- 651 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Karanlık Dağ
İlk düşen karı kimse görmedi. Gecenin karanlığında sessizce süzüldü ve donmuş toprağa kondu. Bir diğeri ilk düşenin üzerine bindi, sonra bir üçüncü onlara katıldı, derken dördüncü ve diğerleri... Yığıldılar üst üste. Tepelerine çıkan, üzerilerinde yuvarlanan çocuklar olmadı. Birikti de birikti kar. Öylesine birikti ki, alttakiler üstlerindeki ağırlığa dayanamadı, arazinin de eğimli olmasıyla yavaş yavaş aşağıya doğru kaydılar. Yavaş denildiyse, gerçekten yavaş. Hani taburenize yanlarına koysanız, sonra gidip kendinize bir çay demleseniz karın kayışını farketmezdiniz. Çayı geçin, tarlaya gitseniz, gün boyu orada kalsanız, yine farketmezdiniz. Öylesine yavaş kaydı ki o karlar, yıllar aldı taburenizden uzaklaşmaları. Üç yıl sonra ancak bir kilometre uzaktaydılar. Denize doğru olan yolculukları ise yıllar, yıllar değil on yıllar, on yıllar değil yüzyıllar, yüzyıllar değil bin yıllar sürdü. On bin yıl sürdü o ilk karın bir buzulla aşağıya, denize inmesi. Kimse farketmedi.
Derler ki, yine bir geceydi, o mahşeri çatırdının koptuğunda. Gözlerin işe yaramadığı karanlıkta, kulaklar da sağır olunca ne olduğu anlaşılamadan bir dağ kendini denizin ortasında bulmuş. Kristal bir kadeh gibi kırılmış, arkasından gelen buzuldan ayrılmış, denize açılmış. Kuzey Denizi’nde yüzen buzdan bir dağdı artık o. İsmi olmamıştı. Kimsenin aklına onu bir şekilde çağırmak gelmemişti. O da kimseyi çağırmamıştı ama yine de anaç bir denizaslanı, eşliğinde iki yavrusuyla beraber, üzerinde yatıyordu. Mahşeri çatırdıyı anne deniz aslanı da duydu. İçgüdüyle kendini atıverdi suya. Dondurucu denize düşer düşmez aklına yavrularını yukarıda bıraktığı da düştü ama artık çok geçti. Yavrular yüzen dağın üzerinde kaldılar. Ana ise karaya çıktı, dağın arkasından böğürdü fakat nafile. Bir sene daha beklemesi gerekecekti yeni yavrular için. Sonradan, çok sonradan, yavruların kemiklerini bulmuşlar buzdan dağın üzerinde. Uzmanlar karar verememiş açlıktan mı, soğuktan mı öldüklerine. Kahırdandır diyen üçüncü bir grup da var, eğer kulak verirseniz.
Buzdağı şanslıydı. Arktik çizgisini geçen sadece bir tane olurdu, yüz tanenin arasından. Bizimki o sözü geçen birdi. Geride kalıp da eriyen doksan dokuz kardeşinin hatırası karşısında tevazu gösterip, şansına sevinmedi. Rüzgarı arkasına, akıntıyı altına aldı. Gün doğuşlarını seyretti, gurupta sevindi. Sevindi çünkü hava karardıkta daha az eridiğini, ömrünün uzadığını düşünüyordu. Uzadı da. Hiç yoksa dört yıl uzadı.
Bu dört yılın ilk ikisi geçtiğinde hala sahipsizce denizlerde salınıyordu. Derken bir gece, karanlıklardan bir gemi çıkageldi. Gemiye sorulursa karanlıklardan çıkıp gelen bu dağ idi. Kim haklı olursa olsun, sebepsizce bir çarpışma oldu: Yıl bin dokuz yüz on iki, aylardan Nisan, günlerden on beş. Geminin boydan boya yırtıldı bordası. Beş yaşındaki gemi, on bin yaşındaki buzdağının karşısında çaresiz kaldı. Belki de kendi kendine, sessizce ’Yerin dibine geçsem de, bu durumdan kurtulsam’ dedi. Dediyse dileği kabul olundu, gemi denizin dibine battı. Buzdağı ne çığlıkları hatırladığını söylüyor, ne de üzerine çıkıp kurtulmaya çalışanları. Gemiyi görmemiş bile. Gündoğumunu seyrederken kendi kendine ’Dünyanın bütün sabahları aynıdır; her biri sizi ölüme daha da yaklaştırır’ diye söylenmiş. Kısaca, bir gemi buzdağına çarpmış, buzdağının haberi olmamış.
YORUMLAR
’Dünyanın bütün sabahları aynıdır; her biri sizi ölüme daha da yaklaştırır’
Her zaman farkında olduğumuz basit gerçek, buzdağıyla çarpıcı bir öyküye dönüşmüş.Beğeniyle okudum.Emeğinize sağlık.Saygılarımla...
İlhan Kemal
Buzdağının hikayesi geçmişte yaşanan elim bir olayı hatırlattı.
Sizin hikayeniz ise daha farklı yaşanmış.
Ben her kar yaşışta aklıma sis yüzünden dağda yönümü kaybettiğim anı hatırlarım. Her buzdağının bir hikayesi vardır.
Güzel bir kar öyküsünü ilgiyle okudum. Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Son paragrafa kadar bir buz dağının var oluşu, yuvadan ayrılışı, tek başına okyanuslarda verdiği yaşam mücadelesine tanık olduğumuzu düşündük.Birazda animasyon-belgesel tadında geldiğini söylemeliyim.Sonrasında buz dağının tarihin en feci kazalarından birinin katili olarak akıllarımıza kazıdığımız o buz dağı olduğunu anlarız.Hikayeyi hep insanlar cephesinden dinlemişizdir.Buz dağının gözünden dinleyince ölende mi öldürende mi suç acaba çelişkisinede düşeriz ? Bizler bilim ve teknolojide istediğimiz kadar gelişsekte her geçen gün, bir yerde doğanın öfkesi karşısında kırılmaya açık ürettiğimiz en dirençli makinelerimiz, yollarımız, evlerimiz gerçeğinide hatırlattı bize öykü.Saygılar.