- 826 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 47
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sinemacı Fikret’in en ilginç yanlarından biri de beş vakit namazı imkân buldukça aksatmamasıydı. Sinema oynatmaya gittiği köylerde de çok dikkat çekerdi bu alışkanlığı. Özellikle o devirlerde, muhafazakâr kesimin ’ günah ’ olarak kabullendiği sinemacılığı meslek edinmiş bir çocuğun, abdestinde namazında olmasını çelişki gibi görürdü çoğu. Nitekim bir gün kendi köylerinde, yatsı namazından cemaatle birlikte sinema oynatmak için kahvelerine yaklaştığında, cemaatten yaşlı, sakallı biri yanına yaklaşıp omuzuna dokundu.
’ Dinle oğlum ; sana diyeceklerim var. ’
’ Buyur Hasan amca. ’
’ Bir yanda sinemacılık, diğer yanda abdest namaz. Bu ikisi bir arada yakışmıyor oğlum. ’
Şaşırdı çocuk. Daha önce hiç kimse böyle bir şey söylememişti. Özellikle yeni kahvelerinin müşterilerinden olan İmam Ali amcası, müezzinlerin yerinde yanında oturtup müezzinlik bile yaptırırdı ona. Ne kadar da hoşuna giderdi müezzinlik yapmak !
’ Ne diyorsun sen Hasan amca ? Biri işim, ekmeğim, diğeri inancım, ibadetim. ’
’ Senin dinin, benim de dinim oğlum. Ama bu din sinemacılığı günah saymış, yasaklamış. O yüzden bu ikisi bir arada olmaz oğlum ! ’
’ Peki Hasan amca ; ne yapmam gerekiyor sence ? ’
’ Bunlardan birini diğerine tercih edecek, diğerini bırakacaksın oğlum. ’
Sustu Fikret. Başka soru sormadı, başka cevap vermedi. Öylece sustu ve kahvelerine girip babasını evlerine yolladıktan sonra tüm hazırlıkları da tamamlayıp başladı filmini oynatmaya.
Zayıflık mıdır, acizlik mi, çaresizlik mi ; namazı bırakmayı tercih etti. Sinemacılığı bırakamazdı. İşi, ekmeği, rızkı, sefaletten kurtuluş reçetesiydi çünkü. Kısa zamanda bunalıma girmeye başladı. Sevdiği, mektuplaştığı köylü kızı hakkında kötü dedikodular da gelmeye başlamıştı kulağına. Güya kendisinden önceki sevgilisi ile buluşmaya devam ediyormuş, hatta başka mektuplaştığı erkekler bile varmış. Mektuplarında bunları sorduğunda, ne kadar inkâr etse de sevdiği, eski tadları kalmamıştı artık.
Köyün en eski şoförlerinden biri ve tamirci olarak tanınan Hayri usta vardı. Her gece, muhtarın kahvesinin bahçesinde oturup bira içerdi. Çoğu kez onun biralarının bitmesini beklemek zorunda kalırdı Fikret. Biraları da Muhtar, dükkânında satardı. Köyün en çok bira içen adamı olarak bilinirdi Hayri usta. Her akşam, neredeyse, bir kasa birayı bitirirdi.
Bir de kaçak hâli olan , yabancı, yirmi beş - otuz yaşlarında, uzun boylu, kumral, sakallı, kendisini Kartal Kemâl olarak tanıtan biri peydah olmuştu Kurtköy’de. Kısa zamanda Fikret’le samimi olan, gerçek adının Mustafa olduğunu ona söyleyen bu genç adam, fanatik bir Milliyetçi, Ülkücü idi. Kısa zamanda Fikret de onun fikirlerini benimsemeye başlamış, zaten ruhunda var olan Milliyetçilik iyice su yüzüne çıkmıştı. Kartal Kemal, köyün çarşısında eski , metruk bir dükkânda, hem ayakkabı tamiri yapar, hem de orada yatıp kalkardı. Bu dükkân, muhtarın kahvesinin tam da karşısındaydı. Bazen de inşaat işlerine gider, hatta badana boya bile yapardı. Çok akıllı, bilgili, okumuş biriydi aslında. Yazdığı şiir ve yazıları Fikret’e okuttuğunda çocuk bunlara hayran kalırdı. Özellikle Tarih bilgisi çok kuvvetliydi. Bir gün ülkücülerin lideri Alparslan Türkeş’in bir posterini kahvenin ocaklığına astırmıştı Fikret’e. Fakat hem müşterilerden bazıları, hem de babası tepki gösterince indirmek zorunda kalmıştı. Köylü genelde Adalet Partili ve Demirel’ciydi. Fikret’in babası ise köye sonradan yerleşen bir emekli albay ve bir emekli uzman çavuştan sonra, İnönü’cü, Cumhuriyet Halk Parti’li üçüncü kişiydi. Bunu açıklamaktan, savunmaktan asla geri kalmaz, köylüyle bu yüzden çoğu zaman tartışırdı. ’ İnönü demek, açlık demek, kıtlık demek ! ’ derdi köylüler. O ise, İnönü’nün ülkeyi İkinci Dünya Savaşına sokmamakla en büyük iyiliği yaptığını savunurdu.
Milliyetçi, Ülkücü Kartal Kemâl’in en kötü tarafı da şarapçı oluşuydu. Fikret’le samimiyetleri o kadar ilerledi ki ; sonunda Fikret de alkol kullanmaya başladı. Günah olduğu daha çok söylenen şarabı pek tercih etmese de, rakı, bira ,arada bir de olsa şarap bile içmeye başladı sonunda. Geceleri kahvenin bahçesinde bira içen Hayri ustaya bazen eşlik etmeye, bazen de Kartal Kemal’in dükkânında içmeye başladılar.
Mektuplaştığı kızın köyünde, kızın eski sevdiği olarak bilinen çocuk, uzaktan uzağa düşmanlık etmeye başladı. Köyde herkes kızın onu bıraktığını, Fikret’le mektuplaştığını duymuştu. Bu çocuk da Fikret’le aynı yaştaydı. Çocuk ona başka türlü yaklaşıp, bir akraba kızlarıyla arasını yapmaya çalıştı. Hatta işi biraz ahlâksızlığa döküp, geceleri buluşturabileceğini, gönlünü eğlendirebileceğini bile söylemeye başladı. Fikret’in hiç de hoşlandığı şeyler değildi bunlar. Buna rağmen, bir gün kızın içinde resminin de bulunduğu bir mektup getirdi Fikret’e. Aynı günden sonra bu kız, sinema oynatılan köy kahvesinin karşısındaki evin bahçesine gelip Fikret’e görünmeye başladı. İstemiyordu, bakmıyordu, apaçık belli ediyordu. Fakat amaç, diğer kıza bunu başka türlü yansıtıp Fikret’ten vazgeçmesini sağlamaktı.
Yine aynı köyden, yaşıtlarından bir çocuğa her hafta yeni bir plâk verir, bir hafta önce verdiğini geri alırdı. Bu plâk alıp verme işi çoğu köyde olurdu. Bir kaç hafta önce, yeni aldığı üç plâğı birden rica minnet emanet alan bir köylünün, aradan uzun süre geçmesine rağmen plâkları iade etmeyişi yüzünden Fikret, bir daha hiç kimseye plâk vermemeye yemin etti. O hafta gelen o düzenli plâk verdiği çocuğu da bu yüzden geri çevirdi. ’ Sağlık olsun !’ deyip döndü çocuk. Fikret, belki de ilk defa, sinema oynatmaya gittiği bir köye, film çantasında rakı şişesiyle gitmişti. Üstelik ara sıra bir kadeh de atıyordu. Çünkü, sevdiği, mektuplaştığı kız, ilk defa o hafta köyde olmayacağını, uzak köydeki ablasına gideceğini yazmıştı. Araları, dedikodular yüzünden açılmaya başlamıştı.
Sinema makinesini çalıştırıp, filmi oynatmaya başladı. Biraz sonra sinemadaki bir küçük çocuk yanına kadar gelip ;
’ Necdet ağabey dedi ki ; ’ Git ona söyle an..ı..s..im ! ’ dedi. Şaşıran Fikret çocuğa bu sözü defalarca tekrarlattı. Necdet’le hiç bir zorları yoktu. Kavga etmemişler, tartışmamışlardı bile. Sadece o hafta plâk vermemiş, onun da sebebini kendine izah etmiş ve o da anlayış göstermişti. Daha doğrusu o öyle zannetmişti. Tek ihtimal kalıyordu; o kızın eski isteklisi olan çocuğun yakın arkadaşı oluşu. Acaba o mu dolduruşa getirip üzerine salıyordu Necdet’i.
Babasının tembihlediği şekilde, kimsenin çocuğuyla kavga etmemek, ona lâf getirmemek için, gücünün çok rahat yetebileceği çocuklardan bile dayak yediği günlerden sonra, sinema makinesi sahiibi olup da ekonomik güce kavuşarak, kendine olan güveni de gelişmiş, her türlü haksızlığa karşı isyan etmeye, gerektiğinde kavga etmeye, vurmaya, kırmaya bile başladığı günlerde evlerinde kendi kendine boks çalışmak için aldığı ve daima yanında taşıdığı meşin eldivenlerini giyerek, hırsla gidip, sinema seyretmekte olan çocuğun karşısına dikildi.
’ Sen ne diye sövüyorsun benim anama ? ’
’ Sen adam mısın ulan ? ’
’ Gel çıkalım dışarıya ! Göstereyim sana adam olup olmadığımı ! ’
İki genç hırsla dışarıya çıkarlarken onlarla birlikte bir iki kişi daha çıktı. Sinema oynamaya devam ediyordu. Çocuğun Fikret’ten daha çok içkili olduğu, sarhoş olduğu belliydi. Asfalt yolda birlikte yürürlerken Fikret müsabakaya hazırlanan boksörler gibiydi ama yine de aklı başındaydı. Çünkü bu çocukla hiç bir zoru yoktu. Kısa boylu ama şişman, iri yapılı olmasına rağmen korkmuyordu Fikret. Kendine güveniyordu.
Diğer insanların da araya girmesiyle, çocuğun sırf plâk vermediği için kendisine kızdığı, bu yüzden sarhoşluğun da etkisiyle öyle küfür ettiği anlaşıldı. Fikret tekrar tekrar, başkası yüzünden yemin ettiği için kendisine de plâk vermedğini, kimseye vermediğini ve vermeyeceğini anlattı. Onunla bir zoru olmadığını da söyledi. Sonunda iki genç vuruşmadan döndüler kahveye. Fikret makinenin kurulu olduğu bölümün kapısından girerken, diğer genç de kahvenin kapısından girdi. İkisi de giriş anında bir birlerine hitaben birer söz söylediler. Bu sözleri her ikisi de doğru anlayacak kafada değildi.
Sinema bitip makineler toplanırken onları kavga anında ayıran gençler Fikret’in yanına gelip dikkat etmesini, Necdet’in bu işi sürdürmek isteyebileceğini söylediler. Oysa Fikret böyle bir şeyi ummuyor, konunun kapandığına inanıyordu. Makineler toplanıp akraba çocuğuyla birlikte gece kalmak üzere onların evlerine giderlerken, kahveyle evin arasındaki sokakta çınar ağacının dibinde başına kasket geçirmiş olan Necdet yollarına çıktı. Akraba çocuğu ikaz etti Fikret’i.
’ Dur bakalım ! ’ deyip elini uzattı Necdet. Daha bir hafta önce, sinema oynatmaya gittiği bir köyde, bir arkadaşının elinde gördüğü sustalı tipindeki bıçağa hayran kalmış, istemiş fakat alamamıştı. Bir başkasının hediyesi olduğunu söyleyip veremeyeceğini söylemişti çocuk. Aynı günlerde, film almaya giderken, Yüksek Kaldırım ’da ( Karaköy yeraltı geçidinin Bankalar’a çıkan kısmı ) bir işporta tezgâhında gördüğü aynı bıçağı düşünmeden satın alan Fikret onu yanında taşımaya başlamış, sinema oynatırken de - Jandarma baskınlarına karşı - makinenin içinde saklamıştı. Şimdi eve giderken üzerindeydi o bıçak. Necdet’in gecenin o saatinde, karanlıkta yoluna çıkması kendini koruma ihtiyacı hissettirdi ona. Bıçağı çıkarıp gösterecek, bu şekilde saldırmasına engel olacaktı. Vurmak, bıçaklamak aklının ucundan bile geçmemişti. Yolunu kesen gence arkasını dönerek, sırtındaki pardesüyü çıkarıp yanındaki akraba çocuğa vermek ister gibi yapıp bıçağını çıkardı. O bunu yaparken, Necdet ona saldırmıştı bile.
Hemen aynı anda daha önce kavga etmelerine engel olan gençler koşup yetiştiler, araya girip ayırdılar, uzaklaştırdılar. Açık renk bir kazak giymişti Necdet ; sarı renkli. Tam da göğsünde bir leke gözüne çarptı Fikret’in. Bıçağın değdiğini düşündü, korktu. ’ Şimdi şikâyetçi falan olur, al başına dert ! ’ diyordu kendi kendine.
Çocuk oldukça şişmandı ve içkiliydi. Fikret de bir kaç kadeh bile olsa rakı içmişti, alkollüydü. Necdet saldırdığında, sırf kendini korumak için çıkarttığı bıçağı, farkında bile olmadan, bilinçsizce sallamış ve tam beş defa saplamıştı. Fikret yine akraba evine götürüldükten biraz sonra kendini kaybedip yıkıldı Necdet. Hastaneye zor yetiştirildi ve ameliyata alındı, komaya girdi.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Biraz kaçırdık olayı.
Dönüşümüzde ise hiç hoş bulmadık işin doğrusu.
Korkarım,
su testisi su yolunda kırılacak.
Gençlik yıllarının kanı delilikleri diyelim biz en iyisi.
Cahil bir köylünün, bir gencin namaz kılmasına engel olması ve
Ülkücülerin, içkici, ayyaş oldukları fikrini çağrıştırması nedeni ile,
üzdü bizi bu bölüm.(Biz, ülkücü değiliz. En azından şu anda.)
Fikret TEZEL
İnanın hayatımın devamı çok daha ilginç. Çünkü ben askerliğim çıktıktan sonra, yani yirmi yaşımda liseye başladım ve başarılı olarak bitirip üniversiteye girdim. İlginize tekrar teşekkürler.