- 648 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BUNALIM
Önceki yüzyılın ve içinde bulunduğumuz yüzyılın insanını “bunalımlı insan” olarak tasvir etmek isteyenler çoğunluktadır. Sokaklara dökülen, yer yer dolaşan, yakıp yıkan bir sürü garip giyinişli ve garip görünüşlü, uyuşturucu madde düşkünü genç adam hep “bunalımdan” şikayet etmektedir elbette. Birçok dergi, gazete gibi mecmualarda televizyonlarda fikir adamları da bu konuda duygu, düşünce ve temennilerini dile getirmekle birlikte hep salt devalar beyan etmektedirler.
Bunalım insana mahsus bir özellik olarak karşımıza çıkmakta. Geçmiş insanların bizden daha az bunalımlı olduğunu söylemek pek kolay olmamaktadır. Kanımca, her nesil, geçmiş ve gelecek fertlere nazaran daha fazla ısdırap çektiğini sanmakta ve böylece kendine önem atfetmeye çalışmaktadır. Bu durum insanın geçmişe ya da geleceğe bir özlemle bakmasına neden olmaktadır.
Birkaç bilim adamı bunalımı, “süper ego” adını verdiği vicdanî ve ahlakî değerler ile “id” adını verdiği hayvanî ve iç güdüsel bir şekilde olan sınırsız isteklerimizin çatışmasından doğduğunu ifade etmektedirler. Buna tamamen katılmakla birlikte bunalım sadece bu şekilde açıklanamaz diye düşünmekteyim.
Çünkü daha öncede söylediğimiz gibi bunalım, insana özgü bir özelliktir. Dolayısıyla insanın yaradılış özelliğine ve gayesine bakmakta fayda var. Kur’an-ı Kerim de ALLAH-Ü TEALA şöyle buyuruyor :
“Biz, insanı, muhakkak bir sıkıntı içersinde yarattık”
Öncelikle Bunalım insanın psikolojik bir özelliği olup, normal bir oluşumdur. İnsanın aleyhine değil, bilakis lehine olan, insanı güçlü ve dinamik yapan bir enerji biriktirme olayıdır. İnsanın iç dünyasında beliren bir sıkışma ve kaynama olayıdır. Hayvanlarda ve bitkilerde böyle bir durum gözükmez. Çünkü onlar, iştahlarını ve fizyolojik gerilimlerini hiçbir engele tabi tutmadan ifade ederler. İnsan yaratılış icabı başıboş akamıyor. Bu hususu yüce ve mukaddes kitabımız şu şekilde ifade ediyor :
“insan, kendini başıboş bırakılacak mı zanneder”
İnsan kapalı bir buhar kazanı gibi kendini bir iç tazyike sokulmuş buluyor. İnsan ancak bu iç tazyikle kendini büyük problem ve ülkülerine verebiliyor. İnsan başıboş kalamaz. Bu durum, onu bunaltır. Kendini ilim, sanat, din ve dünya işleri ile yormalıdır. Kendini büyük ülkü ve hedeflere tevcih etmelidir. İyice, kızgın buharla sıkışmış kazan, üzerine açılacak olan delikten ıslık çalarak boşalabilir. Fakat insan, bu tazyikli boşalışın önüne bir çark koyarak faydalanmalıdır. Eğer faydalanamazsa, kazanın ağzını daha sıkı bir şekilde kapatmaya kalkışırsa bir süre sonra darmadağın olur ve geriye bir şey de kalmaz.
Özellikle gençlerde, ( ki ben de gencim ) bunalımlarını kendini uyuşturan maddelere ya da geçici zevk ve eğlencelere adapte ederek duyarsızlaştırmakta ve yok hükmünde saymaktadır. İç dinamiklerimizi kontrol edemeyişimiz, bizi onları muallakta bırakmamıza doğru itmektedir.
Hadis-i Kutside CENAB-I HAKK “ Yere göğe sığmam, fakat inanan kulumun kalbine sığarım” diye buyuruyor. Sonsuz olan, sınırlı ve aciz olanın “kalbinde” taht kurarsa ne olur? Ben söyleyeyim, ne olacak sınırlı olan aczinden çırpınır durur.