyebilme gayretindeki yorgun bakışları ile dikkatimi çekmişti. Bir de, elimdeki sıcacık pideden yükselen buram buram buhara odaklanışı...
Önceki günlerde de hep orada mıydı bilemiyorum. Belki de her sabah, fırının yanındaki elektrik direğine sırtımı yaslayıp, beyaz kağıda sarılan sıcacık pide ile kendime çektiğim ziyafete o da bakışlarıyla ortak oluyordu ama, bir şekilde benim ilgimi çekmeyi başaramamıştı. İşte bu gün, ağzımı açmış, buharı tütmekte olan lokmayı tam afiyetle götürecekken, Adil’in elimdeki güzelliğe asılı kalan bakışları ile karşılaştım. Lokmayı ağzıma attım, çiğnemeye başladım ama, yutmak mümkün olmadı maalesef. Yani orada, tam karşımda, karnı aç bir garip adam mevcutken, üstelik de tüm varlığı ile benim sıcacık ekmeğimin içine düşmüşken, benim boğazımdan nasıl geçer de, bir yerlere takılı kalmadan mideme iner o lokmalar?
Yanına seğirttim hemen. Ekmeğin yarısını kopardım, ağzımdakilerin elverdiği ölçüde tebessüm ederek ona uzattım. İnanılmaz bir masumlukla gözlerime baktı önce, sonra da ürkekçe pideye uzandı. Nazik bir dille de teşekkür etti ama, o an ne dediğini anlayamamıştım. Konuşma problemi vardı Adil’in.
-Şağ ol.
-Sen de sağ ol.
Hem pideyi afiyetle yemekte, hem de ilçenin tek ana caddesinin batı ufkunu dikizlemekteydi büyük bir dikkatle. Şöyle bir göz gezdirdim baktığı tarafa çaktırmadan, dikkat çekici bir duruma rastlayamadım. Her zamanki gibi, ilçenin sakinleri sabah işe yetişme telaşındalar. Hemen karşımızdan kakmakta olan Adana ve İskenderun servisleri önünde biriken insanlarda, araçlarda yer kapabilme hareketliliği ve gayreti var.
Ben böyle insan manzaralarını incelerken, Adil birden bir heyecanla yerinden fırladı, ona göre seri adımlarla ana caddenin karşısına doğru yöneldi. İşte o an, ayaklarındaki yaraların sebebini anladım. Adil, yürüme özürlüydü aynı zamanda. Yürürken yardımcı bir aksesuar kullanmasa da, her iki ayağı da sakattı Adil’in. Dizleri kırık bir şekilde, yarım daireler çizerek adım atabiliyordu ancak. Oldukça zahmet çekiyor, sağa sola çarparak ayaklarını yaralıyordu ama, kimseye muhtaç olmadan hareket edebiliyordu bir şekilde işte.
Arabalar vızır vızır geçmekte, sürücülerin mahmurluğu, yaptıkları saçma sapan ve tehlikeli manevralarla kendini göstermekte. Adil’in hiç bir şeyi salladığı yok, sağa-sola bakmadan, bodoslama caddeye dalıyor, sallana-silkene karşıya geçmeye başlıyor. Alıyor mu beni bir telaş? Fukaraya şimdi biri çarpacak, ölüp gidecek pisi pisine. Ama, olayın aslının hiç de benim düşündüğüm gibi olmadığını, az sonra şahit olacağım manzara ile idrak ediyorum. Adil’i tanımayan yok bu coğrafyada. Caddeye ayağını atar atmaz, hala sabah uykusunun sevimliliğinden kendini kurtaramamış sürücüler anında ayılıyorlar, bütün trafik otomatikman olduğu yerde çakılıyor, Adil’in geçişi bittiğinde tekrar normale dönüyor hayat.
Çok şükür! Bir problem çıkmadan geçti caddeyi, karşıki kaldırımda kendini sağlama aldı. Şimdi, aklıma takılan soruya cevap bulma zamanı. Neden her türlü tehlikeyi göze alıp, apar topar caddenin vızır vızır çalışan trafiğinin ortasına attı bu engelli adam kendini? Bu kadar heyecanlanmasının sebebi nedir?
Çok geçmeden olayın realitesi tüm çıplaklığı ile ortaya dökülüyor. Yirmi beş yaşlarında, orta boylu, esmer, balık etinde bir güzel kız, kısa ve seri adımlarla yaklaşıyor kahramanımızın bulunduğu yere. Belli ki o da, işine yetişmek gayreti ile hızlıca akıp gitmekte karşıki kaldırımdan. Adil, yaya yolunun tam ortasına dikilmiş, ağzı kulaklarında, gelen geçeni engellediğin aldırmadan öylece dikilmekte. Onu gördüğünde, hoş bir tebessüm esintisi beliriyor dudaklarında genç kızın. Önceden tanıştıkları bes belli. Zaten Adil’i tanımayan mı var o bölgede?
Kısacık bir konuşma geçiyor aralarında, tebessümlerini yitirmeden uzaklaşıp gidiyor genç kız. Öylece dikilip, bir müddet arkasından bakıyor Adil. Sonra da, mutluluğun en tatlı mimikleri rehberliğinde, yine sağına soluna bakmadan caddeye dalıyor, tüm dünyada ondan başkası yaşamıyormuş misali bir rahatlık ve serbestlik içinde, demin kalktığı kaldırımdaki yerini alıyor yeniden. Böylece anlıyoruz ki, Adil’in de bir kara sevdası mevcuttur.
Ondan sonraki her gün Adil ile karşılaştım aynı yerde, ekmeğimi bölüştüm, hoş sohbetler ettim. Sohbet dediğim de, bir kaç kelimeden ibaret aslında.
-Merhaba Adil.
-Meraba.
-Nasılsın bu gün?
-İyi. Şen naşılşın?
-Ben de iyiyim. Hadi al! Pideyi bölüşelim yine seninle bu gün.
-Şağ ol.
İşte, içinde Adil’i ve onun gibi nice ilginç kişiliği barındıran bu küçük ilçeyi, Adana havaalanına yetişebilmek için, otobanda son sürat yol alırken göstermişti bir dostum uzun yıllar önce bana. Gavur Dağlarının güney eteklerine kurulu, yeşillikler arasında kaybolmuş bir sakin köşe. Hiç bir yüksek binanın olmadığı bu yerleşim alanı, bir ilçeden ziyade, büyükçe bir Anadolu köyü hissi uyandırmıştı o zamanlar bende.
Yoğun mandalina- portakal bahçelerinin, yaz-kış hiç sırtından çıkarmadıkları yeşil paltoları dışında, ilgimi çekecek başka bir yönü de olmamıştı doğrusu. Hemen yanı başında yer alan ve tarihin hangi devrinde aktif hale geçtiği bilinmeyen volkanik yapının, ta İskenderun Körfezi sahillerine kadar olan yaklaşık on kilometre uzunluk ve bir kilometre genişlikteki alanı, bu gün bile asla tarım yapılamayacak şekilde lav ile kaplaması daha çok ilgimi çekmişti.
O günlerde nereden bilebilirdim yıllar sonra yolumun bu güzel ilçeye düşeceğini, beş koca yıl havasını soluyacağımı, suyunu içeceğimi, ekmeğini yiyeceğimi? Hayatımın, belki de en sakin, en huzurlu, en unutulmaz günlerini burada yaşayacağımı...
Ankara’da, hem de Çukurambar gibi merkezi bir semtinde altı yıl yaşadıktan sonra, oldukça zor geldi aileme bu küçük, mütevazi ilçeye taşınmak. Büyük şehrin nimetlerine, hastanelerine, eğlence ve alışveriş merkezlerine, okullarına, memlekete ile olan ulaşım kolaylığına alışmışız. Oysa burada, Akdeniz Bölgesinin doğu eteklerine yaslanan bu uzak coğrafyada, her şey, her manzara ne kadar uzak, ne kadar yabancı gözüküyordu şaşkın bakışlarımıza.
Şehir levhasında nüfusu 30 000 gözükmekte ama, ortalıkta ne doğru dürüst bir cadde, ne de kendini gösteren eli yüzü düzgün bir bina var. Tek katlı, mütevazi dükkanların sarıp sarmaladığı ve birbirini dik kesen iki dar cadde. Budur diyebileceğimiz, en azından alışveriş konusunda sıkıntı çekmeyeceğimiz bir market dahi gözükmüyor çevrede. Marketi geçtim, somun ekmek alabileceğimiz bir fırın bile bulmak nerede ise imkansız. Bir Trabzonlu, meşhur Trabzon ekmeğinin lezzetine vakıf biri olarak,Ankara’nın içi boş, şişirilmiş ekmeklerini yemekten gına gelmişti gerçi, o nedenle bu fırın meselesi çok canımızı sıkmadı. Bir yolla nasılsa karnımızı doyururuz diye düşündük. Bura insanları aç yaşamıyorlar ya. Üstelik, bu yöre mutfağının çok zengin olduğunu bilen insanlarız. Gaziantep’te, üç-dört yıl yaşamışlığımız var sonuçta.
Sosyal hayatın, nerede ise sıfır seviyede olduğu bu küçük ilçeye yerleştiğimizden dolayı, epeyce bir süre fırça yedim kızlarımdan ve eşimden. Oğlum, ilkokul birinci sınıfta. Ankara’da, doğru dürüst arkadaş çevresi yoktu, inşallah burada olur diye düşünüyorum ama, garibim çok mücadeleler vermek zorunda kaldı bu konuda gerçekten. Ancak, altıncı sınıfın sömestresinde oradan ayrılırken, aralarına girmek için çok çabalar sarf ettiği arkadaşlarından her biri, inanılmaz göz yaşları döküyordu arkasından. Hatta ufaklığın biri, babasına dert yanmış bir akşam;’ Baba, ağabeylerim neden bırakıp gidiyorlar bizi? Hani, onlara her yer Trabzon’du? Madem öyle, neden Trabzon’a gidiyorlar?’diye. Çok üzülmüştü bunu duyunca. Hepimiz üzülmüştük ama, kader bazen ayrılık yazıyor işte alın yazınıza, duramıyorsunuz. Küçük yerlerin dostlukları bir başka güzel, bir başka sıcak oluyor.
Yaklaşık yirmi kilometre kadar uzaktaydı iş yerim ve yakınlardaki ilçeden kalkan servis aracına, iki ana caddenin kesiştiği köşeden binmem gerekiyordu. İlk günlerde biraz güçlük çektim, aracı kaçırdım, geç kaldığında telaşlara düştüm. Zaman ilerleyip de duruma alıştığımda, bu sabah servis bekleme olayı, gerçekten son derece zevkli ve enteresan bir portre çizmeye başladı bakışlarıma. Yani, bu kadar sakin bir yerleşim yerinde, bu kadar renkli olsun insanların yaşantıları... Ya da, bizim dikkatimize, ilgimize, duygularımıza takılsınlar... Gerçek buydu ve Adil, bu enteresan insanların sadece bir tanesi idi.
Aradan bir kaç yıl geçti. Portakal çiçeklerinin açtığı güzel bir Nisan sabahı, senelik izinden dönmüş, ilçe sakinlerinin alışageldikleri ve artık yadırgamadıkları noktaya dikilmiş, hem pidemi mideye indirmekle, hem de tüm atmosferi saran nefis portakal çiçeği kokusunu doya doya solumakla meşgulüm. Yani, kos koca bir coğrafya parçasının, her zerresine, her noktasına, her ortamına yayılmış nefis bir koku. Tuvaletinizde bile çiçek kokuları arasında işinizi görmektesiniz. O derece hoş bir durum.
Sağa sola bakıyorum, Adil görünürlerde yok. Her halde bir işi çıkmıştır, ya da göz kulak olduğu ve bunun karşılığında cüzi bir ücret aldığı tüpçü dükkanı sahibince bir yerlere gönderilmiştir diye düşünüyorum. O günkü pideme ortak olamıyor, tamamını kendim yemek zorunda kalıyorum.
Adil, ertesi gün de ortalarda gözükmüyor, bir sonraki gün de. Sabrediyorum, nasıl olsa çıkar gelir ümidini yeşertiyorum içimden. Bir hafta doluyor artık, Adil gelmiyor. Yer yarılmış, içine girmiş. Her gün, onu ilk gördüğüm kaldırımda oturmakta, onu beklemekteyim. Lokmalar da boğazımdan geçmiyor artık o olmayınca, sıcak pide soğuyup gidiyor elimde. Öyle alışmışım Adil’in kısacık sabah sohbetlerine, tebessümler eşliğinde yediği sıcacık pide manzaralarına. Dayanamıyorum artık, fırıncıya soruyorum;
-Hasan usta!
-Buyur abi.
-Şu bizim Adil. Bir haftadır yok piyasada. Arıyorum, tarıyorum, yolunu gözlüyorum ama gelmiyor artık sabahları. Hayrola? Ne oldu?İşten mi ayrıldı? Nerelerdedir?
Bu sorum karşısında biraz şaşırıyor fırıncı Hasan. Önce ne diyeceğini, söze nereden başlayacağını bilemiyor. Fırın küreğinin sapını kavrıyor, pişmekte olan pideleri çeviriyor maharetle. Pişmiş olanları da tezgaha doğru fırlatıyor. Hasan ustanın bakışları uzak köşelerde, ağzında ise tek kelam yok. Benim aklımda ise, milyonlarca soru işaretleri gezinmekte. Bir soluk almak için duruyor, ensesindeki kirli mendil ile alnında biriken terleri kuruluyor. Artık kaçacak, ya da sıvışacak bir yer kalmamış, mecburen bana çeviriyor hüzünlü bakışlarını.
-Senin haberin yok mu abi?
-Ne haberi? Hayrola, ne oldu?
-Adil. İki hafta kadar önce araba çarptı Adil’e bir sabah burada. O esmer kız için karşıya geçerken yine. Kurtaramadılar, sevdiği uğruna öldü gitti garibim.
Başımdan aşağıya sıcak sular döküldü o an sanki. Fırının bir köşesine yığılıvermişim. İyi yürekli dostumun değil cenazesine katılmak, öldüğünden bile haberim olmamış. Müthiş moralim bozuldu, üzüntü dediğimiz sevimsiz duygunun, sonu olmayan karanlık dehlizlerinde kaybolup gitmişim uzun süre.
O günden sonra bir daha o köşede servisimi beklemedim. Güzergahını değiştirip, ilçenin başka bir caddesinden geçmesini sağladım. Sabah pidesi mi? Aç kalmayı, Adil’siz bir pide ziyafetine tercih etim.
Ne zaman bir pide yemeye kalksam şimdilerde, lokmamı bölüştüğüm o sevimli insan gelir hep aklıma.
Allah, rahmet etsin. Mekanını Cennet kılsın.
Bir tutam hayat-30.09.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
Bir yer, bir olayı anımsatıyorsa, ve bu olay hüzün doluysa bu hep böyle gider. Gerçekten pideler boğazınızdan geçmez. Size hak veriyorum.
Bir internet radyoda zaman zaman ben de konuk olurdum. Şiirler gönderir okutur, dinlerdim. okunan şiirlerin arasında ise şarkılar olurdu. O radyonun müdavimlerinden ve kurucularından bir zatın kalpten öldüğü haberini aldım bir gün... Cenazesini kaldırdık. Bir süreliğine yalnızca Kur'an okundu radyoda. Sonra da radyo kapandı...
Bir zatı sürekli anımsatan bir radyoda şiir okumak ve hele de aralarda müzik dinlemek olası değildi çünkü...
Değerli paylaşımınız için teşekkürler.
Bir tutam hayat
Bu güncel olaylar hakkındaki yazılar konusundaki tavsiyenize uyacağım.
Haklısınız galiba.
Anlatım diliniz sımsıcak ve hemen sarıp sarmalıyor insanı. Severek okudum.
Ama bu anı hikayeniz oldukça hüzünlüydü.. Hep diyorum, yine diyeceğim şükredecek ne kadar çok şeyimiz var şu hayatta. . Ama nedense, başımıza bir iş gelmeden, hiç bir şeyin kıymetini ve her azası bütün bir insan olarak yaşamanın değerini bilemiyoruz bir türlü..
Saygılar,
Bir tutam hayat
Sevdiklerimizin değerini, ancak kaybedince anlıyoruz ama,
o zaman da iş işten geçmiş oluyor.
Bu nedenle,
hayatı çok iyi gözlemlemeli,
çok iyi özümsemeliyiz.
Elimizdeki değerlere sahip çıkmalı,
gerekli hassasiyeti esirgememeliyiz.
Bir garip Adil mesela.
Keşke yaşasaydı da, hikayesini mutlu sonla tamamlayabilseydik.
Ne demeli?
Hayatın gerçekleri bunlar işte.
Ziyaretiniz ve yorumunuz için çok teşekkür ediyorum efendim.
Bir tutam hayat
Sesiniz-soluğunuz çıkmayınca, hasta mı oldunuz telaşına düştük.
Fazla boş bırakmayın buraları.
Bir şekilde soluğunuzu hissedelim ensemizde.
Bu sayfaların hoş esintilerinden birisiniz sonuçta.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Hikaye hüzünlüydü ama, sonuçta gerçekti işte.
bazen kızıyorum kendi kendime. hani neden daha çok üzüldüğümüz olayları kaleme alıyoruz diye.
Demek ki,
sevinçlerimizi paylaştığımız insanlar çok normal hayatta.
Hüzünlerimiz hep içimizde kalmış, şimdi de onlar açığa çıkmakta usuldan usula.
Çok sağ olun.
Kendinize iyi bakın, e mi?
Bozkırın ayazı, başlamıştır şimdi sizin oralarda.
Aheste aheste eser ama, delip geçer insanı hani.
hayatınızdan, yaşanmışlıklarınızdan seçip bizimle paylaştığınız tutam tutam hatıralar nasıl bir çırpıda okunup bitiriliyor bi bilseniz... şimdiye kadar hangi yazınızı okuduysam iyi ki diyorum uğramışım sayfaya gene boş çıkmıyorum...
başarınızı kutlarım gönülden
saygımla....
Bir tutam hayat
Çoktandır göremiyorduk sizleri buralarda.
Güzel yorumunuzla, hikayemize anlam kattınız, değer kattınız.
Çok sağ olun.
insan manzaralarını seyretmek vicdanlı kişilerin işidir ve böylesine yazıya dökmek üstünden yıllardageçse o ekmek gibi sıcacıktı kalemin mürekkebi..adil ve adil gibiler dünyamda derin bir sızı bırakır...bu yüzden parayı hiç sevmedim...kendimi ona köle etmedim...vicdanımı ele geçirmesin diye...biraz övgü gibi oldu ama idare edin kibrimden değil yürek sısımdan yazdım bunları..adilin yaşadığı yerleri ve portakal ağaçlarının o muhteşem kokusunu az çok içime çeker gibi oldım..sevdasını yaşayamayan çok perişan insanlar gördüm..yarı kaçık halde..sorsam sevdalanmış sevdiğini alamamış diyorlar dı..ve nerde o eski sevdalar şimdi ..şimdi herşey menfaat..zavallı adil; ne kadar aklını başından almış ki o yürek heyecanı azraili olmuş...Adile burdan rahmet diliyorum sizede bu güzel hayat öyküsünden dolayı esenlikler diliyorum arkadaşım.. siz yazın biz okuyalım..muhteşem bir akış...saygılarımla
Bir tutam hayat
Bu aralar kaybolup gittiniz buralardan.
Şiir sayfalarına asılı kaldınız galiba bu aralar.
Hoş geldiniz diyelim önce bir size.
Hayatımızın bir köşesinde yer etmiş,
hatıralarımızda sadece soluk bir suret olarak var olabilen bir realiteyi,
küçücük bir hikaye ile de olsa hatırlamak ve yüce gönüllü insanlarla paylaşmak gerçekten oldukça zevk verici bir durum.
Tatlı bir hüzün esintisinin gölgesinde de olsa,
bir can dostu, sevgili Adil'i hatırlamak,
düşüncenin yok olmaya mahkum prangalarından kurtarıp, yazının ölümsüzlük kulvarına taşımak güzeldi.
En güzeli de,
sizlerden gelen bu övgü dolu, teşvik eden cümleler.
Çok sağ olun.
Gül ESEN
HAYIRLI BAYRAMLAR SEVDİKLERİNİZLE BERABER..ESEN KAL SAYGIDEĞER ARKADAŞIM :)
Çekmecemde bir mandalinam var birazdan midemi ziyaret edecek olan ama benim alabildiğim tek koku sıcacık bir pideye eşlik eden portakal kokusu.Kaç şehir, kaç yaşama tanıklık etti kimbilir hayatınız ve ne hikayeler var daha kaleme alınmayan, kimbilir ? Ankaradanda yolunuz geçti bilirsiniz Ankara şu an buz gibi erken gelen kış öncesi aperatif niyetine soğukları sabah ve akşamları yoğun bir şekilde hissettiriyor.Bu soğuk havada kalkıp sıcacık bir iklimde Adilin yaşamına konuk olup pidenize bizide ortak ettiniz.Adile bizde Allahtan rahmet diliyoruz ebedi mekanının huzur ve mutluluk dolu olması dileğiyle.Güne gelen hoş anlatımınız,betimlemelerinizle bizim içinde artık pide yerken veya portakal kokusu aldığımızda anımsayacağımız bu hüzünlü anınızı bizimlede paylaştığınız için teşekkür ederiz.Saygı ve selamlarımla.
Bir tutam hayat
bir edebi eser gibiydi bu küçücük yorumunuz.
Ne güzel özetlemişsiniz düşüncelerinizi, duygularınızı.
Gittim-geldim, bir kaç kere okudum gerçekten.
Her cümlenize ayrı aysı cevap yazmam gerek şimdi.
Hatta, her birine bir hikaye yazmak da mümkündür.
Benim çekmecede elma mevcut.
şeker illeti nedeni ile, bir de damak zevkimize olan uzaklığı nedeni ile,
Azeri aşçıların pişirdiği öğle yemeğini yemiyor,
bir ekşi elma ile geçiştiriyorum.
Buralarda, mandalinalar boy göstermedi henüz. Demek sizin oralarda çekmecelere girmeye başlamışlar ufaktan ufaktan.
Bu gezme konusu da ilginç gerçekten.
Eşim, nerde ise boşayacaktı beni bu taşınma sıkıntısı yüzünden.
Yani,
öyle profesyonel oldu ki bu konuda, bir günde, koca bir evi toparlayıp, ambalajlayabiliyordu.
Şimdilerde,
taşınan birilerini gördüğünde, başını başka tarafa çeviriyor. Son evine taşındı artık.
Ama, yazdığınız gibi, çok tecrübeler edindik bu sayede, çok coğrafyalar, çok beşeri fotoğraflar tanıdık. Bazen hoş, bazen de hüzünlü hatıralar depoladık gönlümüze.
Bir gün gelecek,
bu hatıralarımızı kaleme alıp, gönlü zengin kalem dostları ile paylaşacağımızı asla düşünemedik.
Kötü mü oldu?
İyi oldu tabi ki.
Hem sizleri tanıdık bu vesile ile, hem de hatıralarımız arasında unutulmaya mahkum olan değerleri ölümsüz kıldık böylece.
Ne demeli?
Çok teşekkür ediyorum efendim.
Yazıyı dün gece okudum ancak, bayram hazırlıklarını az çok bilirsin Bir tutam hayat. Çok güzel veya tebrik ederim diye bir yorum yazmak bana göre değil. O yüzden yorumum biraz geçe kaldı kusura bakma.
Öncelikle şunu söylemek isterim. Yazının ismi ile, koymuş olduğun fotoğrafı ilk gördüğüm de hayret dedim.
Kesin bir fotoğraf bulamadı, olsun bu kadar yazı yazdı idare edelim artık yapacak bir şey yok.
Okuyalım bakalım:
Sonra "S" yerine "Ş" harfleri... Ardından Adil'in konuşma bozukluğu olduğu hemen anlaşıldı.
Tabi önceden pideci de anlaşılmıştı, okurlara pidelerin kokusu bile gelir gibi oldu.
*
*
Koskoca sayfa, nasıl bitti anlamadım gitti.
Yazdığın zaman Adil'in ölümüne nasıl üzüldüğüne anlatımın vardı ya hani, onu çok iyi bir tezgâhta sergiledin...
Fakat alıcı olan okur var ya... İşte o okur Adil'in ölümünü öyle güzel satın aldı ki o tezgâhtan (hatta ben dahil.)
Tebrik ederim.
Bir tutam hayat
altında Davidoff yorumu olmayan bir çalışma,
yarım kalmış, finale ulaşamamış demektir.
Bu durumda,
ince eleyip-sık dokumalı, problemin nerede olduğu eni-konu araştırılmalıdır.
En azından biz öyle düşünmekteyiz.
Yorumu okuyunca, tebessümlerin dudaklarımı istila etmesine engel olamadım. Biraz tezat oluştur hikayenin ismi ile kullandığımız resim arasında ama, tüm hikayenin içeriğini özetlesin diye düşündüm bu ikili.
Sanırım, hikaye okunup bittiğinde, bu konu biraz daha anlam kazanıyor.
Adil'in konuşma biçimi, yıllar sonra tüm canlılığı ile hala kulaklarımda aslında. Yazıya aktarabilmek için çok zahmet çektim doğrusu. Bu ''Ş'' harfini son anda bulabildim ve epeyce bir yaklaştırdı bizleri gerçeğe.
Gönlümde, Adil'in kara sevdasının ayrıntılarını işlemek, esmer kızdan da bir bukle daha bahsetmek vardı ama,
zaten uzayan hikayeyi, insanları bıktıracak seviyeye taşımak istemedim.
Bu ortadan bölme işi de çok hoş olmuyor galiba.
Sonuçta,
bu çalışma çıktı işte ortaya.
Evliya Çelebi'yi geçen hayatımızdan bir tutam aktarabilmiş isek buraya, ne mutlu bizlere.
Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun.
Bir bebeğin gözlerinden kalan an'ların dışındaki dünya işleri...
Hayat her coğrafyada kendini o kadar ezber etmiş ki,İlk bu ezberi yaşayan doğa,en büyük hayat arkadaşımız değil mi?
Knut Hamsun'un açlık sefaletini yaşadığı dönemde en leziz yemeklere taş çıkartan bir somun ekmek ! Amacın doymak,niyetin haz,sonucun ise mutluluk olduğu an'ların sarhoşluğu..
Aslında o leziz tat,o hayatın tatlandırdığı,pideye anlam kattığı zamanın an'ı dır.İşte hayat kimilerine rol çalar,kimilerine rol verir ve bir kenarda tiyatrosunu izlemeye başlar.Seyircisi yok denecek kadar çoktur aslında...İzleyen gözler, farkın izlerini gözlerinden değil,sadece sözlerinden ibarettir.
Adil'in aşkı,deliliğini yenebiliyor.Aklı ise zaten yenilgiyi aşk karsısında kabul ediyor.Böylece aşk caddenin diğer tarafına geçerken,akıl caddenin öbür tarafında kalıyor.
Silik bir ismin,tiyatroda ki figüranlığı,hayatın son anında Jön oluşuna neden. Hayat,kendi ezberlerini tekrar tekrar yaşamaya devam ediyor...
Değerli dostum. İnsanın yaşadığı olayları,bu kadar güzel bir şekilde açıklaması,bir film izler gibi bütün sahneleri hazırlaması sağlam bir gözlemlemeye sahip olduğunu gösterir.Bu güzel yazı,ve bu yazı içindeki insani hisleri bizlere yaşattığınız için çok teşekkürler.
Güne gelmesini beklemiştim.O nedenle özelden msj atmıştım... Paylaşmak sadece sahip olduğumuz nesneler için geçerli değil,anılar,mektuplar, hikayeler,olaylar sizi de bizi de ele verir.
Bir önceki denememde belirttiğim duyguyu bize yaşattınız...Demiştim ki:
Bir edebiyatçı ya da şair, edebiyat üzerine düşünmeye başladığında; defalarca başkalarının yerine geçmenin, başkalarının yerini tutmanın nasıl bir şey olduğunu kaleme aldığında; yaratıcılığın gücünü ve etkisini hisseder, ürpeririz; edebiyatın ,hayatımızı nasıl manalandırdığını bir kere daha anlarız ve bunu farkına varmamış olanlar için; edebiyatsız hayatlar için kederleniriz.
Böyle güzel bir yazıyı bizimle paylaştığınız için size çok çok çok teşekkürler değerli dostum...
Saygılar,Sevgiler Değerli Dostuma
Bir tutam hayat
Bazen şaşkınlıklar içinde kalıyorum şu edebiyatçıların yazdıklarını okurken.
Az kitap okuyuşumuzdan,
bu konuda biraz cahil kalışımızdan mıdır, nedir, bilemiyorum?
''Edebiyatın hayatımızı manalandırması ve bunun farkında olmayan insanların edebiyatsız hayatları için duyulan keder.''
Bu konu üzerinde, epeyce düşünmem, oldukça kafa yormam gerek benim.
Edebiyatçılığa gelince;
Gerçekten güzel şey.
Eskiden yağlı boya tablo yapardım, ondan da zevk alırdım ama,
yazmanın yeri çok başka.
Hele de hatıralarınıza hayat verme. Birilerine vefa botçu ödemiş gibi oluyorsunuz.
Sonuçta,
kötü insanları, kötü hatıraları kim ölümsüz kılmak ister ki?
Ne demeli?
Gerçekten çok aydınlatıcı, çok yol gösterici bu küçük yorum cümlelerine düşen fikirler.
Çok sağ olun diyorum.
Sizler olmasanız,
belki de bu kadar zevk vermeyecek cümlelerle hayat dansı yapmak.
Bizler, siyah-beyaz yazıyoruz. Sizler ise, onlara renklerle can veriyorsunuz.
Sağ olun.
sizin şu bir tutam hayatınızdan, nice hayat öyküleri çıkar üstad. bunca coğrafya, bunca tecrübe, bunca tanışıklık, bunca hikaye.. ve artık öyküleriniz çok daha profesyonel geliyor gözüme, betimlemeler iğreti durmadan sıralanıveriyor hayalimize. zaten başlık başlı başına cezbediyor insanı, daha yazıya girmeden hissediyoruz o portakal kokusunu. sizin hikayeleriniz hiç bitmesin, güne geldiği için memnunum, elinize sağlık.
Bir tutam hayat
O an, öyle gelmişti aklıma.
Ama şimdi bakıyorum da geriye dönüp şöyle,
sizin de parmak bastığınız gibi, gerçekten hatıralarımızdan derlediğimiz
bir tutam hayat olmuş tüm yazdıklarımız.
Edebi yönünü siz değerli kalem dostlarına bırakalım da,
hatıraların ölümsüzleşmesi, aklımızın karanlık köşelerinde kaybolup gitmesinin engellenmesi açısından iyi oldu bu hikayelerin Edebiyat Defterinde hayat bulması.
Boşuna dememişler, ''Çok okuyan değil, çok gezen bilir.'' diye.
Bizim ki de o misal oldu işte.
Çok yordu hayat bizi, çok çileler çektik ama,
böyle güzel yanları da olmadı değil hani.
Sizlerle paylaşmak da, gerçekten çok ayrı bir haz veriyor insana.
Çok teşekkür ediyorum güzel yorumlarınız için.
Sağ olun, var olun.
Yorumumu bu saate bıraktım.
Çünkü güne düşmesini bekledim;
ve beklediğim oldu.
Şöyle gün içinde yazılan yazılara bakınca,
ben de kendi günümün seçkisini ayırıyorum.
Ve bir de burda da görünce
çok seviniyorum.
Hak etti, fazlasıyla.
Gerek yıllar öncesinin karelerini yansıtma başarısından,
gerekse geçmişte sıkışıp kalan bir anı ölümsüzleştirdiği için.
Mekanı cennet olsun Adil'in.
Sizin de ömrünüz uzun ve güzel olsun efendim.
Çünkü bu kalem çok ama çok vefalı.
Aynı sevgiyi, vefayı kendisi de hak ediyor.
Çok beğendim.çok...
Hep yazın.
Sevgimle.
Bir tutam hayat
Yorum yazıyor, güne düşünce de tekrardan kutlama notu bırakıyorduk bizler genellikle.
Günün yazısı olmasını ummak ve beklemek, gerçekten enteresan bir düşünce.
Bazen,
bizler de yorum köşelerimize yazıyoruz, bu gönlümün güne gelen yazısı diye.
Bazen dileğimiz gerçek oluyor, bazen de yakınından bile geçmiyor.
Yazıları seçen arkadaşların, kriterleri çok değişik sanıyorum.
Sadece edebiyat güzelliği bazında bakmıyorlar olaya.
Efendim,
yazıya biçtiğiniz değer ve düştüğünüz bu güzel yorum için çok teşekkür ediyorum.
Yav,
sizin cümleleriniz neden iyot kokmaya başladı?
Biraz da rutubet mi yayıyorlar ne?
Ha!...
Bir de renkler var.
Sizinkisi hep yeşil... Bin bir çeşit yeşil işte...
Bir tutam hayat
yine bir bukle güzellik bırakarak geçmişsiniz gönül sayfamıza.
Sizin isminize rastladığımız zaman,
bir şeyler yarım kalmış gibi oluyor sanki.
Ne demeli?
Edebiyat defteri,
sizinle daha sevimli,
daha bir anaç,
daha bir sıcacık.
Hep yazarım ya,
buraların değişmez rengisiniz.
Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için.
Sağ olun.
AYSE 09
bu sizin saygınlığınızdan
saygılarımla
hayırlı bayramlar olsun
hayatta hergün önünden geçtiğimiz kaç silik insan var acaba, pek düşünmüyoruz. bir de bir yerleri sakat olan insanların sanki kafaları da sakatmış gibi onlara bakıyor ve sıradan insanlarla konuşma şeklimizden farklı vurgu ve tonlamalarla onlarla konuşuruz. onların da bizim gibi duyguları olduğunu hep aklımızdan çıkarır ve aşağılarız. bunu genelimizde öyle olduğu için söylüyorum. güzel yazınız ve kaynağı olan yüreğiniz için tebrikler, saygılar
Bir tutam hayat
Hepsinin yüreği, duyguları, korkuları, sevinçleri, hüzünleri var.
Bu dünya, yaşadığımız hayat hepimizin.
Bir insana, hele de özürlü olan bir cana,
karşılıksız, nedensiz bir bukle tebessüm sunmak ne güzeldir.
Onunla bir sıcacık lokmayı paylaşmak,
hayatınızda bir değeri olduğunu hissettirmek.
Her şeyden güzeli de,
onu asla unutmamak galiba.
Biz, Allah'ın şanslı kullarındanız.
Hem, Adil gibi mükemmel bir insanı tanımak, hem de küçücük bir hikaye ile de olsa onu ölümsüzleştirme fırsatı yakaladığımız için.
Tabi ki,
siz değerli kalem dostlarının asla eksik olmayan destekleri ve teşvikleri ile.
Çok sağ olun efendim.
Bir kaç gündür sesiniz, soluğunuz çıkmıyor.
Biz mi kaçırdık yoksa?
Sizin gözünüzle ve yüreğinizle dolaştım şehirleri...Paylaşılan bir pidenin ardındaki dostluğu gördüm...İnsanlığımızın ölmediğini anlayıp sevindim...Saygıyla.
Bir tutam hayat
başkasının gözü ile şehirleri dolaşmak, sevgileri paylaşmak.
Dostluğu, insanlığı resmetmek hep beraber...
İnanın bu küçük cümle,
bir başka haz veriyor insana.
Bir başka şevk veriyor.
Umarım ve dilerim,
beraberce çok coğrafyalar gezer,
çok iklimlerle tanışır,
çok rüzgarlara göğüs gereriz.
Kalem dostları ile, hayatının bizlere sunduğu sürprizleri paylaşmak güzel.
Çok sağ olun efendim.
Kıymetli Dostum
Yazıyı okumadan Önce epeyi bir süre yayımladığın pide resmini öylece seyrettim çünkü karnım çok aç ve henüz daha yemek yemedim.
Yazıyı okuduktan sonra açlığımı unuttum ne iştah kaldı ne bir şey
Ama yinede ne yalan söyleyeyim hala pideden gözümü alamıyorum:) O nasıl bir pide fotoğrafıdır böyle?
Yazınız her zamanki gibi nefisti ,yazınızın en çok bayıldığım tarafı küçük ayrıntıları muazzam vurguluyorsunuz hele fırıncının boynun daki kirli mendiliyle terini silmesi gözlerini sizden kaçırması falan o sahneler müthiş bir anlatımdı enteresan bir yetenek hayranlık uyandırıyor
Ha bu arada memurların mesai saatleriyle ilgili hafif politik dokundurmalarınız da gözden kaçmadı.yakında politik bir yazı bizleri bekliyor gib,))
Keyifle okuduğum yazma sanatıyla ilgili çok şey öğrendiğim güzel yazınızı ve emeğinizi kutluyorum.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı sevgi selamlarımla
Serhat BİNGÖL
Arada sayfanıza girip çıkıyorum yanlış anlamayın lütfen pideye bakıp çıkacağım:))
Bir tutam hayat
Şunu belirteyim hemen unutmadan,
size bu adı takan büyüğünüze helal olsun diyorum.
Gerçekten çok hoş bir isminiz var.
Sadece bu isme bile bir çok hikaye yazılabilir.
(Kesin vardır güzel bir hikayesi.)
Bu pide meselesi var ya, benim de yumuşak karnım aslında.
Şeker nedeni ile, güzel bir perhiz düzeni kurdum kendime burada.
Memlekete gittiğimde işin ucunu kaçırıyorum.
Eşim, uzaklardan gelmişim ya, en güzel ve en çok sevdiğim yemeklerle donatıyor sofrayı görevi addedip durumu.
Bir de meşhur Trabzon ekmeği var.
Sözün kısası, burada ne kadar perhiz tutabilirsek, o kar kalıyor yanımıza.
Pideden geldik buraya.
Ben de pek severim pideyi.
Aslında Adil ile paylaştığımız pide bu değildi.
Daha ince ve daha küçük. Lavaş gibi hani. Dürüm yapıyorlar onunla.
Küçük olduğu için, iki kişi kolaylıkla yiyebiliyorduk.
Şimdi sen, bu güzel ve kocaman pideyi görünce, amma obur adam diye geçirmişsindir içinden.
İşin aslı öyle değil işte.
Bu memurlar var ya,(Babam da memurdu) hep gıcığıma gitmiştir benim. Herhalde kıskançlığımdan olmalı.
Hayatım hep çok çalışmakla geçti, anamızı ağlattı özel sektör.
Gerçi siz benden daha iyi bilirsiniz durumu.
Bir de şu mesele var.
Adamlar hem az çalışır, az yorulur, çok tatil yapar; hem de hiç bir krizden etkilenmez.
Her şeyin ceremesini bizler, özel sektörün garibanları çekeriz.
Siyasi yazılara gelince.
1980 yılında bitmiştir benim siyasi hayatım.
Sebebini belki bir gün kaleme alırız.
Siyasi yazmayız da,
1970-1980 arasındaki olaylarda yaşanan hazin hikayeleri belki paylaşırız bir gün buralarda.
Tabi ki, o güne kadar kovulmaz isek sayfadan.
Adil, çok iyi bir insandı.
Çok uzaktan görse, sallana silkene yanıma gelir, selam vermeden, hal hatır sormadan geçmezdi.
O küçük ilçedeki en samimi arkadaşımdı.
Aslında,
çok şey var hakkında yazacak ama,
hikayeleri çok uzun tutmak istemiyorum artık.
Sanırım sıkıcı oluyor biraz.
En azından, hatırasını ölümsüz kıldık.
Güzel yorumuna çok teşekkür ediyorum.
Yine memleket yollarına düşüyoruz.
Büyük bir ihtimalle, 19 Ekim tarihine kadar dönmeyeceğiz ne Azerbaycan'a, ne de deftere.
Bu nedenledir ki, son günlerde biraz sık yazı yayınladık.
Her şey için çok teşekkür ediyorum gönül dostu.
Tüm güzel yazıların, yorumların için.
Sağ ol.
Serhat BİNGÖL
Karşılıklı iltifat gibi olsa da fakat gerçek böyle bende Gökhan ismini çok severim ortaokulda bir arkadaşım vardı oda sizin gibi çok sevdiğim bir dostumdu. Belki de ondan olsa gerek sevdiğim bir isimdir Gökhan ismi.
Benim ismimin bir hikâyesi var ama kaleme almaya değer mi onu bilemem size hikâyesini kısacık özetleyeyim sizin usta kaleminizden kurgulanıp bir öyküye dönüştürülürse güzel bir şey çıkar sanırım.
Gerçek hikâye şöyle; babam 1960’lı yıllarda İstanbul da görev yaparken bir gurup mesai arkadaşıyla birlikte hukuku çiğneyen gayri hukuki işlerle uğraşan amirleri ve amirlerinin işbirlikçisi olan diğer bir gurup meslektaşlarıyla şube içerisinde silahlı çatışmaya varan bir kavgaya tutuşurlar. Karşılıklı davalar açılır dava sonucunda amirleri meslekten atılır fakat. Babam ve birlikte hareket etiği meslektaşları da cezasız kalmazlar onlarında karsa tayini çıkar. da doğrusu sürülür. İşte o sürgün hayatı içerisinde de ben ve kız ikiz kardeşim olan Serap dünyaya gelmişiz. Bir buçuk yaşlarında hastalanan kardeşim doktor ve doğru düzgün sağlık imkânları olmadığından vefat etmiş. Hayatta bazen doğru olmanın bedeli ağır olabiliyor. Neyse, Kars ilimizin sınır vilayetimiz olması nedeniyle, hudut-uç nokta- en yüksek dal-zirve-ve bazı Türk boylarında da ön çıkan cesur asker –anlamlarını taşıdığını okuyup öğrendiğim Serhat ismini koymuş babam, başka anlamları var mı? Doğrusu bilmiyorum.
Yani fena bir hikâye değil. Güzel bir öykü çıkabilir ama ustası tarafından kaleme alınırsa. Ne dersiniz?
Saygılarımla.
Not : kardeşime yazdığım ‘’sürgünde bebek ‘’isimli şiirimde bu konu üzerinedir
Bakmak ile görmek arasında çok fark vardır. Bazen bakarız ama görmeyiz. Önemli olan aynı anda hem bakıp, hem görmektir. Ve siz bu konularda çok duyarlısınız. Yaşamınız içindeki hikayeler bu duyarlılığınızın ıspatı. Ayrıca adil' in durumu da çok etkiledi beni. Aşk' ın tanımı bu işte aslında. Tebrikler yazım dostu. Selamlar, saygılar
Bir tutam hayat
Bu konuda yazacak çok şey vardı.
Esmer kız hakkında da.
Hikaye uzadı, kısa geçmek zorunda kaldık.
Zaten asıl gayemiz, aşkını değil de, Adil'in kendini anlatmaktı.
Sizin de belirttiğiniz gibi,
çok gezmek, çok yerler ve insanlar tanımak güzeldi.
Gerçi,
bu nedenle beş kuruş tasarrufumuz olamadı ama,
hatıralarımızda biriktirdiğimiz ve arada bir sizlerle paylaştığımız bir çok güzelliklere sahip olduk.
İnsan manzaralarını seyretmek, bir filmi, ya da televizyondaki bir programı izlemekten çok daha zevkli gerçekten.
Bir de,
tüm bu biriktirdiklerinizi paylaşabileceğiniz dostlarınız var ise, tadından yenmiyor inanın pişirdiğiniz yemek.
Ve,
siz değerli kalem dostları ile bu yemeği paylaşmanın zevki var ya,
dünyalara değer gerçekten.
İyi ki varsınız diyorum efendim.
iyi ki sizleri tanıdım.
Çok sağ olun.
Bir tutam hayat
her yazının nihayetinde,
öylece sessiz, sakin,
bir görünüp, bir kaybolursunuz.
Kısacıktır yorum cümleleriniz,
bir soluk alış süresi kadardır bakışlarımızdan gönlümüze uzanan esintiniz.
Ama inanın,
neslimizde çok değerlisiniz.
Hani,
ölmek üzere olan insana verilen hayat öpücüğü vardır ya,
işte tam öylesiniz.
Çok sağ olun efendim,
hiç bir zaman eksik etmediğiniz desteğiniz için.
Bu yazı bana öyle tatlı anıları hatırlattı ki ister istemez okurken gözlerim doldu. Bitmesin istedim yazı biraz daha sürsün istedim. Ne güzel bir üslup ne akıcı bir anlatım biçimi bu kaleminiz çok kuvvetli sizi okumak bana hakikaten zevk veriyor sizi tanıdığıma iltifatınıza mazhar olduğuma o kadar çok memnunum ki anlatamam. Sizi kutlarım efendim kaleminiz her daim var olsun ki bizler sizin kaleminizin ucunda o diyardan bu diyara gidebilelim... Saygılarımla
Serdengeçti
Bir tutam hayat
bu güzel sayfadan çok şey beklemiyoruz aslında.
Hatıralarımızın derinliklerinde muhafaza ettiğimiz duygu esintilerimizi,
becerebildiğimiz ölçüde,
gönül dostlarının hissetmesini sağlamaktır çabamızın nedeni.
Çoğumuz, yazar olmak, kitap çıkarmak, para kazanmak, şöhreti yakalamak için koşmuyoruz bu kulvarda.
Maksat,
bu gök kubbede bir hoş seda bırakmak.
Hal böyle olunca,
yazan kalem de amatör ruh taşıyor ise,
bu yorum köşelerinin, buraya düşen küçücük cümleciklerin bir başka anlamı oluyor. İnanılmaz değer taşıyor.
Sözün özü,
her ne yazarsak yazalım,
bir kalem dostunun gönlüne az buçuk dokunabiliyorsak,
işte o,
aldığımız mükafatların en büyüğü oluyor.
Bu durum, her birimiz için geçerlidir.
Sizin için de, bizim için de.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bu sayfadaki önemli değerlerden birisiniz efendim.
Ben işiniz gereği aslında şanslı olduğunuzu düşünüyorum.. şöyleki... bir dolu diyar ve bir dolu hayat izi biriktirmişsiniz anılarınızda.. zaman zamanda aralarında dolanabilmeniz çok güzel... Ki bunu zaman zaman bizlerle paylaşıp misafir etmenizde cabası... bunun için teşekkürler aslında...
Üzücü olan bunca dolanmışlığın içinde Adil gibi bir garip sevda yaşayabilenlere de denk gelinmesi herhalde... oysaki bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler... Ama insan kursağından geçirdiği her ne olursa bunu birileriyle paylaştığında daha güzel ve kalıcı lezzete erişir... siz her pidenin tadında Adili anımsayarak ruhunu şenlendiriyor olacaksınız belki de... Teşekkür ederiz... Belki her pide yiyişimiz de.. bizlerde Adili anımsayacağız.... Allah rahmet eylesin.. Mekanı cennet olsun...
Bir tutam hayat
Adil gibi bir garip insanı,
öldükten sonra çok hatırlayan olmaz.
Büyük bir ihtimalle,
bayramlarda da olsa mezarını ziyaret eden, bir Fatiha okuyanı yoktur.
En azından,
böyle küçücük bir hikaye ile ölümsüzleştirdik onu.
Bana yaşattığı güzel zamanların karşılığı olsun.
Çok yer gezdim, çok insanla tanıştım.
Yazacak çok şey, anlatacak çok hikaye var aslında.
Ama,
müsait bir ortam gerekiyor kalem oynatmak için.
Sizler de yazıyorsunuz, sizler de farkındasınız durumun.
Türkiye'ye döndüğümde, böyle bir ortam bulmam imkansız hale geliyor.
Yakınlarımdan bir destek bulamıyorum, tam aksine köstekleyen çok oluyor.
Hikayeler, bu nedenle hayat bulamıyorlar genellikle.
Burada, Azerbaycan'daki yalnız hayat, en azından bu konuda işe yaradı.
Ve,
Edebiyat Defteri ile, onun bünyesindeki siz değerli kalem dostları ile tanışmama vesile oldu.
Ne kadar buradayız, ne zaman tükenecek cümlelerimiz, Allah biliyor onu artık.
Sizlerle bir şeyleri paylaşmak güzel.
Sizlere bir şeyler sunmak, sizlerden bir şeyler derlemek.
Biz, hayatımızdan memnunuz.
Her şey için çok teşekkür ediyoruz.
Yine duyarlı yine yüreğe dokunan bir yazıyı daha kaleme almışsınız. Esmer bir güne eşlik ederken kelimeler Adil ile tanışma fırsatı buldum ben de diğer okuyucular gibi.
Kara sevdanın iz düşümü...Of ki of...Bedeli ödememesi gerekenler öder de hep sorarım: Nedir suçu bu insanların hatta nedir suçum, diye. Ama konu ne olursa olsun...
Bazı mekanlar vardır ki insanlarla özdeşleşmiştir, insanın ayakları geri geri gider. Keza yaşanmışlıklar, hatıralar çepeçevre sarmıştır: Hele ki uzağında iseniz o insanın içimiz daha da sızlar sanki sesi, soluğu, kokusu sinmiştir o verdiğimiz kayıpların.
Güzeldi, fazlasıyla güzeldi yürekten dökülen. İçimi sızlattı, o da ayrı.
Buruk ayrıldım sayfadan basan efkarın eşliğinde.
Kutlarım.
Selamlarımla, kalem dostum...
Bir tutam hayat
hüzün yüklü hatıraların izi daha derin oluyor galiba yüreğimizde.
Ya da,
yaradılış gereği,
hüznü daha çok seviyor, daha çok yoldaş ediyoruz kendimize.
Ardıma dönüp bakıyorum da bazen,
mutluluk ile noktalanan hikayelerimiz,
sonu hazin olanlara oranla daha az yer tutmakta sayfalarımızda.
Belki de,
tebessümleri günlük hayatımızla,
hüzünleri ise bilinç altımızla paylaşıyoruz.
Adil'in hikayesi, belki çok daha uzun kaleme alınabilirdi.
O esmer kız hakkında çok yazılacak şeyler vardı. Adil'in duyguları ile ilgili de tabi ki ama,
zaten uzunca bir yer kapladı, fazla teferruata girmek istemedik.
Sonuçta,
hayatımızın birer parçası bunlar.
Her gün, hepimizin şahit olduğu.
Adil'in hazin hikayesini sizler de öğrenmiş oldunuz.
En azından, onu ölümsüz kıldık.
Bu da bir şeydir, değil mi?
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.
Alışıyor insan alışkanlıkları onunla bütünleşiyor gelip geçenlerden o bir şey bekliyor geçenlerin bazıları da ondan her gün ayni sahne ama bazen seyirciler farklı oluyor.Bir gülme oluyor yapılanların sonunda ilk görenler şaşkınlıkla seyrediyorlar bedava biletsiz sokak sahnesinde.
Ulu cami önünde
Boyacı Paşa,
Ellerinde fırça .
Gözleriyle tarıyor sokağı,
Bekliyor küfürlerini kabul edecek adamı..
Su gibi akan yazıyı yazan yüreği tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Perde hiç inmiyor,
ardı ardına sahneleniyor oyunlar.
Oyuncular çok, konular muhtelif.
Önemli olan,
o hengamede,
oyuna ve oyunculara konsantre olabilmek.
Ya da,
hayatı bir ucundan tutabilmek diyelim.
Hep destek olan, yüreklendiren, sayfamıza renk veren güzel yorumlarınız için,
gönülden teşekkürlerimi sunuyorum efendim.
Bir tutam hayat
Çok okuyan değil, çok gezen bilir diyorlar ya,
bizimki de o hesap işte.
Bir de,
insanlara, onların davranışlarına olan merak.
Tüm bunların nihayetinde,
sizler gibi değerli kalem dostlarının teşvikleri, küçük ama çok değerli cümleleri ile verdikleri cesaret,
yufka yüreğinizde esen fırtınaları buralarda paylaşmanızı sağlayabiliyor.
Bizler çok mutluyuz bu durumdan.
Umarım sizler de daima zevk alırsınız.
Sağ olun.