- 858 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NORMALLEŞEN, MODERN TÜRKİYE
623 yıl boyunca üç kıtaya hükmetmiş, Osmanlı imparatorluğundan günümüze…
Osmanlı imparatorluğu, padişahın hükmüyle şekillenen, ilk bakışta anti demokratik bir yönetim biçimine sahip idare şekli gibi görülse de, aslında bu gün, demokrasisini geliştirmiş ülkelerin uyguladığı, demokratik yaşam prensiplerinin benzerini dünya üzerinde 623 yıl hüküm sürmüş Osmanlı imparatorluğunun, yönetim biçiminde de görmek mümkündür.
Osmanlının, ulus devlet idaresine dâhil olan tüm toplumlar, imparatorluk bünyesinde yaşayan çeşitli etnik kökenden gelen farklı mezhep ve dini inanışa sahip insanlar, kendi folklorik özelliklerine göre, hayat sürdürdükleri, dillerini ve kültürlerini özgürce yaşaya bildikleri bir imtiyaza sahiplerdi Ta ki,,,, yenidünya düzenine geçiş döneminde dünya üzerinde yaşayan imparatorlukların, bir biri ardına yıkılıp, yerine ırk esasına dayanan ülkeler ve yönetim şekilleri yeniden oluşturuluncaya kadar.
İşte o tarihlerden günümüze kadar imparatorluklar arasında geçen savaşların yerini;
Ülkelerin birbirleriyle olan savaşları veya o ülkelerde yaşayan farklı etnik kökenden gelen toplumların, özgürlük ve bağımsızlık taleplerin den oluşan iç savaşlar almıştır.
Özelikle 1. ve 2. Dünya savaşlarından sonra, başta batı Avrupa’daki ülkeler ve diğer devletler ülkelerinin bütünlüğünü korumak için (demokrasi )diye adlandırdıkları imparatorluk dönemlerindekine benzer çağın gereklerine uygun bir yönetim şekli geliştirmiş ve ülkelerindeki farklı etnik kökenden gelen toplumlara yeniden demokratik haklarını vermiş yâda başka bir deyişle, vermek zorunda kalmışlardır. Bu sayede hem ülkelerinin bütünlüğünü korumuş, hem de dünya siyasetinde ekonomik ve kültürel zenginliğe sahip güçlü devletler olmayı başarmışlardır.
Bu sağlıklı, doğal ve normal sürecin olumlu getirisini gören ülkeler, halkların federasyon talepleri dâhil,her türlü özgürlük taleplerini kabul etmiş, ülkelerinin gelişiminde önemli etkisi olan farklı etnik unsurların devlet yapısının içine daha fazla nüfuz etmesini sağlamışlardır. Bu doğrultuda etnik yapıların talepleri olup, olmamamsına bakmaksızın çeşitli enstitüler kurarak ülkelerindeki farklı kültürleri yaşatmaya ve geliştirmeye dönük çalışmalar yapmışlardır,
Hatta daha da ileri giderek ülkelerinde ırkçılığı hukuk kapsamında suç saymış ve hapisle cezalandırıp, bu doğrultuda insanların kültürel haklarını ve ifade özgürlüğünü, insan hakları kapsamında görüp, yasalarla koruma altına almışlardır.
Osmanlı imparatorluğunun, küllerinden yeniden doğmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, aslında kuruluş itibariyle aynı prensipler üzerinden hareket etmişse de uyguladığı yâda uygulamak zorunda bırakıldığı ırkçı, dayatmacı, inkârcı politikalar yüzünden ülkesindeki kültürel zenginliğinin, getirdiği avantajını iyi değerlendirememiş,
Başka bir ifadeyle; çeşitli etnik kökenlerden gelen müthiş önemli bir gücü fark edememiş, dış güçlerin dayatmasıyla fark etmesi engellenmiştir. Yanlış politikalar gereği bu gücü yok saymış ve bu nedenle de demokratik ve ekonomik gelişmişlikte diğer ülkelerin çok gerisinde kalmıştır.
Maalesef o kadar gerisinde kalmış ki, gelişmiş ülkelerin kendi markalarıyla ürettiği ürünlerden sadece bir olan örneğin X bir cep telefonu markasının yılık cirosunun, yarısına sahip bir milli gelir düzeyin de kalmıştır.
Siyaset bilimcilerinin ortak görüşüdür ki Türkiye, Sovyet Rusya’ sın dan gelebilecek kominizim tehlikesine karşı NATO üyeliği gereği emperyalist ülkelerin isteği doğrultusunda, başta ABD’nin bölgedeki çıkarları olmak üzere. Avrupa ülkelerinin, güvenliğini sağlamak için basiretsiz devlet yöneticileri yüzünden ülkemize adeta ileri karakol gibi görev yaptırılmıştır. Planlı ve sistemli bir şekilde, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önüne geçilmiş ve bu doğrultuda askeri, vesayete bağlı ülke siyaset’i, bağnaz bir anlayışla, ülkenin ve milletin aleyhine olacak biçimde şekillendirilmiştir.
Öyle ki yasaklardan oluşan abuk sabuk bir resmi ideoloji benimsenmiş, tek tip düşünen hiçbir vizyonu olmayan ezberci, basmakalıp bir dünya görüşü olan, resmi ideolojinin dayattığı kadar düşünen hata mümkünse hiç düşünmeyen, sorgulamayan, estetik anlayışı kaybolmuş insan modeli oluşturulmuş, bu model üzerinden nesiller yetiştirilip adeta insanlara deli gömleği giydirmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki bu konuda kısmen de başarılı olmuşlardır.
Oysa bir ülkenin siyasi ve ekonomik, sosyal gelişimi, kültürel düşünce çeşitliliği ile çok boyutlu düşünebilen akılla sahip insanlarıyla mümkündür.
Emperyalist güçlerin ülke içindeki iş birlikçileriyle organize ettikleri, ideolojik siyasi çatışmalarla ve belli aralıklarla yapılan askeri darbelerle, halkın olası demokrasi talepleri bastırılmış mevcut sistemin yanlışlarını sorgulayan hesap soran insanlar hukuksuzca idam edilerek veya hapislere atılarak etkisizleştirip toplumdan izole edilmiştir. Böylelikle hem Türkiye’nin demokrasisini güçlendirip geliştirmesinin önü kesilmiş, hem de ekonomik büyümesi ve gelişimi engellenmiştir.
İlginç olanı dün Sovyet Rusyasından gelecek kominizim tehlikesine karşı, ülkemizin demokratik ve ekonomik gelişimine engel olan emperyalist güçler, bu gün kendileri ticaretlerinin önemli bir bölümünü Rusya federasyonuyla yapıyor olmaları da manidardır.
Günümüz Türkiye sinin, Siyasi çalkantıları, geçmişten gelen yanlış ve dışa bağımlı siyasi politikaların kaçınılmaz sonucudur.
Halkın seçimden seçime oy kullanmasıyla demokratik hakların tamamlandığını zanneden ( mutlu azınlık ) statükocu kesimler, çağdışı bir anlayışla ülkeyi muz cumhuriyetine çevirmeye çalışıp, halkı gerçek manada katılımcı demokrasinin dışında bırakmış ve bireyin modernleşmesinin ve demokrasi kültürünün gelişmesinin önünde engel olmuşlardır.
Her kesimden insanın elini taşın altına koyduğu barış sürecinde sus pus olmuş, en küçük katkıda bulunmamış, üstelik daha düne kadar. Halkın iradesinden kaynaklanan seçim tercihini bile, hiçe sayan sivil otoriteyi küçümseyip, ’’ordu göreve’’ diye nara atan demokrasi kültürü gelişmemiş statükocu kesimlerin, şimdi utanmadan sivil iradeden, birleştirici güç olma iddiasından ve özgürlüklerden bahsetmeleri, ne komik
Mustafa Kemal ATATÜRKÜN, kastettiği gerçek modernlik, kasket’ten fötr şapkaya, geçerek yapılan sembolik devrim değildir. önemli olan, o fötr şapkanın geçtiği kafanın modern olabilmesidir, yani statükocu anlayıştan uzak, çağın gereklerine uygun, değişime, gelişime ve bilime açık olmasıdır.
Medeni ülkelerin geçmişte demokratikleşme adına ödedikleri ağır bedellerin yanında, Türkiye’nin bu gün yaşadığı sancılı durum, aslında kısa zamanda atlatılacak bir süreçtir. Bunun nedeni her türlü baskıya ve yasaklara rağmen, asırlardır geliştirdikleri bir arada yaşama kültürü (din birliği ) ve bu ülkenin insanlarının ülkesini ve birbirlerini gerçekte çok seviyor olmasıdır.
Bir başka bakış açısıyla, Türkiye’nin bu gün yaşadığı çalkantılı ve sancılı siyasi süreç, aslında özünü bulması, gerçek manada modernleşmenin ve normalleşmenin doğal sürecidir.
Bundan sonrasında, Bizlere düşen görev, ülke insanını çatıştırmak isteyen, provokasyonculara, kışkırtıcılara ve milletin iradesini hiçe sayan derin devlet, paralel yapı vs gibi anti demokratik unsurlara fırsat vermemek, ırkçı ve statükocu söylemlerde bulunan siyasetçilerden, uygar dünyanın sahip olduğu demokrasi ve insan hakları düzeyini bizlere de sağlamalarını talep edip, istemektir.
Gerçek şu ki, günümüzde büyük devlet olmak askeri güçten çok, demokratik ve ekonomik güce sahip olmakla mümkündür.
İnsana tuhaf geliyor ama tasarımı bize ait olan, bizim ecdadımızın uyguladığı, özgürlükçü ulus devlet yapısını kendilerine model alan ülkeler. Dünyanın en güçlü ekonomisine sahip, süper gücü durumuna gelmişlerdir. Ve maalesef bu gün, demokratik ve ekonomik gelişmişlikte, biz onların gerisinde kalmış, durumundayız.
Yapılması gereken, her türlü saplantılı ideolojik düşüncelerden sıyrılıp.
Ülkemiz, kendimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve gelecek nesillerimiz inde, istikbali için
Kasketti veya Fötr şapkayı önümüze koyup, çok ama çok iyi, d ü ş ü n m e k t i r.
Çünkü ülkemizin kaybedecek, b i r t e k g ü n ü y o k t u r.
Serhat BİNGÖL 28.03.2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.