- 1091 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sızıntı
Ruhuma anestezi!
Ruhun hissetmediği acıyı beden hissetmez. Ruhum uyuştu, gölgem yorgun taşların üzerine devrildi. Hayal mi gerçek mi bilmiyorum ama her şeye o kadar uzaklaşıyorum ki bazen, işte hep bu uyumalardan…
Uyuşamamaktan!
Ağrılara anestezi!
Kanamadan önce, yapılmalı, yoksa tüm kırmızılığım gider. Yüreğimi uyuşturun. Sesimi susturun, gerisinin bir önemi kalmayacaktır.
Sızlıyorum, ince bir sızıyla ve uzunca bir zamandır.
Duygularım acıyor, onlar az acısa da çok yıpranıyorum. Günleri bölemiyorum, hepsi aynı upuzun bir gün gibi. Geceler dağılıyor, toplayamıyorum. Odam kadar karışık karanlık, adını koyamıyorum hiçbir gecenin. Ertesi gün yeniden güneş doğması o günün o isme ait olduğunu ve devamında diğer günlerin isimlerine göre dizileceği anlamına gelmiyor. Renkleri karıştırmadan görebilmem için biraz daha iyi görmeli gözlerim. Yürek gözüyle bakanlar ortalığı ya dağınık görür ya da puslu. Nem fazla, eksikliği anlatmaya çalıştıkça çoğalıyor eksikler. Anlatmakla da geçmiyor, abartıdan uzak akşamlar yaşıyoruz hayalinle…
İçimdeki sızıntı burada başlıyor.
Doğru zamanlarda
Yanlış cümleler kurdum
Belki de hepimiz bu yüzden terk edildik.
Çok konuştum içime, çok ağladım, daha fazla güldüm ama en çok yalnızdım. Sesim kendi içimde yankılanmasa yalnızlığı kabul edemezdim. Ama ben sarıldım ona, sımsıkı… Her gün geceyi bekledim, az da olsa rüyamda seni görebilmek için.
Öldüren acılardan korkmuyorum, ölüme götüren şeyleri daha çok seviyorum. Öldürücü acılar fazla sızlatmaz ama öldürmeyen şeylerin, bitmeyen acısı vardır, dinmeyen, geçmeyen. Hep bizimle yaşıyormuş gibi her an hissettirir kendini o acılar. Bu yüzden öldürmeyen acılardan korkarım ben. Ölüme götürebilecek birine rahatlıkla elimi verebilirim, ama herkes sanki süründürmek için tutuyor elimi. Ölümle, elim yer değiştiriyor…
Hepimiz birer hatayız ve az çok hata yapmak için geldik buraya ama hatalarımızı yüze vurmak için değil.
Bol vitamin yiyorum, tek eksiğim biraz kırmızı. Dudaklarımla aynı renk bir dünya düşünüyorum, fazla abartılı geliyor. Kırmızı saklanmayı sever, saklanacak yer yok, içime saklanmak istiyorum, daha geniş bir yer bilmiyorum. Tüm harfler hatalarımı yüzüme vuruyor, ben doğru konuşmaya çalıştıkça, yalnız kelimeler dökülüyor dudaklarımdan. Ya ellerim? Biraz daha doğru yazabilir miyim? Mesela ölümü? Ölmeden anlatabilir miyim? Biraz yaşamak gerek ölümü, az ölmek gerek, çok yalnız olmak gerek, en az günde bir kere yanlış yola gitmek gerek, doğruyu bulabilmek için. Ellerim, belki daha önce yavaşça hissizleşerek öldü. Yazabildikleri kadar ölü ve yazdıkça yaşıyor kelimeler…
Düzmece bir dünyanın içinde, sıraya girmişti günler. Hayaller gerçekler kadar düzmece değildi, dizilmemişlerdi. Hayallerimden bir seri dizebilirdim ömrümün incecik ipine. Çok hayal, az yaşamak. Hayalleri kadar yaşar insan, hayaller bittiğinde ölümü sessizce karşılar, izin verir. Verdiği şeyi sever. Susar. Konuşacak bir şey olmadığından, ses de kalmamıştır artık.
Hayallerimin ucunu denize bağladım, biraz daha sonsuz olmak için. Şimdi mavi rüyalar görüyorum. Kimisi buna düş diyor, kimisi yalan diyor. Düşmekten iyidir düşler, düştükçe ağırlık yapan bir hafifliğim var yeryüzünde.
Ayaklarımı en yüksek gerilimli bir elektrik direğine bağladım, ellerimi gökyüzüne bıraktım. Şimdi bir anestezi gerek duygularıma, biraz sarhoşluk, tüm eksiklikleri doldurma zamanı. Her çizikte biraz daha kapacak yaralarım var benim. Yarınlarım boş, henüz kullanılmadı, belki başka bir bedende yeniden yaşayabilme ihtimalleri geçiyor hafızamdan en son, bunu düşünürken uyuyorum. Niyetim, yeni bedendeki elbiselerin kirlenmemesi…
Giderken, en çok nerenle sevdiysen, orası ağrıyor, içimle sevdiğimi hatırlıyorum, içim dışıma çıkıyor. Gecenin karanlığı yüzüme vuruyor, oysa hep aydınlıklar vururdu, işte bu yüzden yakıyoruz tüm ışıkları. Deniz fenerlerini yanlış yönlendiriyorum, içimin tüm gemileri kayıp, alabora olmaktan iyidir. Bir şey olduysan, olamadığın şeyden iyidir zaten. Şükretmenin başka bir yoludur bu da…
Bileklerimden öğrendim sızmayı, delik deşik olmayı ve kızıllığı. Tan yerine benziyorum, tam yeri renk vermenin. Gölgem taşların üzerinde hareketsiz, bir kuleyi andırır gibi dimdik duruyor ayakta. Düşen her şey kendisinden fazla gölge bırakır karanlıkta, kıpırdamıyorum, daha fazla büyümek istemiyorum, daha fazla lüzumsuz yerlere değsin istemiyorum gölgem. Fren seslerine aldırmıyorum, kaderin oyuncağı olmuyorum, ben onunla oynuyorum, korkmuyorum. Duvarların asık ve soğuk suratlarına yaslanıyorum, başımı yukarı kaldırıyorum, ellerim yukarıda…
Yıldızlara bağışladım gözlerimi, ellerim hala bulut topluyor gökyüzünden, umutlu gündüzleri alıp gelmek için gidiyorum geceye. Yeni doğanlar sancılıdır hep, yeniden doğanların daha büyük sancısı bendeki, sızıntılarım var. Bir yağmurla üzerini ıslatacak kadar. Sokaklardan geçmeye korkuyorum, yalnız ıslanmak daha çok ıslatır içimi. Yalnızlıktan değil, yalnız ıslanmaktan korkuyorum, ıslanınca yalnız kuruyamıyorum bir de üşümek var bunun sonrasında. Elbiselerin korkusu bendeki, fazla değil, bir anlık, abartı değil. Bu yüzden her parçama ayrı muamele edilsin istiyorum.
Haykırarak toplamak istiyorum tüm parçalarımı, sesim yetişmiyor gözlerime, ellerim yetişmiyor kalbime
Beni kendimden uzaklaştırmaya çalışan bir şeyler var, biliyorum. Ulaşamıyorum, gitgide uzayan yollarda, tutunma çabasındayım. Ayaklarımı kımıldatacak bir şeye ihtiyacım var, ellerime uzanabilmek için, bir çift ele belki. O zaman yürüyebilirim, ellerim tutunca ayaklarıma güç gelir, seni anlatamadığım hiçbir konuşmayı beğenmiyorum, dilimin kemiği yok ama bağlı olduğu bir yer var, kesin. Tüm azalarım birbiriyle bağlantılıyken, sızıntı neden tek bir yere akıyor?
Islanan içimde bir yer, dudaklarım susadı, kelimeler sustu.
Sızıntı varken, susamak, susamamak, gariptir. Başı, sonu sen olan bir hikâyenin içinde kayıbım, mağlup olan yok, kazanan kayıp.
Kırıklarım kaynarsa bir gün, sızıntı sızarsa dışıma, beni öldürebilen bir şey bulabilirsem eğer, seveceğim ve bu mağlubiyeti o zaman kabulleneceğim…
On Üç Şubat İki Bin On Dört 16:00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Şair Kentin Saat Kulesi ağlıyor...
Saat Kulesi sisler içinde kentin...
Yönler, sokaklar, şimdilik kayıp...
Ağzım var şişe yok...
Şişe var ağzım yok gibi...
Önceki yazılara bakınca bu yazı daha bir kendi başına buyruk diyebiliriz.
Belki de Yazarın "dedik"ini biz arayıp bulmalıyız.
Ne demişti; doğru yerde yanlış sözler söyledim.
Sanmıyorum..
Kalbinin aralık kapısından "iç"i görünüyor.
Sözcüklere ihtiyaçsız.
Çok saygımla.
Kıpkırmızı
Ne denir ki? Çok güzeldi şu bir kaç cümle bile, kendine has, sadece anlamak isteyenlerin anlayabileceği gibi...
Sonsuz teşekkürlerimle,
Kıpkırmızı
Yorulma sen, ben senin yerine de okurum...
Ben de çok öptüm, hisli yüreciğinden... :)