- 1297 Okunma
- 6 Yorum
- 2 Beğeni
İNSANLIK ONURU
İki saatlik uçuş boyunca çok heyecanlı olmasına rağmen inişe geçen uçağın tekerleklerinin piste değmesiyle O’an’a kadar daha önce hiç bu denli yoğun hissetmediği özlem ve korku karışımı duygu, tüm benliğini sarmıştı, Sinem’in.
Sinem için, yaşadığı yoğun duygular heyecan verici bir durumdu.
Kolay değil tam 22 yıldır görmediği ülkesi Türkiye’yi doğup büyüdüğü şehri İzmir’i görecekti.
1982 yılında Avusturya da yaşayan dayısının yanına gitmiş o güne kadar da bir daha ülkesine dönmemişti.
Sinem,1979 yılında İstanbul teknik üniversitesinde okurken siyasi faaliyetler de fakültenin en aktif ve ayını zamanda, düzgün kişiliği, açık kumral lüle lüle saçları, yanağında gamzesiyle okulun en güzel kızlarından ve en başarılı son sınıf öğrencilerinden biriydi.
1980 sonrasında, okuldaki kız arkadaşıyla birlikte kaldığı öğrenci evinde, bir gece yarısı anti demokratik uygulamalarla, yapılan aramada bulunan siyasi içerikli dergi ve kitaplardan dolayı tutuklanıp. İki yıl süreyle ruhsal anlamda birçok olumsuzluklarla karşılaştığı, hapis hayatı yaşamıştı.
İstanbul’da yattığı ceza evinden 1982 yılında tahliye olduğun da Sinemin ruhsal sağlığı bozulmuş kronik deprasif bir kişiliğe bürünmüştü.
Hapishaneden önce; Cıvıl cıvıl hareketli konuşkan bir insan’ken, durgun içine kapanık konuşmayan, gece uykusundan çığlık atarak uyanan, çevresindeki insanlarla diyalog kurmakta zorlanan bir insana dönüşmüştü.
Oysa sevdiklerine kavuşmuş özgür olmuştu. O dönemlerde insanlar ne kadar özgür olabiliyorsa işte!
Sinem’in bu durgun ve içe dönük hallerine anne ve babası çok üzülüyor, onunla iletişim kurmak için çaba sarf etseler de başarılı olamıyorlardı. Sıklıkla odasına kapanıp kimseyle konuşmuyor, bazende ağlama nöbetleri geçiriyordu. Belli ki hapiste ruh sağlığını bozacak bir şeyler yaşamıştı. Uzman doktor kontrolünde çok acil psikolojik tedavi görmesi gerekiyordu.
Her ikisi de diş hekimi olan anne ve babasının öncelikli istekleri, tek çocukları olan sinem’in güvenliği için yurt dışına çıkmasını ve orda ihtiyacı olan psikolojik tedaviyi görmesini sağlamaktı.
Ülkenin siyasi belirsizliğinden ve anti demokratik uygulamalardan çekinen ailesi, olası bir gözaltı durumunda, Sinem’in ikinci kez karşılaşabileceği olumsuzluğa katlanabilecek ruhsal durumda olmadığını görebiliyorlardı.
Babası akşam ev telefonundan Avusturya da yaşayan eşinin erkek kardeşini arayıp konuştu.
-alo Kayhan
-alo eniştem hayırdır akşamın bu saatinde?
-pek hayır değil sinem tahliye olduğundan beri davranışlarını hiç beğenmiyorum. Eh ülkenin durumu da malum bu nedenle sinemin mutlaka yurt dışına çıkması gerekiyor ve çok acil psikolojik destek de alması lazım. Rica etsem Sinem’i yanına aldırıp, onunla alakadar olur musun? Bu konuda bize yardımcı olur san çok seviniriz.
-ne demek eniştem tabi aldırırım, ben gereken işlemleri hemen başlatıyorum. Sizde yapılması gereken resmi başvuruları yapın en kısa zamanda sinem’i almaya geleceğim.
-sağ ol Kayhan. sağ ol gözüm beni çok mutlu ettin.
-sen sağ ol eniştem prensesimin hayatı söz konusu elbet yapılması gereken ne varsa yapacağız. Siz rahat olun. ablam nasıl iyi mi?
-iyi ama sinem’in durumuna çok üzülüyor.
-hiç üzülmesin prensesimi buraya aldıracağım takmayın kafanıza ablama selam söyle.
- söylerim sende eşine selam söyle.
-anjelika da yanımda o da size selam söylüyor.
-sağ olsun
-Hayırlı geceler eniştem
-size de hayırlı geceler Kayhan’ım
Sinem’in dayısı Kayhan bir hafta sonra İzmir’e gelip çok sevdiği yeğeni sinem’i de alıp beraberinde Avusturya’ya. Götürmüştü.
Yaşadığı ağır travmalardan dolayı Viyana da bir kliniğe yatırmış uzunca bir süre psikolojik tedavi görmesini sağlamıştı. Tedavi süresince Kayhan ve eşi anjelika zamanlarının önemli bir bölümünü Sinem’e ayırıyor adeta Sinem’in üzerine titriyorlardı.
Tedavisi boyunca aldığı ilaçların etkisiyle koma halinde derin uykuya dalıyor ve uykusunda ‘’et beni ‘’diye bir cümleyi bir biri ardına tekrarlıyordu. Uyandığında doktorları uykusunda söylediği et beni sözünün ne anlama geldiğini sorduklarında o cümleyle ilgili hiç bir şey hatırlamadığını söylüyordu. Yâda söylemek istemiyordu. Belli ki, bir yerlerden bilinçaltına işlemiş bir sözdü. Tedavisi boyunca ilaçları her alışında uykusunda aynı cümleyi sayıklıyordu.
‘’et beni’’
Aylar süren tedavi sonrasında Sinem önemli ölçüde sağlığına kavuşmuş ve taburcu olmuştu.
Baharla birlikte hareketlenen doğa gibi sağlıklı bir yaşama yeniden çiçek açmış, yaşama yeniden merhaba demişti.
Doktorlarının da tavsiyesiyle, hayatla sosyal bağ kurması için önce Viyana’nın en işlek caddelerinin birinde, dayısının büfesinde bir süre kasiyer olarak çalışmış. sonrada dayısının yakın bir dostunun aracılığıyla cam fabrikasında işe başlamıştı. Önceleri sıradan bir çalışan olarak girdiği fabrikada, zaman içerisinde zekâsı fark edilmiş, çalışkanlığı ve yetenekleri sayesinde yıllar içerisinde şef, kısım amir ve müdürlük derken dev şirketin önemli bir konumuna gelmeyi başarmıştı. Öğrencilik yılarından kalan İngilizcesini geliştirmiş, beraberinde Almanca ve Fransızcayı da öğrenmişti. böylelikle ana dilinden hariç üç dilli daha çok iyi seviyede konuşa biliyordu.
20’ yaşların da genç bir kız olarak gittiği Avusturya dan 42 yaşında olgun bir hanım olarak ülkesine dönmüştü.
Onca zaman nasılda geçmişti. Dile kolay 22 sene.
O zaman süresi içerisinde anne ve babası birkaç kez viyana ya gidip kızlarını ziyaret edip görmüştü. Buna rağmen, hava alanındaki özlem dolu bekleme anının heyecanı, onlar içinde çok farklıydı.
Terminal binasının dış hatlar yolcu karşılama salonunda, kızlarının gelişini bekleyen zamanın acımasızlığından paylarına düşeni almış 62 ve 64 yaşlarına ulaşmış olan Nurten Hanım ve Şefik beyin kızlarını bekleme anı, daha önce böylesini hiç yaşamadıkları çocuksu bir duyguya dönüşmüştü.
Buzlu camdan yapılmış bekleme salonunun elektronik giriş kapısının, her iki yöne doğru açılmasıyla, elindeki valiziyle karşılarında beliren kızlarını gördüklerinde, film sahnelerindeki gibi aralarındaki sekiz-on metrelik mesafeyi istem dışı bir refleksle, hızlı adımlarla koşarcasına kapatmışlar üçü birden sarılmışlardı.
Öyle ki, adeta yumak olmuş kontrolsüz bir şekilde ağlıyor birbirlerinin yüzünü, saçını okşuyor öpüp kokluyorlardı. Ağızlarından
-yavruuum
-anneeem
- kızıııım
-babaaam
Sözlerinden başka bir şey çıkmıyor, yanaklarından dökülen gözyaşları sel olup akıyordu.
Bu hararetli özlem dolu kucaklaşma, bekleme salonundaki diğer insanları da duygulandırmıştı.
Bir süre devam eden ağlaşmalarından sonra sarmaş dolaş bir halde terminal binasının dışına çıkıp, dışarıda bekleyen ticari taksilerden birinin bagajına valizlerin yerleştirip, bindikleri taksiyle evlerinin yolunu tutmuşlardı. Yirmi iki yılın özleminden olsa gerek üçü de taksinin arka koltuğuna oturmuş ortalarına aldıkları kızlarının ellerini sıkıca tutuyorlardı.
Nihayet evlerinin olduğu sokağa gelmişlerdi.
İzmir’in merkezinde beş katlı mütevazı bir apartmanın dördüncü katında oturuyorlardı. Sinem taksiden indikten sonra apartmandan içeri girmeden önce evinin sokağına, binalara, çevresine şöyle bir göz gezdirdi.
Öyle ya! Çocukluğu gençliği o sokaklarda geçmişti, gerçi çok değişmişti ama yinede özlemişti mahallesini, cama çıkan eski komşularından bir kaçı,
-hoş geldin sinem kızım deyip el sallıyorlardı.
El sallayan o komşularının birçoğu yaşlanmış. Gençlik yılarından tanıdığı diğer komşularının birçoğu da taşınmış, yâda vefat etmişti. Kendisine el sallayan birkaç eski komşularına kendiside el sallayıp,
-hoş bulduk
Diyerek apartmandan içeri girmişti.
Dördüncü kata çıktıklarında dairelerinin kapısını, alelacele açmaya çalışan babası ardına kadar açtığı evin kapısından içeriyi eliyle gösterip
- gir içeri kızım yuvana hoş geldin.
Daireden içeri girdiğinde evinin kokusunu içine çekip üstündeki ceketini bile çıkarmadan evin bütün odalarının kapısını açıp içeriye hasretle göz gezdiriyordu. Son olarak da kendi odasının kapısını açtı içeri girdi hemen arkasındaki anne ve babasına yalnız kalmak istediğini söylediğinde onlarda,
-olur kızım
Deyip odadan çıktılar, çıkmalarının ardından odanın kapısını kapattı.
Anne ve babası da koridorun karşısındaki salona gidip oturdular.
Odasının içini duvarlarını her yerini inceleyen Sinem sanki üç gündür odasından ayrılmış gibi bütün eşyaları yerli yerinde durduğunu görüyordu.
Kütüphanedeki kitapları gar dolabındaki gençlik yıllarından kalma kıyafetleri. Komidin’in çekmecesinde deniz kabuklarından yaptığı kolyesi, tüm eşyaları ilk günkü gibi duruyordu hepsine tek tek dokundu hatta gençlik aşkı Nick Nolte’nin duvarda asılı posteri bile öylece olduğu gibi duruyordu. Televizyon da yayınlanan zengin ve yoksul dizisin deTom Cordeş ismindeki rolüyle âşık olmuştu Nick Nolteye. Dolabının rafındaki müzik kasetleri ve diğer özel eşyaları her şey her şey sanki onu bekliyordu.
Odası, genç bir kızın rengârenk pırıl pırıl dünyasının izlerini taşıyordu.
Tüm anılarını bir bir yaşadığı odasında
Dolabının üzerindeki lise yıllarında çektirdiği çerçeveli fotoğrafını eline aldı bir süre duygulanarak baktı,
Ellindeki resmine sarılıp usulca yatağına uzandı.
Salonda sessizce oturan anne ve babası öylece bir birlerine bakıyorlardı. İçerinin sessizliğini sinem’in odasından gelen hıçkıra hıçkıra ağlama sesi bozdu. Annesi kızım diye yerinden kalkmaya yeltendiğinde Şefik bey Nurten hanımı bileğin den tutup,
- otur yerine hanım bırakalım acılarını yaşasın.
Bir süre devam eden ağlamanın yerini yeniden kısa süren bir sessizlik almıştı. O sessizliği bozan şey de odadan gelen müzik sesi olmuştu, teypte çalan bir şarkıydı.
’’ Öyle bir yerdeyim ki, ne karanfil ne kurbağa, bir yanımız mavi yosun dalgalanır sularda. Dostum dostum güzel dostum bu ne beter çizgidir bu. Bu ne çıldırtan denge yaprak döker biryanımız bir yanımız bahar bahçe’’
Gençliğinde de teybin sesini açar teypte çalan şarkılar evin her yerinden duyulurdu.O yılarda anne ve babası sitem edip yavrum kıs şu teybin sesini biraz diye, kızarlardı Sinem’e.
Bu kez öyle olmamıştı anne ve babası bir birlerine gülümseyerek bakmışlardı. Onca sene matem havası yaşanan evlerinde yeniden müzik sesi duymuşlardı. Çünkü kızları geri dönmüştü.
Yirmi iki sene gelmediği ülkesine ve evine dönmesini gerektirecek birçok sebebi vardı artık sinem’in.
Öncelikle korkularıyla baş etmeyi öğrenmişti.
Sonrasındaysa viyana da geçen yoğun çalışma hayatına kendi isteğiyle son vermişti. Nedeni! Çok sevdiği dayısı da birkaç ay içerisinde Türkiye’ye dönecekti. Kayhan ve eşi Anjelika İzmir çeşmede satın aldıkları çiftlik evinde çocuklarıyla birlikte hayatlarını sürdürme kararı almışlardı. Sinem için viyana da kalmasını gerektirecek hiçbir nedeni yoktu. Ailesinin yanında sevdikleriyle birlikte olmak, hasret gidermek istiyordu ve artık evindeydi.
Aradan bir hafta geçmişti.
Hafta boyu güzel İzmir’in her yerini, denizle dans eden kordon boyunu, sokaklarını, caddelerini, gezmişti. Çevresindeki her şeye özlemle bakıyor, dükkânları seyyar satıcıları gelip geçen insanları ilgiyle izliyordu. Bir ara karşıdan gelen omzundaki tablaya dizdiği simitleri satmak için,
-sımiiyyt çıyııt çıyıııt tayzeyy gevrek sımiiyyt ….
Diye bağıran, simitçinin kendi üslubuyla Taze simit deyişi hoşuna gitmiş, tebessüm ettirmişti. Öyle ya! Viyana da bu türden renkli insanlarla karşılaşması pek mümkün değildi. Simitçiden bir tane simit aldı simitten kopardığı her paçayı keyifle yedi. Çoğu zaman İzmir’i yaya olarak gezdiği görebildiği her yerine gitmiş özlem gidermişti.
Akşam ailece evin salonunda oturup çay içip televizyon seyrederken kapı çaldı.
Kapıyı açan sinem, coşkulu bir tepkiyle canlarım benim dediği, viyana da yaşadığı yıllarda da irtibatını koparmamış olduğu zaman zaman mektuplaşıp telefonlaştığı hem çocukluk hem de liseden arkadaşları olan İlknur ve Çiğdem gelmişti. Bir birleriyle kucaklaşan arkadaşlar bir süre salonda oturup çay içip konuştuktan sonra anne ve babasından müsaade isteyip gençlik yılarında olduğu gibi Sinem’in odasına çekilip kız kıza sohbete koyulmuşlardı.
İlknur da çiğdem de evlenip çoluk çocuğa karışmış İzmir’in dışında farklı şehirlerde yaşıyorlardı. Sinem’in döndüğünü öğrendiklerinde hem kendi anne babalarını ziyarete hem de sinemi görmeye İzmir’e gelmişlerdi.
Geçmişte birlikte yaşadıkları anılarını konuşurlarken bir ara İlknur Sinem’e
-onu sormayacak mısın?
Sinemde anlamamazlıktan gelip,
-kim i ?
-kimi olacak liseden beri aşkın olan Gökhan’ı
-saçmalama ne aşkı? Aradan kaç sene geçmiş.
Söze çiğdem atılıp,
-ne olmuş kaç sene geçmişse? Hem biliyor musun? Gökhan da Hiç evlenmedi ve halen çok yakışıklı.
-amaan kızım bundan sonrasında bendeki duygulardan hiç bir şey olmaz
İkisi birden
-olur, olur bal gibi olur.
Sözü yeniden İlknur alıp devam etti.
-Gökhan Ankara da okurken senin hapis’e girdiğini duyduğunda defalarca İstanbul’a hapishaneye gelmiş seni görmek istemiş fakat görüştürmemişler görevlilerle tartışıp münakaşa bile etmiş ama maalesef sonuç alamamış. Gerçi o adamlar seni, annen babanla da görüştürmemişlerdi ya neyse, sen tahliye olduktan sonra kısa zamanda viyana ya gidince seni görebilmek için İzmir’e gelmiş ama geldiğinde sen çoktan gitmiştin, artık yapacak bir şeyi olmadığı için de kaderine razı olmuş.
Hiç itiraz etme yarın buluşuyoruz Gökhan’ın reklamcılık şirketine gidip onu göreceğiz, tamam mı? güzel bir sürpriz olacak hem sonra biliyor musun? Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen ne zaman Gökhan’ı görsek her seferinde seni soruyordu bize. Hatta bir keresinde evlenmeyi düşünmüyor musun? Diye sorduğumda yok hayır düşünmüyorum eğer bir gün evleneceksem bu sinemle olacak dedi.
Bende sinem viyana da yeni bir hayat kurdu orada evlenip belki de ömrünün sonuna kadar hiç gelmeyecek dediğimdeyse, olsun onu bekleyeceğim eğer benim kısmetimse, bir gün mutlaka gelir, dedi ve bu konuşmalarımızdan sana asla bahsetmememi istedi.
-şakamı? Bu
- ne şakası böyle şeyin şakası mı olur! yemin ederim böyle dedi ve her seferinde seni soruyordu.
-iyide beni niye bir kez olsun aramadı?
Söze bu sefer de çiğdem atıldı.
-neden olacak kızım yeni kurduğun hayatında sana engel olmak istememiştir. Düşünsene? Fedakâr oğlan mahzun kız aayyy ne romantik.
Aralarında gülüşmelere neden olan Çiğdem’in bu sözlerinden sonra,
İlknur yeniden söz alıp,
-ha bu arada bizim sınıftan elif diye bir kız vardı hatırladın mı?
-elif! Ha evet, hatırladım ne oldu ki?
-elif’in babası çok hastaymış yarın Gökhan’ın işyerine gitmeden önce elif’in evine uğrayıp bir geçmiş olsun diyelim, bir mahsuru olur mu?
-yok, canım ne mahsuru olacak nesi varmış ki Babasının?
-ya sorma kansermiş neresine dokunulsa çok canı yanıyormuş, ne konuşa biliyor, ne de hareket ede biliyormuş, sadece konuşulanları duya biliyormuş o kadar. Yatakta öylece yatıyormuş. Doktorları yapacak bir şey yok deyip eve göndermişler, senin anlayacağın son nefesini bekliyorlar.
İlknur’ un anlattıklarından etkilenen sinem,
- üzüldüm
-Aslında babası üzünülecek biri değil çok kötü bir adamdı. Karısına ve iki kızına da çok eziyet etti elifin ablası o yüzden evi terk etmişti, zaten anneleri de üzüntüden rahmetli oldu. Ne yapsın kız cağız kötü de olsa o bakıyor şimdi babasına senin anlayacağın babası psikopatın teki o yüzden meslekten bile atılmış bir adam.
İlknur anlatacaklarını bitirmişti. Sinem,
- zor bir durum, yarın uğrarız elife geçmiş olsuna.
Araya giren çiğdem
-Gökhan’ı da görmeye gideceğiz değil mi?
-bakarız
-bakarız yok kızım gideceğiz.
-tamam, tamam gideriz.
Bir süre daha sohbete devam etikten sonra yarın buluşmak üzere diyerek kalkmışlardı.
Geldikleri gibi yine sarmaş dolaş olup kapıdan uğurlamıştı arkadaşlarını sinem
İlknur ve çiğdemi gördüğüne çok sevinmişti. Arkadaşlarını uğurladıktan sonra yüzünde gülümsemeyle dolaşıyordu evin içinde sevinci yalnızca arkadaşlarını görmek miydi bilinmez ama yüzündeki gülümsemeyle odasına çekilmiş uykuya dalmıştı. Uzun zamandır sayıklamadığı ‘’et beni’’ sözünü o gece uykusunda birkaç kez tekrar etmişti.
Ertesi gün,
İlknur ve çiğdemle randevulaştıkları yerde buluşup liseden arkadaşları elifin evine gitmişlerdi. Elif kapıyı açıp hoş geldiniz deyip arkadaşlarını evin salonuna buyur etti. Babasının sağlık durumunu soran arkadaşlarına bir gelişme olmadığını daha da kötüye gittiğini her an ölebileceğini söyledi.
Bir süre sonra hep birlikte babasının yattığı odaya geçip babasına geçmiş olsun diyeceklerdi ne kadar kötü bir adam olsa da arkadaşlarının babasıydı. Odaya girdikleri ‘an Sinem fenalaştı elleri titriyor ve soğuk terler döküyordu. Arkadaşlarına durumunu belli etmemeye çalışıp lavaboya gitmek istediğini söyledi, Odanın hemen karşısındaki banyoyu gösteren elif.
-ne oldu? Neyin var.
-önemli bir şeyim yok bir anda tansiyonum düştü herhalde
Banyoya giren sinem olmaz olaamaz diye kendi kendine söyleniyordu. Yüzüne su vurarak rahatlatmaya çalışan sinem, bir yandan da toparlamalıyım kendimi diyerek kendine telkinde bulunuyordu. Karşı odadan geçmiş olsun amca diyen İlknur ve çiğdemin odadan çıktıklarını duydu ve hemen ardından sineme seslendiler.
-iyi misin? Sinem
-iyiyim iyiyim siz geçin salona bir iki dakikaya gelirim.
-tamam, biz salona geçiyoruz.
Onlar hep birlikte salona geçtiklerinde banyodan çıkan sinem doğru karşı odaya girdi. Hasta yatağında yatan elif’in babasının yanına gidip yanına sokulan sinem adama sordu.
-tanıdın mı beni?
Adam konuşamadığı için başını sağa sola hafifçe sallayıp tanımadığını söylüyordu.
-ben seni tanıdım. Pislik herif hani gözlerim bağlıyken bana işkence yapıyordun ya, işte o zaman gözümün bağı gevşemişti ve o ‘an senin yüzünü ve yanağındaki bu siyah ‘’et ben’ini ‘’ gördüm. Sen o sun. Az önce kızın söyledi o ceza evinde görev yapmışsın sonrada seni meslekten atmışlar. Köpek gibi sürünmüşsün, ha birde vücudunun neresine dokunulsa çok canın yanıyormuş. Bak! Gördün mü? Şimdi sen benim ellimdesin.
Adamın gözleri korkudan kocaman olmuştu.
-korkma ben senin yaptığın gibi aciz ve savunmasız insanların canını yakmam. Hani hatırladın mı? Ellerim bağlıyken Sen bana sopayla her vuruşunda seni çıldırtan o sloganı inadına tekrar ediyordum.
Sinem adamın kulağına eğilip fısıltıyla aynı sözü tekrar etti.
-insanlık onuru işkenceyi yenecek.
Yeniden doğrulan Sinem adamın gözlerinin içine bakarak
-şimdi tanıdın mı beni?
Adam korku dolu ve ağlayan gözlerle tanıdım anlamına gelecek hareketle bu kez başını öne doğru hafice salladı.
-ellerim bağlı savunmasız olduğumda çok cesurdun ne oldu? Şimdi! Küçük bir çocuk gibi ağlıyorsun karşımda. Aşağılık herif canın cehenneme…..
Diyerek son sözünü söyleyen, Sinem odadan çıkıp salona geçti. Olan bitenden habersiz arkadaşları bir biri ardına nasıl oldun, iyimisin? Diye sorduklarında manalı bir tebessümle
-uzun zamandır hiç bu kadar iyi olmamıştım.
Kısa bir süre daha salonda oturdular elifin konuşmalarından babasının sadece aile içinde şiddet uyguladığını sandığını anlamış. Onun eski bir işkenceci olduğunu bilmediğini fark etmişti.
Elif, kendi babasının iyi bir adam olmadığını biliyordu ama en azından elleri bağlı savunmasız insanlara işkence yapacak kadar alçak bir adam olduğunu bilmiyordu. Babasından dolayı böyle bir utançla yaşamasına gönlü razı olmamıştı.
Sinem bunun bir sır olarak kendisinde kalması gerektiğine karar vermişti.
Bir arkadaşımıza daha uğrayacağız diyerek kalkmışlardı. Elif geldikleri için teşekkür etmiş. Hayırlı günler deyip vedalaşıp dışarı çıkmışlardı.
Yolda yürürken İlknur’un telefonu çaldı. Arayan on beş dakika önce yanından ayrıldıkları elifti. Babasının az önce öldüğünü söylüyordu.
İlknur telefonda elife bekle bizi hemen geliyoruz panik yapma dedi.
İlknur ve çiğdem vay canına geri dönmemiz gerek ne yapsak gökhan’a başka bir zaman gideriz artık dediklerinde sinem,
-Siz geri dönün elifi yalnız bırakmayın, ayıp olmasın yakınları gelene kadar kızın yanında olun.
-peki sen?
-bende Gökhan’ın yanına gidiyorum yeterince bekledi daha fazla bekletmeyeyim yakışıklı aşkımı.
Görüşürüz kızlar deyip İlknur ve çiğdemin şaşkın bakışları eşliğinde yeni bir başlangıca yelken açmak için bindiği taksiyle uzaklaşıp gitti.
Serhat Bingöl 20/09/2014
YORUMLAR
Serhat BİNGÖL
Sanırım bu öykü yazma işi beni sardı:) daha ne kadar yazarım bilmiyorum dittiği yere kadar yazmayı düşünüyorum.
Öyküyü beğenmene çok sevindim. Güzel sözlerine teşekkür ederim,
Birde bana diyordun iyi gaz veriyorsun diye)))
Ne yalan söyleyeyim senin övgülerin bana iyi geliyor.
İyi ki varsın
Dostluğun başım gözüm üstüne
Saygı sevgi selamlarımla.
insanlık onuru işkenceyi yenecek !
Hayat devam ettiği sürece iyi ve kötünün mücadelesinde onur arada bir sığıntı olarak hem iyinin hemde kötünün nedenlerinin en başında gelecek. Birileri onuru için iyilik ve kötülükleri nedenleri sayarak rollerini oynayacaklar.
darbeler onuru kurtarmak için yapılmış diyorlar,karşı koyanlar onurlarını korumak için karşı koyduklarını söylüyorlar . Bu durumda onur mücadelenin en kıymetli nedeni olarak sağa-sola ve nedenlerin içinde hep yalnız kalacak.
onur onursuzların şapkası,onurlu insanların vicdanı hala... Dur bakalım dünya onur sayesinde daha nelerle karşılaşacak.
saygılar
Serhat BİNGÖL
Değerli arkadaşım
(İnsanlık onuru işkenceyi yenecek) söylemi bir slogan olmanın ötesinde bir anlamda ’’ insan’’ olabilmeyi de ifade eden bir sözdür.
Savunmasız bir insana işkence yapan birinin insanlıktan nasibini almış olmasından söz edemeyeceğimiz gibi, insanlık tan nasibini almamış birinin onurundan da bahsedemeyiz. bunun ideolojik düşünce farklılığıyla bir alakası yoktur. Çünkü Onur insani değerlerin tümünü kapsar.
İyi insanla kötü insan kavramlarını işkence kavramıyla bir tutamayız aynı şey değildir.
Bir insana fiziki işkence yapmak medeni toplumlarda affedilmez bir insanlık sucudur.
Darbe konusu siyasi bir mesele olsa da dünyada yapılmış hiçbir darbenin onuru kurtardığı görülmemiştir. Çünkü darbenin kendisi şiddet içerir. Demokrasi kültürü gelişmemiş toplumlarda darbeyi normal kabul eden insanlar olsa da. Medeni toplumlarda darbe, demokrasi ihlali anlamına gelir. Dolayısıyla onursal ve anayasal anlamda bir insanlık suçudur.
İnsanlık tarihi; Onurlu insanların olduğu (insani değerleri savunan)medeni toplumlarla,
İnsan görünümlü Onursuz varlıklar (insani değerleri hiçe sayan) evrimleşme sürecini tamamlayamamış ilkel insanlar arsındaki mücadeleyle geçmiştir.
Dünyanın ileride nelerle karşılaşacağı bizlerin bu mücadelede hangi safta yer alacağımıza bağlıdır.
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
Üzücü bir hikaye.
O sevimsiz yılara bizzat tanık olan,
o anların tüm acılarını yaşayan biri olarak,
yüreğim yandı yine,
genç yaşta ölüp giden okul arkadaşlarımı hatırladım.
Hiç bir suçları, hiç bir kötü niyetleri yoktu.
Sadece, ülkelerini, insanlarını seviyorlardı.
Kardeş kardeşe kırdırdılar o karanlık günlerde ve birileri de bu duruma seyirci kaldılar.
Neden?
İktidarı ele geçirebilmek için?
Sonra?
İdamlar, hapisler, işkenceler...
Gençliği öldürülmüş bir nesil...
Gelecek günlerde, bu sayfalarda bir hikaye yayınlayacağım.
Lise sıralarını birlikte paylaştığımız, bu günlerde de önemli bir ilimizde valilik görevi icra eden bir arkadaşımla ilgili olacak.
Eşim sordu bir gün bana;
neden hep lisedeki arkadaşlarınla görüşüyor,
onlarla olan anılarını anlatıyorsun?
Üniversite arkadaşların yok muydu?
Acı bir tebessüm oldu cevabım.
Üniversitede arkadaşlık mı vardı?
Üniversitede gençlik mi vardı bizim zamanımızda?
Ölüm korkusu ile evden çıkardık sabahtan,
akşam ise sağ salim dönebildiğimize sevinirdik.
Neyse.
Bu güzel hikaye, alıp nerelere götürdü bizi.
O acı günleri tekrar hatırladık.
Aslında, o günleri anlatan yazılara çokça yer vermeliyiz.
En azından, bu günkü nesle ders olur.
Uzundu ama, çok akıcıydı.
Kahramanımız ile hastanın karşılaşması tam bir sürpriz oldu.
Ne demeli?
Allah,
bir daha o günleri yaşatmasın halkımıza.
Serhat BİNGÖL
Değerli dostum Gökhan hocam
Yorumunuzun bazı satırları öyle güzel tespitler içeriyor ki her birinden yazı başlığı olur.
(‘’Kardeş kardeşe kırdırdılar o karanlık günlerde ve birileri de bu duruma seyirci kaldılar.
Neden?
İktidarı ele geçirebilmek için?
Sonra?
İdamlar, hapisler, işkenceler...
Gençliği öldürülmüş bir nesil...’’)
Aynen öyle. Bu sözlerinize ilaveten şunu söylemek isterim ki insanımıza bu kötülükleri yapanlar karaktersiz, ahlaksız ve korkak yaratıklardır orası kesin. ama dediğiniz gibi bu duruma seyirci kalanlara ne demeli? Üstelikte bu insanlar utanmadan birde orda burda vatan millet edebiyatı yapıyorlar. Peki, İnsana sormazlar mı? Daha yakın geçmişinizde milletti oluşturan insanlar her türlü insan hakkı ihlaline uğrarken, ülkenin gelişimi adına bir çivi çakmayanlara bırak çakmayı ülkeyi soyup soğana çevirenlere niye gıkınızı bile çıkaramadınız?
Sizin anlayacağınız özünde çok güzel insanlar olmamıza karşı riyakâr bir topluma dönüştürülmüşüz.
Umarım ve dilerim ki demokrasi kültürümüzü geliştirir insan haklarına sahip çıkar ve saygılı insanlar oluruz.
İşte o zaman kişilikli bireylerden oluşan bir topluma dönüşürüz.
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
İlahi adalet...
Topraklarını, insanlarını terk etmek zorunda bırakılan niceleri. Kimsenin hakkı olmayan hak alan ve hak dağıtmaya kalkan insanlar. İnsanı yine insanlıktan çıkartan insanlar. Dünyayı kendi ideolojileriyle dizayn etmeye kankan ve bu amaç için insanları, insanlığı ezip gecen caniler... Benim hakkimı kim savunacak dediğimizde, iste o ilahi adaletin nefesi hain, acımasızların ensesinde mutlaka hissedilecektir.
SuÇun DeVRi
Suçsuz Diyorlar...Suçsuzmuş
Suçlu..Suçlu
Yıkılan,yakılan her günümün ardından gelen yangın
Koca bir meydan doldu
Suçunu itiraf eden kelimeler
Aman dilenen sözler
Oysa
İntikam diye bağıran zavallı düşünceler
Kimin kalemini kırdınız
Kimin kalelerini yıktınız
Hangi savaşlardan firar eden sözler bunlar
Hangi yangından kalan küller
Rüzgarda savrulanlar
Halbuki
Değişmeyen tek şey ölüm diyorlar
Geride kalanlar
Yenilgiyi kabul eden bir yığın hain
Ve ben
Diş biliyorum kendime,içimdeki haine
Demek yenildin Rasist denen illete
Utanma artık,kaç gidebildiğin yere
Mutlak bir ’ben’
Muhakkak bir ’ben’ duygusu vuracaktır seni
En umulmaz
Hiç bilmediğin bir gecede
Belkide kalbinin en derin
Duygusuz yerinde
Uzun ama her satır sonrası doyurucu. Onur, onursuzların elinde kaldığı surece, ilahi adaletten asla kacamayacaklar. İnsanlığı yine insanoğlunun kurtarması dileğiyle
Saygılar, Sevgiler Değerli Dostuma
Serhat BİNGÖL
Değerli dostum can hocam
Farkındaysanız son yazışmalarımızda size hocam diye hitap ediyorum. Niye? Çünkü öğretmen olduğunuzu bir tutam hayat dostumuzun güney doğuda öğretmen olmak adılı yazısına yaptığınız yorumdan öğrendim de ondan.)) ve tabiî ki gurur duydum.
Hocam ilahi adalette eyvallah da fakat insanlığa da önemli görevler düşüyor sizinde yorumunuzun sonundaki temenniniz gibi İnsanlığı yine insanoğlunun kurtarması gerekiyor aslında insanlarımıza şiddeti layık gören o karaktersizler özünde 5 yaşında ki çocuk kadar yüreğe sahip değillerdir. Kendi gölgelerinden bile korkarlar ama devletin içine sızmış anti demokratik yapıların desteğini aldıklarında aslan kesilirler işte bu noktada bizlere düşen demokrasi adına insan hakları adına cesur olmak. Aksi halde onlardan bir farkımız kalmaz.
Yorumunuza güzel paylaşımınıza çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
uzun olmasına karşın çok akıcı bir öyküydü. vicdanı en birinci başvuru kaynağı yapıp insanlığın gereklerini insanlara öğretebilirsek çok şey değişirdi. malesef bu çağımızda bile insanlık dışı ülkeler, gruplar var.aklıma miligram deneyi geldi. otoriteye uymanın sonucu bunlar. insanlar ne zaman vicdanlarına göre karar verirlerse o zaman dünya daha güzel olacak. tebrik ederim
Serhat BİNGÖL
Değerli arkadaşım Yahya Bey
Gerçekçi ve anlamlı yorumunuz için sizi kutlarım.
Size gönülden katılıyorum vicdan en birinci başvuru kaynağı olmalı ancak beraberinde bunu destekleyen olgu hukuk ve yasalar olmalı. Bunun olabilmesi içinde mutlaka Medeni toplumda olduğu gibi demokrasi kültürünü geliştirmek gerekir. Aksi halde tek başına vicdan vah vah üzüldüm duygusundan öteye bir işe yaramaz. Ama yinede tabii ki hareket noktası olarak vicdan çok önemlidir.
Miligram deneyini destekleyecek yıllar önce okuduğum yaşanmış bir olayı hatırımda kaldığı kadarıyla sizinle paylaşmak isterim.
Nazi Almayasın da otoriteye sorgusuz itaat eden şiddete uğramış ve öldürülmüş bir Yahudi’nin günlüğünde şunlar yazıyormuş; sokağımızda farlı binalarda oturan 9-10 aile idik. Bir gece sokağın başında oturan bir Yahudi aileyi götürdüler. Görmezden geldik bir süre sonra bir başka aileyi götürdüler kesin bir hataları olmuş ki götürmüşler dedik bir başka aileyi götürdüklerinde de bezer yorumlar yaptık. Sonra bir başkası ve diğeri derken sıra bize gelmişti bir gün de bizleri götürmeye geldiklerinde. Baktık ki bu yanlışa dur diyecek kimsemiz kalmamıştı etrafımızda ve o zaman anladım ki otoriteye boyun eğerek gerçeklerle yüzleşmekten korkmuşuz.
Benzer durum ülkemiz içinde geçerli bu gün bile birtakım insanlar yaşanmış onca vahşeti yok sayıp hayır devlet öyle şeyler yapmaz deyip vatan millet edebiyatıyla gerçekleri ört bas etmeye çalışıyorlar. insanın diyesi geliyor ulan nenem mi? yaptı bu işkenceleri insanlara yoksa uzaylılar mı? Anlayacağınız korkak insanlara gerçekleri anlatmak zor ama yılmadan anlatmaya devam edeceğiz.
Dediğiniz gibi insanlar vicdanlı olursa dünyamız çok güzel olacak.
Kıymetli yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
Sizi öncelikle bu güzel hikayeniz için tebrik ediyorum.. Bana bir filmi anımsattı şimdi ismini çıkaramadım.. Lakin 1979-1980 li Yılları.. Ne kadar nostalji bazında anımsayıp özlem duysakta... Bir de acı bir gerçeği var... Hoş ben daha küçük bir çocuktum ama o çocuk halimle bile insanların ortadan kaybolmasını idrak edebiliyordum... Bu bizim tarihimizde koca bir leke olacak.. Ve bu bizim acılarla dolu insanlık ayıbımız... Yeni nesillere kalacak olan.. Destanlarımızın yanı sıra Utanç dolu gerçeğimiz... Yüreğinize sağlık... Saygılarımla....
Serhat BİNGÖL
Yazının size bir filmi anımsatması çok doğal çünkü o dönemlerde öyle trajik hikâyeler yaşanmıştı ki emin olun her biri drama dalında Oscar ödülünü alacak nitelikte, onlardan birkaçını bile duysanız hafızanız da seyrettiğiniz bir film gibi yer etmiş olabilir. Bu konuları doğru düzgün işleyen filimler maalesef pek yapılmadı. Bir kaç sinema filimi yâda televizyon dizisi yapıldıysa da oda gösterimden veya yayından kaldırıldı. Ki onlardan biri ‘’bu kalp seni unutur mu’’ dizisi idi yani kısacası kronik bir hastalığımız olan ret ve inkârcılık bu konularda da kendini gösterdi.
İnsan hakları derneğinin basına açıkladığı verilere göre ülkemizde 12 Eylül döneminde üç milyon insan şu veya bu oranda şiddet’e uğramış ve işkence görmüş. Kaldı ki siz bu sayıyı ikiye üçe çarpabilirsiniz çünkü basına açıklanan o sayılar kaydı olan resmi verilerdir.
Sizin de çok güzel ifade ettiğiniz gibi insan hakları ihlallerinin yaşandığı bu olaylar yakın tarihimizin koca bir lekesi ve ayıbıdır.
Bu ayıptan kurtulmanın tek yolu gerçeklerle yüzleşmek ve ülkemizde insan haklarına önem verip demokrasi kültürümüzü geliştirmektir.
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla.