- 522 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
mavi dikiş makinesi-357- ardahan öyküleri- yeni yazım-
Son saatte resim kulübü toplantısı.
Cuma günü haftanın son günü.
Birinci sınıftan beşinci sınıftan ve sekizinci son sınftan; kız, erkek çocuklar.
Önlük giymişi, formalısı.
Saf gözlerin ardına geçmiş küçük insanlar bunlar.
Masal anlatsan hiç bir şey demeden dinleyecek masum ve hakkına razı küçük insanlar.
En iyisini yapmam lazım.
İstençle bir sızı içimde.
İnsan olmanın kaderi.
Bizlere üstten biri baktığında böyle düşünmüşüzdür belkim.
Çocukluğumuz aklıma geldi.
Biz de bunlar gibi güçsüz müşüz?
Küçük insanlara " mavi dikiş makinesini" niye anlatmayayım?
Dikiş makinesini Bülent mavi renge boyamıştı. Öğretmen yanına geldiğinde, yeni makine icat etmiş değin sevinçliydi.
Ne umasın deli gönül ne bulasın?
Hak Aşıkların deyişleri umduğuyla, bulduğun arasında eşitlenmez manzaralara ait fikirleri de böylesinedir.
Öğretmenin resim sanatıyla ilgili ’backgroundu’ hiç mi hiç yoktu. Birşey söylememesi der beyandan hayırlıydı?
"Olmamış" dedi.
Kocaman harfleri, reklam panolarına sığmazlığını görmüşsünüzdür. Cafcaflı materyallerle süslenmiş...
Lafı sınıfın ortasına, sıraların üstüne, pencere kenarına, kapının ağzına düştü.
"Buyrun cenaze namazına"
Mavi dikiş makinesi " Maktulen" nur topu gibi dünyaya gelmiş bebek. Bebeğin vığıltısı Halit Paşa İlkokulun dışından işitiliyordu.
Bir şeyi söylememek söylemekten ehven midir?..
Doğmak isim ile adlanır.
" Olmamış " sözü seneleri devirerek günümüze geldi.
İnsan gibidir söz; doğar yaşar. Cahil, cahil yaşayarak da gezer dolaşır.
" Söz" Bilgilice de dolaşır, gezebilir: Söz.
İngilizlerin dokuz kez düşündükten sonra onuncu kez de hala söylenmesi doğruysa sözünü söyle demeleri yerinde bir tesbittir.
O laf döner, dolanır: Hakikatin divanına durur birgün.
" Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir. "
Mavi dikiş makinesi ve Yunusun Molla Kasım’ı:
Şunu dilimiz ağzımızdaki dilimiz, kelam eylemek isteriz.
Sözler de tesadüf yoktur. Söylenmeyecek ya, söylenirsede vücut gibi mevcutlanır...
Bunu algılamak, insan bilinci için şarttır.
Hangi lafın nerede ne zaman doğrulanacağı belli değildir.
Molla Kasım suyun kenarında Yunus’un şiirlerini yırtıp attığında, bir sayfayı okudu. Ne görsün? Dondu kaldı! İki mısra da:
"Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir."
Kime olursa, çocuğa, yaşlıya, ona, buna laf söylerken, lafın yarını, çağları aşacağı hesaplanmalıdır.
"Mavi dikiş makinesini" çizen ressamlar 1900’ lerde çizmeğe başlamışlar.
1916’ da öldü. Franz Marc: Mavi atlar; atları mavi çizdi.
Ünlü dışavurumcu Alman ressam.
Dışavurum içinden geldiği gibi bizim ozanlar gibi kudretten deyiş demek, dizmektir.
Aslında küresel herşeyi takip etmek bilmek çok güzel. Mahalli kültürle kıyaslamak yöntem olarak kullanmamız çok daha güzel. Çünki bildiğin şeyi yeniden öğrenme geçikme mazaretine maruz kalmamış oluruz. Zaman ve verim zararı gibi birşey bu.
Küresel ve çağdaş konseptin kavranılması hem yerinde hem yararlı olur.
Ekspresyonizm yani dışavurum kelimesini otuz yılda kavrayamadım.
Kompleks kelimesini, adam başlı başlına anlamak istemiş ve yıllarını vermiş.
Aynı kelimelerdir: KÜLLİYE ve KOMPLEKS.
Külliye sözcüğü ile kompleks sözcüğün idrakini ilerletmiş. Külliye ile idrak eden kişi kompleks kelimesini diğer kişiden iyi kavramış. Ayrıca külliye’nin imareti, kütüphanesi, ve öteki unsurlarla üniversitenin eşdeğeri olduğunu kavramış.
Ne zaman doğru bir yöntem uyguladım. Ondan sonra kandım. Kudret kelimesi ve olgusunu yerel halk şairleriyle tamamlayınca anladım.
Tamamlayıcı yöntem yani evrenseli yerelle; yereli evrenselle kıyaslayarak, bağdaştırarak, tümleyerek zaman kaybını ve verimi etkilersiniz.
OLMAMIŞ: Demekle neleri kaçırmışız
Yöntem yanlışlığı çok yitirtir.
Mavi atlar...
Henri Matisse eşinin yüzünü mavi ve yeşil ile çizdi.
Vlaminck tarlayı kırmızıyla boyadı:
" Red Field " eserinde
Sol kolum tarafında tablonun: Tarla kıpkırmızı, başaklarla yatıyor dikiliyor.
Çeperin üst başında "Padaralı" kırışkalı ev göğe rem atıyor, bize mi göre; algımız mı öyle? Kuzguna yavrusu şahin gözükürmüş.
"Yokuş yukarı giden yol yukarıdan aşağı gelen yolun aynıdır."
Bize ait şeyler hep alalı, yüce, azametli ille de iyi görünmüştür.
Herkese aynı olmuştur muhakkak.
Aslan Dayıların aşağıdan çıkan yol az işlek ama kırmızı kayaların yığışmasıyla taş ocağı mıydı? Yol muydu?
Maurice De Vlaminck çizmişti kıpkırmızıyla. Red Field’i tabii, Samet Dedemlerin evlerin yolu değildi.
Karl Schmidt Routloff mavi bazen yeşili tüpten sıktığı gibi sürdüğü manzaraları " Büyüleyici " o maksatla sürmüştü, direk bazı renkleri, parlaklığın verdiği boğuntululukla evin beyazlığı ve çatıların kiremit renkleriyle adamın uykusunu getiriyordu. Uykudan rüyaya salıyordu insanı, neden sonra büyülendiğini anlıyordu seyirci, derenin mavisi, ağaçların, çayırların yeşiline bağımasada çığırarak:
" - FANTASTİK NE YAMAN FANTASTİK " demiş sanırdın.
Bülent onlardan çok sonra dikiş makinesini maviye boyadı.
Literatür de bulunanı, bilmek yetişirdi elbette.
Ufakken bayramlar da elini öptüren yaşlılar başa da koymak istediğimizde.
- Yetişir, oğlum yetişir. Demez miydi?
- Yetirir misin? Sensin yetirmeyen!
" Işığın rengi beyaz ve bir taneciktir. Esası beyaz gelinliktir resmin ve manzaraların açık hava da, tablo da, gözler de. Beyazsa tamamdır. Uyumaya mesele denmez gayri. Beyaz gelinliğin karnını yardığında üçüzünü görürsünüz. Sarı kız, kırmızı oğlan, mavi bebeği. Üçüzler her neredeyse ahenk oradadır. Neden mi? Beyazdan gelirler ve her ne kadar doğma olsalar da birleştiler mi, sarı, kırmızı, mavi, beyaz olur.
Üç rengi ışıkla duvara düşür dairesel olarak üçünün de daire uçlarından karışıp beyazı çıkarırlar.
Maviye kırmızı ile sarının karışımı turuncuyu yanaştırırsanız iki renk armonize olur. Bir temel renge öbür iki temel renklerin karışımını getirmiş olursunuz. Üçüzlerin çeşitli varyasyonlarla yaraşık aldığını kontrast renklerin uyumu diyebilir ressamlar."
Bülent’in mavi dikiş makinesi yanıbaşına turuncu bir draperi kumaş asılmıştı. Turuncu renk makineye mavi rengi sükse ediyordu.
Beyaz çizgisiz kağıdı dikleme koydu. Alt ortaya dairevi şekil de pastel boya rengi turuncu sürdü. Üç dakika iki gözünü kaldırmaksızın turuncuya baktı, gözü yaşaracaktı nerdeyse. Usulca bakışını kağıtın yukarısına kaldırdı. Sabitlediği gözün önüne dairesel mavi renk geldi peydah oldu. Sanki kağıdın yüzeyine geldi mavi renk. Bu deney 1875’ ler de empresyonistlerin yaptığı bulgusal bir deneydir.
Anlamamız! İş bu netice de: Turuncu renk iki temel renkten doğar. Son temel renkle de uyuşarak esasa, beyaza yani erişim sonu renkahenke eylemir.
Turuncu maviyi tamamlar, mavi de turuncuyu. Sükse ederek yani yollayarak.
Anlaşıldı mı?
Bülent’in dikiş makinesi neden maviymiş. Turuncu asılı kumaş maviyi yollayarak makineye bakan gözlerde maviyi peydahlamış oldu.
- Yetişir mi?
- Bir lokma uzatsaydın.
- Yetdiyse de yetsin, yetişsin gayri!...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.