- 1013 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Birinci Köprü
“Bence Birinci Köprü yoluna girmeliydin.”
İkinci Köprü’nün yolundaydık. Yanımızda gümüş renkli bir Audi vardı. Hasan Amca yerine Audi’ye bakmayı tercih ettim. Bu da sonsuza değin sürmedi. Çok geçmeden Audi’nin sürücüsü “Ne var? Ne oluyor?” türünden beni süzmeye başlayınca başımı öne çevirdim ve arkasında Otosan yazılı kamyonete gözlerimi diktim. Kamyonet nedense heyecan vermeyince gözlerimi kaldırıp, dikiz aynasını kontrol ettim. Aynanın iddiasına göre arkamda beyaz bir Kartal vardı. Direksiyonundaki kişinin keyfi gayet yerindeydi. Trafiğin durmasına aldırmadan arabadakilerle konuşuyor, heyecanlı ve neşeli bir şekilde anlatığına arabaca gülüyorlardı. Sürücünün dudaklarını okumayı denedim:
“Sonra aldım karıyı...”
Yok, yok, böyle dememiştir. Hem ben nereden bileceğim dudak okumasını. Olsa olsa “Pazardan iki kilo şeftali aldım; çürük çıktı. İyi mi?” demiştir. Bu kadar güldüklerine göre de devamını şöyle getirmiş olmalı:
“Çürük ve kurtlu olmasına aldırmadım, hepsini yuttum. Hem vitamin, hem protein. Benim karının midesi kaldırmadı, fenalaştı. Ben de aldım karıyı, doğru köşedeki kliniğe...”
Böyle girmiş olmalı kadın hikayeye.
“Yok, böyle olmaz ki. Birinci Köprü’ye sapacaktık.”
Ama sapmadık değil mi? Havaalanından çıkınca ben direksiyonu İkinci’nin yoluna kırdım ve kendimizi burada bulduk. Arabada üçümüz oturuyoruz: Ben, Hasan Amca ve Hasan Amca’nın eşi Serpil Teyze. Serpil Teyze’nin sesi çıkmıyor, keza benim de öyle. Hasan Amca düzenli aralıklarla badem gözlü Birinci Köprü’sünü anıyor, o kadar. Konuyu değiştiremiyorum. Elimde pazardan alınan çürük şeftali hikayesi yok. Hem olsa da yaşları benimkine göre hayli ileri bu çifte o hikayeyi böylesine renkli anlatamam.
Sorun aramızdaki yaş farkında da değil. Sorun benim Hasan Amca’yla olan ilişkimde. Kendisini ve eşini havaalanından aldım. Halbuki onlar da, tıpkı benim gibi, bu sabah İstanbul’daki yataklarında uyanmışlardı. Birbirimize çok uzak olmayan evlerde kahvaltı etmiş, yakın saatlerde evlerden arabalarımıza binip havaalanına doğru yola çıkmıştık. Ben İkinci Köprü’den, Hasan Amca ise Birinci’den geçip hedefimize vardık. Onları Geliş bölümündeki, yolcuların çıktıkları kapının önünde beklerken bulunca hafif bir selam verip, Bir Numaralı Bekleme noktasındaki koltuğuma yönelmiştim. Çok geçmeden beklediklerim gelmişlerdi: Tolga, Tolga’nın eşi, Tolga’nın ikiz çocukları, Tolga’nın ikiz çocuklarının bakıcısı, Tolga’nın ikiz çocuklarının bakıcısının çocuğu. Hepsi benim arabama sığmazdı. Bunu ben de, bütün bu güruhu peşinden sürüklemiş olan Tolga da biliyordu. Bu yüzden kayınpederinden yardım istemiş, kayınpederi de arabasıyla gelmişti.
“Şimdi şöyle yapacağız” dedi Tolga, “Ben Hasan Amca’nın arabasını alacağım. Eşim, çocuklar filan onunla gideceğiz. Sen de Hasan Amca’yla Serpil Teyze’yi alır, bizim eve bırakırsın.”
Böylece kendimi, kendi arabamda, Hasan Amca’nın yanında bulmuştum. Tolga’nın kayınpederi onun sözünü dinlemediğimden mi, yoksa kendi arabasını damadına verip, damadın arkadaşının 18 yıllık arabasına bindiğinden mi olduğunu kestiremediğim bir memnuniyetsiz içindeydi.
“Birinci Köprü yolu açıktır, damat da şimdiden eve varmıştır.”
Bir yanımda Hasan Amca, diğerinde gümüş renkli Audi otoyolda oturuyorduk. Ara ara satıcılar geçiyor ama insanın canını çektiren bir şeyler satmıyorlardı. Aç değildim, zaten helva da sevmezdim. Sattıkları şarj kablosu telefonuma uymazdı. Arabam bozuk değildi, alet çantasına ihtiyacım yoktu. Çiçek alıp, Hasan Amca’yı mı hediye edecektim? Elektrikli testere ise... İstanbul’da kim elektrikli testere alır ki? Dikili ağacımız olsa keser miyiz? Kesecek olsak otoyolda satılan testereyle mi yaparız?
“Okmeydanından...”
Hasan Amca hala Birinci Köprü’ye dönebilmenin yollarını irdeliyordu. Belki elektrikli testere fena bir fikir değildi. Önünüzde kimse duramazdı. Kamyonet, taksi demeden elinizde testere, dalabilirdiniz. Arabaların kaportalarının dayanamadığı bir güce Hasan Amca’nın boynu da karşı koyamazdı. Bir hamlede gidiverdi başı. Belki aşağı yuvarlanırken bana Birinci Köprü’den gitseydik böyle testere alamayacağımı söylerdi. Son bir seferlik hoşgörürdüm o bedensiz başın sözlerini.
Testereyi satan genç de benim ona bakmamdan umutlanmış, yürümeyi bırakıp bizi beklemeye başlamıştı. Güneş, adamın elinde tuttuğu metalden yansıyor, ara ara gözümü alıyordu. Düğmeye bastım, cam aşağıya indi. Bunu gören satıcı da bana doğru hareketlendi. Tam kaputun hizasına gelmişti önümdeki kamyonetin ilerlemeye başladığını gördüm. Çaresiz, gaza dokundum.
YORUMLAR
Gerçek bir hikaye okudum. Ah İstanbul Ah şu köprü tarfiği...Büyük çile. Havaalanı dönüşleri kabus gibidir. İki köprü yolu daima tıkalı olur.
Çilekeş köprü hikayesini keyifli yazıya dökmüşsünüz. Kutluyorum.
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
İstanbulda yaşamadığım için hep şükretsemde o güzel şehri yine yeniden görmek, havasını teneffüs etmekten de mahrum kalmayı hiç istemem ama o köprüdeki trafik rezaletide çekilir dert değil ve o satıcıların ne işe yaradığına burun kıvıran ben(karnım tok gezmeye giderken) dönüş yolunda kaç saat o köprüde bekleyip açlıktan ölmek üzereyken bir simitçi bir muz satıcısı(giderken özellikle garipsemiştim belki ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım ondan olsa gerek) yiyecek namına her ne satarsa satsın tekine bile rastlamayınca (Allahın sopası yok işte) testere satıcısınıda garipsemiyorum (gerçi yenmez ama) demek ki yinede satılıyor, var bir alıcı kitlesi bu testerelerinde.Sıradan bir hikayeyi sıradışı hale getiren kaleminizi kutlarım.Saygılar.
İlhan Kemal
İstanbul'dan kaçmış biri olarak bu şükretmeyi ben de sıkça yapıyorum.
Otoyol satıcıları ise gerçekten insanı hayretten hayrete düşürüyorlar. Elektrikli testere satıldığını gözlerimle görsem inanmazdım (Birisinin alıp almadığını gömredim ama satıyordu adam işte) İyi de oluyor, önünüzde aynı noktada geçireceğiniz dakikalar varken dikkatiniz dağılıyor. Yine de arkadaşımın tanık olduğu kendi kafasını direksiyona vuran kişiye denk gelmek istemedim.
Artık trafiğin olmadığı bir yerde yaşıyorum ve trafik öyküleri pek sıradan gelmiyor (En son Kasım 2012'de trafikte sıkışıp kaldım) Güzel yorumunuz için teşekkür derim. Saygılarımla.
Ve,
Hasan Amca'nı hayatı kurtuldu.
Sadece o kurtulmadı.
Canı sıkılın bir masum gariban da,
moku mokuna kodese düşmeden kurtuldu.
Sadece,
testere satıcısının işi ters gitti.
Trafiğin açılacağı zaman mıydı şimdi?
Şurada üç beş dakika daha kapalı kalsaydı,
bir testere satma başarısına ulaşacak,
birinci sayfalık bir cinayetin de en yakın tanığı olacaktı.
Güzel bir hikaye.
Çok dinlendirici.