- 976 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Olabilirliği Önemsenmeyen Düşünceler
Kırık deyince aklıma ilk o gelir; ayna!
Her şey yok oluyor, benim yokluğum kendi kendine yanan ateş gibi, olduğum yerde kül oluyorum, gül olmayı umarken, içime yalanlar söylüyorum her defasında acımıyor diye, kül olduktan sonra acımıyor, acıyacak bir şeyim kalmayana kadar bitiyorum, sessizce ama çıtırtılı bir şekilde.
Olduğum kalıbın dışına çıkamadan, yanıklarda bile özgürlük yok!
Ben de yanıyorum ama kül gibi olduğum yerde kalıyorum...
Kalbimin olmadığına şahit ettiğim zamanlarım da oldu, kendimi yok hissettiğim zamanlar da… Varlığımdan çok yokluğum vardı ve kimsenin şahit gösteremeyeceği kadar siliktim…
Ayna, kırılmadan az önce itiraf etti her şeyi. Bir şeylere maruz ve zorunlu kalanlar, er geç kırılırlar, ayna da öyle oldu. Zorladım yüzümü, anlatması için. Anlattı ve kırıldı. Zorla anlattırdım, en azından o sadakatinden şüphe duymuyordu, yüzümü üzmemek için belki de susuyordu, ama ben zorladım. Zorla olan her şey kırılır zamanla…
Yüzümdeki bakışlarının kırıkları; en çok onları toparlamak için zorlandım ve tüm zamanımı buna harcadım. İyi olan hiçbir şey zorlanmaz aslında, aynadaki hikâyenin başlığı ya da adı yoktu ama tüm ayrıntılar mevcuttu. Anlatılmaya kalksak eksik bir şeyler kalırdı, tam tamına anlatılamazdı ama vardı öyle bir hikâye. Olmamasını dilediğimiz. Uzaktan baktığımız… Aynaya uzaktan bakınca daha şık, yakından bakınca daha gerçekleri gösteriyor, güzel hissetmek için ve kusurları örtsün diye biraz da uzaklaştım kendi gözlerimden. Yürüyebilmek için, ayakta durabilmek için bir çift göze ihtiyacım vardı, gözlerine bu yüzden mecburdum, ama düştüm, yürürken hem de…
Boynumdaki boşluk
Boğazımdaki düğümleri biriktirdiğim acıklı bir çukurdu!
Bizim karşılaşmalarımız hiçbir tesadüfe denk gelmiyordu, aynadaki kendim gibiydin sen hep var olan, bu ayna ben doğmadan önce de vardı ama sonra farkına vardığım, kendim kadar bir benzeri… Aynaya baktığında kendini bulabilmek ne zordur oysa insan hep benzerini arar ama çoğu zaman onu bile bulamaz. Keşke birisi uyarsaydı “Dikkat! Kırılır” diye ve ben daha önce fark edebilseydim kırılabileceğini…
Senin artık içini biliyorum, tıpkı senin içimi bildiğin gibi, kırılmadan görünemezdik, kırıkların dağılması zaman aldı, geceden sabaha kadar olan tüm vakitlerden daha fazlaydı bu. Sana baktığımda “çocukluk fotoğraflarımı görüyorum” sevincini yaşıyordum içimde, çocukluğumdan bugüne kadar, her ne kadar geri planda kalsa da bu sevindim, aslında en derinden gelen sadece bazı zamanlar farkına varabildiğim bir şeydi. Olabilirliği önemsenmeyen düşüncelerdi bunlar, kimsenin umurunda da değildi, düşünceler kendi halinden memnundu, kırılana kadar herkes mutluydu.
Kırıldık
İç içe geçmeye başladık!
Kırılmasak, göremeyecektik içimizdekileri. Gösterebilmek için, anlatmak yetmiyor bazen. Onayı alınamayan, bir boşluktu içimde yarattığın. Alışıyorduk, nerede karşılaşırsak karşılaşalım, asla çekinmeyecekmişiz gibi gizli bir sözleşme vardı aramızda. İnsan yüreğiyle var olan, sureti maksadını aşan, görebildiği kadar değil de, hissedebildiği kadar içini kaplayan bir şeydin sen, isim koymak sadece sınırlandırmaktır ve ben isim koyamıyordum sana. Gözlerimin önünde, yüreğimin içinde, karşımda, yanımdaydın. Maksadını aşıyordun, benim maksadımı bile geçiyordun. Durmuyordun, hep gidiyordun, maksadım kalmadığı için, maksatsızca bekliyordum.
Yaşamın içinde
Birbirine sadece bir kere denk gelen
Küçük bir detaydık biz
Ayrıntılarda buluşuyorduk!
Yeni hayaller kuruyorduk içimizden, yeni ümitler doğuruyorduk, hepsi ölü doğuyordu. Kırıktı onlar da, en az bizim kadar ve kırıldıktan sonra artık yeni bir hayat yoktur.
Sözlerim uyuşturucu, yüzüm, gözlerim uyuşuk. Ayna kırık. Zamanın içinde geriye doğru ilerlemeye çalışıyorum, ayaklarım uyuşuk, ileri gidemeyecek kadar. Hayatın filmini geri sarıyorum, ayna kırılmadan az öncelere…
***
Büyük kentlere giden uzun yollarda uzun şeyler düşünüyorum, aslında düşündüğüm tek bir şey var, uzatıp duruyorum. Düşünmekten aklımı yitirmedim hala, mucize gibi bir şey. Gözyaşlarım için peçete biriktirmiyorum artık, bıktım ağlamaktan. Olmadı ellerime siliyorum, yanaklarım tuz mağduru, gözlerim güzel. Sesim güzel değil ama bağırıyorum tüm sokaklarda, kimsenin duyamayacağı kadar boş bu dünya, bir çığlığım tüm zamanlara yayılıp, yankılanıyor. İçi boş bağırmalarımın, boğazımı yırtıyor yine de…
Dolu olsaydı, elbet bir duyanım olurdu, boşuna bekliyorum ya da boşuna gidiyorum. Eğer olsaydı “o”, elbet karşılaşırdık. Aynalar utandıkça, cesurlaşıyorum karşısında. Kırık hepsi, kırıklığından utanıyorlar. Her kırıkta biraz daha çoğalıyorum, hücrelerim dağılıyor her parçaya, şimdi paramparçayım. Fotoğraflar kadar güzel gösteremeyen aynalar, kimin gözleri suçlu, kim daha kırık? Ben kırılmasam, beni kırık gösterebilir misin? Yoksa güzel gösteremediğin için biraz daha mı kırarsın?
Senin de canın acıyor mu kırıklardan ve herkese başka görünmekten? Tüm kırıklara hikâyeler uydurup, hepsini yüzlere yansıtmaktan yoruluyor musun? Ben yoruluyorum, o yüzden hiçbir aynayı ezberlemeden gidiyorum.
Yürüyormuş gibi yapıp, koşarak uzaklaşıyorum, yürüdüğüm sokakların içimdekilerle uzaktan yakından ilgisi yok ama uzaklaşıyorum, içimdekilerden uzaklaşamayacağımı bilerek…
Bir hayal daha kırıldığında diğer tüm kırıklar
Ayaklanır
Hayalet olup, saldırırlar...
Yirmi Sekiz Şubat İki Bin On Dört 14 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Biraz cam kırığı, biraz yüz. Sızılardan biraz da. Sonrası, kim bilir? Tebrikle hoş yazıya.
Kıpkırmızı
Selamlar,