- 816 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YÜREĞİMLE KADER YOLCULUĞU
İki bin dokuz ocak ayının ortasında karlı bir kış mevsimiydi. Hollanda karlar altında her yer beyaza bürünmüş sıfırın altında sekiz derece soğuktu.
İkinci operasyondan altı hafta öce çıkmıştım ve sağlık durumum ciddiyetini koruyordu. Dışarı soğuk yüreğimse korlar içinde bütün benliğim sızlıyordu.
Bu acıyı evladıma yaşatmaktan korkuyordum ve onu korumak kollamak gerektiğini düşünüyordum.
Sonunda sağlığım ve onun geleceği için uzun bir yolculuğa çıkma kararı aldım.
Sırt çantam sırtımda içinde ihtiyacım olan her tür malzeme var. Fakat gideceğim yerde neyle karşılaşacağım beni neler bekliyor bilmiyordum. Nerde duracağımı nerde yürüyeceğimi tahmin dahi edemiyordum. Benim için her şey muammaydı, ama kararım muhlisti.
Muhalefetim ise kanser illetiydi. Ya yenecektim. Ya yenilecektim.
Hasta olduğum görüntümden tavrımdan halimden anlaşılmıyordu. Benim için etrafımda ki insanlardan saklamak kolay olacaktı. Böylece stres den uzak kalarak kendimi korumuş olacaktım ve iyileşme şansım çoğalacaktı.
Zamansız yağmura yakalanmıştım aman demek bana göre değildi.
Duyarsız kaldığım sürece duygusuz.
Kavşakları denemediğim sürece kavramsız.
Hayata kör baktığım sürece manasız.
Yaşam kavgasını bıraktığım sürece anlamsız.
Yüreğimi ve çevremde olup biteni sorguladığım sürece insanız.
Diyerek…
İnsan olmanın vasıflarını taşımaya çalışarak, bu yolda yorulacak olsam da yolculuğumu tamamlamam gerekiyordu.
Elim yüreğim de.
Yüreğim, tek sevgili de.
Sevgisi ser de sınav.
Ser de sur.
Sır ise yüreğimde evladımın haberi dahi yoktu. Bir tanem yüreğimde nakış nakış işlenmiş pırlanta zümrüt yakuttu.
Yaram ise çok derindeydi.
Belki canımın yarısını Canımın parçasını Son görüşüm olacaktı.
Ve bu veda başka veda Bu ayrılık başka ayrılıktı.
Bu yürek Bu hasrete-özleme nasıl dayanacaktı.
Bu gerçek her ne kadar acı olsa da. Her ne kadar acı verse de. Onu özgür bırakmak zorundaydım ve böyle olması gerekiyordu. Gerekli tedbirleri almıştım onun adına.
Kendisinin ilerde güçlü bir adam olması. Yokluğumda varlığını koruması. Bu kararla yer ve anlam bulacaktı. Yüküm çok ağır acım büyük görevimse ulviydi. Bu bilinçle görevimi tamamlamak benim için kolay olacaktı.
Tortulara yer bırakmamıştım yaşamımda kendisinin varlığından başka. Yokluğunu 25 yıllık varlığıyla toparlama zamanı zamansız yağmurla başlamıştı.
“Yolcu yolunda gerek” diyorlar ya hani.
Son görevimi tamamlama zamanıydı.
“Yuvarlanan taş yosun tutmaz” diyorlar ya hani.
Yurduma, yuvarlanan taşa yosun tutma zamanıydı.
Yolum uzun yolculuğum yolcularla doluydu. Yorganı kafama çekip kış uykusuna yatmak mı?
Yoksa bana mantıklı olan.
Bana mana dar olan.
Bana anlamı olan.
Çare bulacağımı düşündüğüm bu yolda yorulmaya fırsat vermeden. Yolumu çizip çevremde olup bitenlere duygusuz duyarsız kalmadan alternatifler aramak mı?
Elbette ki kararım bu duruma alternatifler aramak oldu.
Alternatifim ise sorgusuz sualsiz yıllarca hasretini-özlemini çektiğim vatanıma gitmek oldu.
Sağlık sorunumdan dolayı da olsa dünyaca ünlü Antalya konyaaltı ilçesinde irfanını buldu.
Gurbetten vatana hayallerle umutlarla ve yılların bağrında sakladığı hasreti-özlemi hazin öyküsü ile birlikte getirmiştim.
Ne yazık ki umutlarım umman da.
Umduklarımsa omurgalarımda sancı oldular.
Sarsılan umutlarım sırt çantamda sargı aramakta fakat bir türlü sonuca ulaşamamaktaydı.
Binamızda birinci ve ikinci yöneticiyle gereksizce nedensizce ve aptalca sorunlar yaşamaya başlamıştım. Maalesef aralarında iyi polis kötü polis oyunu oynadıklarını sonradan fark edip sonradan anladım.
Kat irtifakından kat mülkiyetine geçme isteğim. Kanunsuz ve usulsüz yönetimle başlayan bu sorun. Bilinçli planlı bir şekilde sürdürdükleri oyun. İçinden çıkılmaz bir hal aldı. Çaresizlik içinde çareler aramaya başladım.
Başbakana, bayındırlık bakanlığına, Ankara tapu-kadastroya Antalya tapu-kadastroya ve belediyeye yazdım. Antalya tapu kadastro ve Konyaaltı belediyesi ile birebir görüştüm. Fakat kat malikleri birlik olmadığından dolayı kat irtifakından kat mülkiyetine geçmemiz sonuçsuz kaldı.
Eskiden…
“komşu komşunun külüne muhtaç” diyorlardı.
Eskileri çok özler oldum.
“Artık komşu komşunun imzasına muhtaç” olmuş.
Kat mülkiyetine geçmemiz, sayın kat maliklerinin de yararına olan bir durumdu. Neden karşı geldiklerini neden imza atmadıklarını bir türlü çözemiyordum.
Çünkü zorunlu deprem sigortası, hırsızlık sigortası, yangın sigortası, konut sigortası yaptırma şansı ortadan kalkıyordu. Sigortacı kasko yapıyordu.
Fakat herhangi bir durumda kusura bakmayın tapunuzda mülkiyet sahibi değilsiniz. Ödeme yapamıyoruz dedikleri an sigortaya bütün ödemeler boşa ödenmiş oluyordu.
İyiliğin karşısında kötülüğün barınamayacağını, beni tanıdıklarında olumsuzlukların ortadan kalkacağını düşünerek, kat irtifakından kat mülkiyetine geçme konusunda istem dışı ellerim kollarım bağlı, her şeyi zamana bırakmak zorunda kaldım.
Konumun zamanla çözüleceğine düzeleceğine inanarak iyi niyetimi kullanma kararı aldım.
Böylece bahçe düzenlemesi, bahçe ışıklandırma, bahçe sulama, çakma yönetimin yerine binayla her konuda ilgilenme bana düştü, ama nafile.
Hani derler ya “ev alma komşu al”.
Yerinde bir söz olsa gerek.
Geçte olsa farkına vardım!..
“Ummadığın taş baş yaralarmış”.
Bu konumda yara almadan çıkamayacağımı ta baştan tahmin etmiş, ta baştan anlamıştım.
Nedensiz bir şekilde benle uğraşları bitip tükenmiyor devam ediyordu. Üzülerek bazı insanların değişmesinin imkansız olduğunu bir kere daha bütün olumsuzlukları yaşayarak anlamış oldum.
Ki…
Ellerimle diktiğim bitkileri sökmeleri, bilinçli öldürmeleri ve bahçe ışıklarıyla oynamaları. Çocuklar bina etrafını çamur etmesin diye döşettiğim taşları kırmaları. Balkonumun önüne iç çamaşırlarından tutun da içi dışkı dolu çocuk bezleri, kanlı bıçak, eşarpla civciv ölüsüne kadar atmaları ve balkonumdaki çiçeklere kimyasal madde atarak öldürmeleri. Binanın etrafına ellerine geçen her nesneyi atıyorlar diye bahçeye aldığım ufak çöp tenekesine ev çöplerini atmaları.
Balkonumda otururken tacizleri tahrikleri kavgaya teşvikleri, kitabımı dahi okutmaz, oturamaz hale getirip huzur ve sükunumu bozmaları.
Ne zaman balkonumun ışığı yansa yukarıdan balkonumun önüne ses çıkartıcı cisimler atmaları. Gece yarıları bahçe de çocukların uyku saatinde masum çocuklarla salyangoz aramaları.
Giriş kapısını acık bırakmaları ya da aşırı ses çıkartır hale getirip gecenin geç saatinde ve sabahın köründe uykumdan etmeleri ve binanın çatı katındaki çanak antenimle defalarca oynamaları.
Hollanda’dan oyuncaklar getirip bu yaşımda onlara öğrettiğim masum yavruları bana karşı kullanmaları. Toplantılarda “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” hesabı, her fırsatta laf çarpmaları laf sokmaları.
Buda yetmiyormuş gibi genel iskanı verilmiş binada hiç bir değişiklik yapmadığım halde balkon demirlerimi yedi gün mühlet verdirerek belediye’ye söktürmeleri. Sökülmüş demirlerden istifade edip balkon demirlerimin anahtarını alıp beni içerde kilitli bırakmaları.
Ben sağlığımla uğraşırken yurt içi ve yurt dışından ziyaretime gelen misafirlerimin akrabalarımın olur olmaz yalan yanlış dedikodularını yapıp etrafa yaymaları.
Bu insanların içlerindeki kötülüğe karşı bütün benliğimle iyi niyetimi kullandım maalesef bir türlü sorunu çözme şansına erişemedim.
Nihayet anladım ki bu insanların asıl sorunu, benim kat irtifakından kat mülkiyetine geçme isteğim değildi. Kötülüğün bu insanların ciğerine işlemesiydi. Çünkü binada yarattıkları sorunlardan dolayı 5 yılda 10 kiracı gitmişti ve beni de bıktırıp dairemi sattırıp gitmemi sağlamaktı.
Peki kazançları neydi?
Tanımadıkları kim olduğunu, kişiliğini dahi bilmedikleri bir kadınla uğraşmanın asıl sebebi neydi?
Sonunda istediklerine ulaştılar. Psikolojimi alt üst eden bu insanlar sonunda kapının ardına kendimi koruma amaçlı aldığım sopayı elime aldırdılar. O sopayı elime aldığıma göre kafa göz kırsaydım üzülmeyecektim. Kavga bilmeyen kadın eline aldığı sopayı yüzüne gözüne bulaştırdı.
Oyunlarıyla amaçlarına ulaştılar ya da ulaştıklarını sandılar. Beni yeminli tercüman ve bilirkişisi olarak çalıştığım emniyetin ve hakimin karşısına çıkardılar.
Böylece uğraştıkları kadının ciddi sağlık sorunu yaşadığını, buna rağmen boş oturmayıp hem binayla ilgilenip hem de yeminli tercümanlık yaptığını ve hakkında ki gerçekleri öğrenmiş oldular.
Bu insanların ön yargısı beni yargı karşısına çıkardı, ama asıl yargılanacak olanların kendileri olduğunu çok geç anladılar yada anlayacak kapasitede değiller.
Bu kişilerin bitip tükenmeyen didişmelerinin hesabını, kin gütmeyen yüreğimin zamana saklamaktan başka çaresi kalmamıştı. Bana verdikleri zarar ve zahmet, onlara bir gün zar, vicdan sahibi iseler yüreklerinde hiç bitmeyecek har olarak kalacaktı.
Sonuç; Haksız kazanç elde ettikleri daireden gerekli ceza almaları ve bölünen düblekslerin eski haline getirilmesi oldu ve de asıl uğraşları ortaya çıktı. Böylece güzel bir komşuluğun ileriye dönük iyi bir dostluğun zedelenmesi ve masum yavruların geleceği ile oynanması oldu.
Annemin bir sözü geldi aklıma.
“sakla samanı gelir zamanı”.
Zaman gelecek, o çocuklar Zekiye teyzelerinin onlara yürekten tavrını getirdiği hediyeleri öğrettiği oyunları unutmayacaklardı. Anne babalarının bana yaptıkları kötülükleri hiç unutmayacaklardı. Zamanı geldiğinde zan altında bıraktıkları insanın insancıl tavrını tartar hale gelip gerekeni yapacaklardı.
Ne acıdır ki ben bu daireyi Antalya’da kalmak için değil yıllık tatilimizi geçirmek için almıştım. Otellerde kalmak yerine bağımsız ufacık bir yerimiz olsun kendimizin olsun istemiştim.
Nerden bilebilirdim ki bu isteğimin tanımadığım insanlara çok fazla geleceğini. Nerden bilebilirdim ki sağlığımdan dolayı huzur aradığım vatanımda huzursuz edileceğimi.
Artık bir karar vermem ve verdiğim kararda durmam gerekiyordu. Tahammülün bir sınırı olması ve bu insanlara birilerinin tavrıyla dur demesi lazımdı.
Anlamakta ve algılamakta sorun yaşayan bu insanlara çiğ köfte olup çiğnenmek mi?
Yoksa farelere yem olmadan farkı fark edip fark yaratmak mı?
Negatifler olmadan pozitiflere ulaşılmayacağının bilincinde olarak, pes edersem pastırma olup pahalıya mal olacağımı biliyordum.
Evet işim çok zordu.
Zoru başarmanın hazzını yaşayan birisi olarak halt edenlerin haddini bildirmekse bana düşüyordu.
Duruşumdan kişiliğimden karakterimden ödün vermeden, ödemesi gerekenler hatalarının bedelini beni kaybederek böylece ödemiş oluyordu.
Bana verilen bu ikinci yaşama şansının mutluluğunu hiç kimsenin gölgelemesine ve gölgelettirmeyeyse niyetim yoktu.
Sahte, arkadaşlıklara, sahte dostluklara, sahte komşuluklara ise karnım çoktan toktu.
Bana yabancı. Bana mantıksız. Bana manasız. Bana anlamsız gelen ve didişmeyi zevk edinen bu insanlardan uzak durmam gerekiyordu.
Dolayısıyla öğrenmem gereken, yapmam gereken işim çoktu. Boş oturmak, ah vah edip sızlanmak bana göre bir durum değildi. Bu kadar olumsuzluklara rağmen yaşatılanlara rağmen bu yürek, bu vatan sevgisine eğildi.
Ve ben bu vatanın bir ferdiyim, burası benim vatanım atalarımın yurdu ve geçici ikamet etmiyorum.
Üstelik benim bir amacım var evladıma son görevimi yapmak. Onun bensiz hayata tutunmasını, geleceğe güvenle bakması sağlamak. Bana ihtiyacı olduğu anda ise maddiyata, mesafeye bakmadan anında yanında olmak.
Hayatı ve çevresindekileri araç için kullanan insanlara bunu anlatmaksa deveyi hendekten aşırmak gibi bir şey olacaktı. Anlama ve algılama sorunu yaşayan bu insanların beni anlamasını beklemekse hayal kırıklığı olarak kalacaktı.
Yıllarca beklenti içine girersem benliğimden olacağımın bilinci içinde yaşadım ben. Bu bilinci korumak kişiliğimi muhafaza etmek zorundaydım ve gerekiyordu.
Endişemse bana verdikleri stres sağlığıma zarar veriyordu.
Endişemin tedavisi telafisi
İse her sabah Konyaaltında
Akdeniz’in berrak sularında
Yunus kadar masum
Martı kadar özgür
Özveri özgüven benliğimde
Tek sevgili yüreğimde
Denizin mavi sularında yüzmekle son buluyordu.
Bahtım ve bu insanlar
Bana ana vatanımda ikinci gurbeti yaşatıyordu.
Ön yargıyla ön safta gidenler
Ve haddini bilmeyenler halt etmişlerdi.
Yaşadığım bütün olumsuzluklara rağmen
Bu yürek bu vatanı kimliği ve bütün benliğiyle yürekten seviyordu!..
Yüreğimle kader yolculuğumsa beş yılını doldurarak mutlu sonla noktalanıyordu!..
Yazar Zekiye Doğan ile iletişim: [email protected]
YORUMLAR
Hayatın kendisi mücadeledir bir bakıma;
Tüm aşınımlara
Tüm olumsuzluklara
Tüm insafsızlıklara
Ve tüm insansızlıklara rağmen ayakta isen ve mutlu bir sonla yaşıyorsan ne mutlu sana ve toplamı : Çok güçlü biri olmalısınız.
Herkesin okuması gereken bir yazı bence, teşekkürlerimle
Selamlıyorum tüm yüreğimle
Zekiye Doğan
İçler acısı bir durumu ustaca anlatmışsınız. Yaşananlara bakılınca üzüldüm. Mücadelenizi okuyunca imrendim. Umarım her şey daha iyi olacaktır.