- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mütrefinler ve Lüks Hayatlar
Anadolu’nun şirin bir ilçesinde şöyle bir olay yaşanır. Müftü Efendi, imamlardan bankanın verdiği promosyon paralarını müftülüğe teslim etmelerini ister. Hayırlı bir iş yapılacağını düşünen imam efendiler promosyon paralarını alıp müftülüğe teslim ederler (banka promosyonların caiz olup olmadığı konusunda ulema ihtilaf halindedir, ekser ulema caiz olmadığını söyler). Müftü efendi bu paralarla son model bir makam aracı satın alır. Bir de şöför tahsis eder. Öyle ki araba ilçedeki makam araçlarının en gösterişlisidir. Bu olay ilçede dedikodulara sebep olur, kaymakamlık bile kendini bu dedikoduların dışında tutamaz.
Bu olay bana tarihi bir anekdotu hatırlattı. Şöyle ki; yıl 1950. Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki Hacca gitmek ister, ancak o yıl seçim arafesidir ve Başbakan İsmet İnönü kendisinden hacca gitme işini bir yıl ertelemesini ister ve o yıl Diyanet makamına ilk defa araba tahsis edilir. Bunu duyan Hoca’nın hemşehrisi Osman Yüksel Serdengeçti şunları yazar:“Allahın emri mi mühim, İnönü’nün ki mi? Allah gel diyor İnönü gitme diyor. Siz hangisine uyacaksınız? Hem Azrail ile anlaşmanız mı var ki seneye gideceğinizi söylüyorsunuz? Hoca efendi sırat köprüsünü sana verilen bu makam arabasıyla mı geçeceksin? Bırak bunlara uymayı!” Kader Serdengeçtiyi doğrular mahiyettedir. Ahmet Hamdi Akseki 1951 yılına ertelediği haccını yapamadan vefat eder.
Son yıllarda muhafazakâr (dini hassasiyeti olanlar) kesim dünyanın geçici bir gölgelik, bir oyun ve eğlence yeri olduğunu çoktan unuttu. Dün cansiperane mücadele ettikleri kapitalist sisteminin değerlerini baş tacı ettiler. Kendilerine sınırsız, ölçüsüz bir yaşamı, hayat tarzı olarak seçtiler. En güzel tatil beldelerine gidiyorlar, (hatta uzak diyarlarda, uçak ile 13 saat, adalar satın alıp yunus balıkları ile koyun koyuna yüzüyorlar) son model arabalara biniyorlar, gözde semtlerdeki muhteşem malikânelerde, denize nazır yalılarda oturuyorlar, modayı yakından takip ediyorlar, göz kamaştıran kıyafetler giyiyorlar, lüx mağazalardan alış veriş yapıp, lüx restorantlarda yemek yiyorlar. Yine geçmiş zamanda kerih gördükleri hatta mücadele ettikleri kapitalist sistemin ürünü olan yılbaşı, sevgililer, doğum…vs günlerini mübah görüp kutluyorlar. Böyle günlerde basın yayın organlarında çarşaf çarşaf ilan veriyorlar.
Ancak bu yaşam şeklinin diğer sosyetik (laik sosyetikler) yaşamlardan bir farkı olmaydı, en azından halk vicdanında haklı bir yere oturtulmalı halktan bir tepki gelmemeli, yaşamları dini açıdan sorgulanmamalıydı. Bunun için Bektaşi misali “dünyadan nasibini unutma, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış” gibi dinin emirlerine ve din hiçbir zaman teknolojinin nimetlerinden istifadeyi yasaklamaz, müslüman her şeyin en iyisine layıktır, din terakkiyi emreder, hayat daima ileriye doğru akar gibi klasik görüşlere sarıldılar.
Artık sohbet meclislerinde İslamiyetin züht ve takva boyutuna vurgu yapılmıyor, tasavvufi bir anlayış olan, bir lokma bir hırka felsefesinden bahsedilmiyor. Bu görüşün İslamiyete sonradan giren bir israiliyet ya da Budizm felsefesi olduğu iddia ediliyor. Oysa bir hırka bir lokma anlayışı, dünyadan el etek çekip mağarada keşişler gibi yaşamak değil, dünyaya karşı tavır almak, onun cazibesine kapılmamak ve dünyaya meyletmemek anlamına geliyordu. Malını, mülkünü Allah yolunda harcamayı, veren el olmayı ifade ediyordu. Fani dünya servetini baki kılmayı ifade ediyordu. Tıpkı Efendiler Efendisi ve onun güzide ashabı gibi.
Hz. Ömer bir gün, efendimizin saadet hücresine girer ve gördüğü manzara karşısında hıçkıra hıçkıra ağlar. Efendimiz, niçin ağladığını sorunca da, koca Ömer şöyle diyecektir: - Ya Rasulallah! Dünya kralları, Kisralar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok, yatağın hasırdan ibaret ve teninde yattığın zeminin izleri var. Halbuki kainat senin için yaratıldı. Allah Rasûlünün cevabı manidardır: “İstemez misin ya Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!
Kim istemez ebedi saadeti. Kim istemez sonsuz cennet nimetlerini ve cemalullahı.
Tebuk gazvesi esnasında Müslümanların himmetine müracaat edilir. Herkes evinde ne varsa bir parça getirir. Hz. Ebubekir ise malının tamamını getirir. Ailene ne bıraktın sorusuna ise Allah ve Rasülünü bıraktım der. Hz. Osman yüzlerce yüklü devesini İslam yolunda tasadduk eder. İslamiyetin ilk yıllarında Mekke’nin en zenginlerinden Hz. Hatice tüm mal varlığını Efendimizin ayakları altına serer ve bir lokma bir hırkaya muhtaç şekilde vefat eder.
Ne peygamber ne de onun aziz ashabı dünya hayatına ait ziynet ve debdebelere göz diktiler.
Artık fakirler, miskinler sevilmiyor. Onların fukarayı sabirin olduğu akıllara bile gelmiyor, çünkü kendileri ağniyayı şakirinden değiller. Allah kimine rızık verirken kimine de rızkı kısar buyruluyor. Kiminin nasibi genişletilirken, kiminin nasibinin daraltılacağı ifade ediliyor. Cennetin anahtarının rızkı kısılanları ve nasibi daraltılanları sevmek olduğu biliniyor mu? Fakirleri miskinleri niye sevsinler ki, onları yaşam alanlarına niye dahil etsinler mesela medyatik iftarlara davet etsinler ki; Onların hali şu misale benzer ki; bağlarını bahçelerini devşirmeye gidecekler ve aralarında fısıltıyla konuşuyorlar; sakın fakirler duymasın, sakın onları çağırmayalım. Oysa Allah onların bağ ve bahçelerini, yeşilliklerini siyah bir kül haline getirecekti.
Allah’ın, maddiyat adına ne varsa insanda, bir anda yok edeceğini düşünmüyorlar mı?
Muhteşem saraylar inşa edebilirsiniz. Konaklarınızın odalarını binlerce dolar tutan eşyalarla tezyin edebilirsiniz. Ver elini Dubai, Paris, Newyork, Maldiv adaları fink atabilirsiniz. Bu benim param, yatırımım kime ne? Hem kazanıyor hem kazandırıyorum, üstelik zekâtımı da veriyorum. Yeri geldikçe özellikle ramazan aylarında hayır hasenatta bulunuyorum, ama hayır. Bir Müslüman zenginde olsa sorumsuzca bir hayat yaşayamaz. Ülkemizde ve bölgemizde bunca aç, sefil ve perişan insanlar varken parasını istediği gibi harcayamaz, har vurup harman savuramaz. Hele hele İslam coğrafyası bir baştan bir başa yangın yeri iken, kamplarda çocuklar, bebekler açlıktan ölürken asla israf yapamaz.
Hz. Muaviye kendine bir saray yaptırır. Bunu gören Ebu Zerr halifenin karşısına dikilerek "bu sarayı halkın parasıyla yaptıysan zulümdür, yok eğer kendi paranla yapmışsan israftır." demiştir.
Artık kimse hayvaniyeti bırakıp, cismaniyeti terk edip kalp ve ruhun derece-i hayatına girmek istemiyor.
Allah hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye ölüm ve hayatı yarattı buyruluyor. Allahın bir lütfu olan serveti lüx tatil beldelerinde bir gün yerle bir olacak fani şeylere mi harcamak hayırlı? yoksa kamplarda açlıktan insanlar ölmesin, soğuktan üşümesin deyip onları doyurmak ve ısıtmak için mi harcamak hayırlı?
Şımarık zenginler… Mal, mülk ve evlatlarının çokluğuyla övünenler, bunları bir üstünlük ve gurur kaynağı görenler. İsraf, zevk ve sefa içinde yüzen, refah peşinde koşan, dünyadan daha fazla kam ve lezzet almak isteyenler, lüx hayat yaşayanlar… İşte onlar mürtefinler.
Allah şöyle buyuruyor: “Biz memleketi helak etmek istediğimizde varlıklı kimseleri itaat etmelerini ermededir. Onlar ise bunu reddederler ve kötülük işlemeye devam ederler. Biz de orayı yerle bir ederiz.
Acaba mürtefinler; ilahi tehdide sebep olduklarını biliyorlar mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.