- 1236 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EHL-İ SÜNNETE GÖRE KABİR ZİYARETİ- ŞEFAAT VE VESİLE KONUSUNDA BİR İNCELEME.....
Geçenlerde bir çay bahçesinde arkadaşlarla sohbet ediyorduk.Konu ibadetlerimize,kıldığımız namazlara geldi.Ben namazları kılıyoruz,orucu tutuyoruz ama bunlar Allah indinde makbul oluyor mu,birde orada bunun hesabı var dedim.
Arkadaşın biri kabul olması için şartları var,helal rızıkla besleneceksin,namaz öncesi şartları yerine getireceksin,giydiğin elbise helal olacak dedi.Elbette bunlar olması gereken şartlardı.Namazın dışındaki,içindeki şartlar vardı.Zekatın duamızın kabul olması için elbette dinimizin gerekli gördüğü olmazsa olmaz şartlardı bunlar.
Dinimiz ne kadar ince dedim,namaz kılacaksın, soğukta erinmeden abdest alcaksın,sıcaklarda oruç tutacaksın on sekiz saat aç kalacaksın, onu da Yüce Rabbimiz şartına uygun değil diye kabul etmeyecek , mahşer aleminde sevapsız kalıp cehennem ateşine yuvarlanacaksın.Allahım ne çetin şeydi bu mümini muvahhid olmak ve sonunda Hakkın rızasını kazanmak...
Aklıma geldi birden eskilerde hocalardan camide duyduğum bir hikaye onu nakledeyim dedim..Hani hep anlatır hocalar.Abidin biri beş yüz yıl dünyada ibadet yapmış.
Mahşer aleminde hesaplar görülürken Allahü Teala -Kulum amelinin neticesiyle mi yoksa rahmetimle mi cennetime girmek istersin buyurmuşlar.O kulda ameline güvenerek nasıl olsa çok amelim var deyip,amellerimin sevabıyla cennete girmek isterim demiş.
Allahü zül celal Hz.Leri meleklerine tartın bu kulumun amellerini buyurmuş.Tartmış vazifeli melekler şu kadar gelmiş.Bir de bu kuluma verdiğim nimetleri hesap edin demişler.
Melekler hesap etmeye başlamışlar henüz bir sağ gözünün değerine bile yaptığı beş yüz yıllık amel karşılık gelememiş.
Kul hemen hata ettiğini anlamış ve Rabbül Aleminden tevbe istiğfarda bulunarak beni rahmetinizle yargılayıncennetinize gireyim demiş.Paçayı kurtarmış.
Bunu naklettikten sonra aklıma bir de şu geliverdi:Bir sürü sahibi Ağa başka bir Ağadan sürü alacağı zaman cömert davranırmış.Sürünün içerisindeki arık,kısır,topal koyunları hiç ayırt etmeden hepsini bir fiyattan toplu eskilerin kabalama dedikleri şekilde pazarlık eder alırlarmış.
İşte dedim biz de Peygamberin Ümmeti olarak Hz.Üstadın bağlısı olarak inşallah mahşer meydanında toptan kurtuluruz,Peygamber Efendimiz orda bizlere şefaatı uzmasını kullanır dedim.
Arkadaşın biri ona pek güvenme Hocam orda yalnız Resuullah şefaat eder,başka kimseye şefaat izni yoktur dediler.
Birden bire şaşırdım.Eskiden beri işitiriz Allahın sevgili kulları yine Allahın izniyle mahşerde hesaplar görüleceği mizanda sevdiklerine,yakınlarına şefaat edeceklerdir diye duyduğum sözler hocaların vaazları aklıma geldi.
Nasrettin Hoca merhum sevdiklerinden şu kadarına,işte yediyüz arkadaşına yardımcı olacak yani şefaat edeceklerdir diye duymuştum.
Allahın sevgilisi dediğimiz salihlerin türbelerinde onları vesile ederek ahirette ve bize şefaat edin diye dua etmez miyiz?Son günlerde bir takım tv kanallarında bazı hocaların şefaatı,kabir azabını,vesile istemeyi,kabir ziyaretinin günah olduğunu söylediklerini işitmiştim.
Bazı ehli sünnet alimleri bunları söyleyen hocaların Selefi-Vehhabi mezhebi denilen sapık itikatlar olduğunu söyler dururlardı.Bugün gelinen nokta o bir kaç hocanın tv lerde attıkları zararlı tohumlar meyvesini vermeye başlamış,halkın itikadı bozulmuştu.
Sağda solda bu tür görüşleri duymaya başlamıştık.Özellikle İlahiyatcı dediğimiz yüksek dereceli hoca prof titli bu adamlar doğruyu bilmeyecekti de camideki hoca mı bilecekti diye birde savunmaz mı adam.İyice çıldırmıştım.
***
Ehl-i Sünneti Yıkmak İslam’ı Yıkmak demektir...Türkiye’de şu anda acaba kaç çeşit Müslümanlık var?Eskiden iki çeşit vardı: Ehl-i Sünnet Müslümanları ile ehl-i bid’at. Şimdi bin çeşit desek mübalağa etmiş (abartmış) olmayız.
Ehl-i Sünnet Müslümanları acaba şu anda kimlerdir?İtikadları sahih olan ve İslam’ı dört fıkıh mezhebinden birine göre hayata uygulayan kimselerin hepsi şu anda dünyada Ehl-i Sünnettir.Ehli sünnet islamını yaşamaktadırlar.
Mezheplere lüzum yok, ben İslamı Kur’andan ve Sünnetten öğrenirim diyen mezhepsizler ve Selefîler Ehl-i Sünnet değildir. Sosyolojik kimlik kültür açısından elbette Müslümandırlar ama Ehl-i Sünnetten çıkmışlardır.
Dört mezhebi terk ve inkar edince müslümanlar arasında birlik olmaz.Tam aksine, korkunç bir tefrika, dağılma, kaos ve anarşi oluyor. Fıkha sırt dönülünce ortaya milyonla bozuk bâtıl mezhep çıkmış oluyor. Eline Kur’an tercümesi ve bir de hadîs kitabı alan cahiller ve yarı cahiller müctehid kesiliyor.
Ben dinimi Kur’an mealinden ve hadis kitaplarından öğrenirim, bana fıkıh gerekmez” diyenler bugün ehli bid’attir.Bence değil, büyük İslam alimlerinin gözünde bid’atçi ve yoldan ayrılmış olur böyleleri.
Ehl-i Sünnet Müslümanları birliği korumak için ne yapmalı diye geçenlerde sordu birisi.İslamı kendi kafalarına göre anlamaktan ve yorumlamaktan kaçınmalı, dört mezhepten birine sımsıkı bağlanmalıdır.
Yirminci asırda zuhur etmiş aktivist İslam hareketi Sünnî bir hareket değildir.Bu hareket Sünnîlik içinde bir bid’at cereyanıdır. Bugünkü kaosta, tefrikada, bölünmüşlükte onların da hayli tuzu biberi bulunmaktadır.
Sosyolojik ve kültürel açıdan Sünnî görünen bazı İslamcılar ve ilahiyatçılar, Ali Şeriatî isimli Şiîyi büyük bir Müslüman düşünür, örnek, önder, model olarak gösteriyorlar.
Ali Şeriatî, İslam Şinasî adlı kitabında “Allah (bir baskısında Hoda) yek Janus-i hakikî est” demiştir. Yâni (hâşâ) “Allah gerçek bir Janus’tur” diye yazmıştır. Bilmeyenlere söyleyelim, Janus iki çehresi olan bir Roma putudur. Allahı bir şeye benzetmek küfürdür. Bir puta benzetmek küfür üstü küfürdür.
Bugün, büyük sayıda İslamcı mezhepsiz bu adamı İslam büyüğü olarak övmekte ve kitaplarını gençlere tavsiye etmektedir. Diyanet bile, kitabevlerinde Şeriatî’nin kitaplarını satıyor…
Şayet bir kısım İslamcılar, Allahı bir puta benzeten bir kimseyi övüyorlar, kitaplarını tavsiye ediyorlarsa durum çok vahimdir.Bu zatın dünya çapında büyük bir sosyolog olduğunu söylüyorlar.Sosyoloji okumuş o kadar. Yirminci asırda yaşamış dünya çapında büyük filozoflar, düşünürler, sosyologlar listesinde onun ismi yoktur.
Türkiye’de Ehl-i Sünneti böyle azar azar yavaş yavaş sarstılar ve yıktılar.1970’li yıllarda, Afganîci Reşid Rızanın “İslamda Telfik-i Mezâhib” adlı kitabını Diyanet yayınları arasında çıkarttılar ve Sünnî surda büyük bir gedik açtılar.
Ne kadar bozuk, sapık, yıkıcı, kafa karıştırıcı cereyan, bid’at fırkası varsa o gedikten bünyemize girdi ve bugünkü anarşi meydana geldi.
Son elli yılda, Ehl-i Sünnet gereği gibi ve kadar korunabildi mi,maalesef korunamadı. Hem laiklik terörü yüzünden, hem de Sünnî geçinen bazılarının vazifelerini yapmamaları yüzünden. Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu Ezherî hocaefendi gibi yirmi büyük alim kitap ve makale yazmış, bunlar milyonlarca Müslümana ulaştırılmış, Ehl-i Sünnet Müslümanları uyarılmış olsaydı, bu kadar tahribat olmayacaktı.
Dindar geçinen birileri, din yıkılırken maalesef yan gelip yatmış, bize dokunmayan yılan bin yaşasın demişlerdir… Ehl-i Sünneti savunan merhum üstad Necip Fazıl’ı burada minnet, teşekkür ve dua ile anıyorum…
Ülkemizde İslam’ın içi boşaltılmak isteniyor.Evet dinin içi boşaltılmıştır. Önce Şeriat elden gitti, şimdi din iman gidiyor ve bizim bazı sahte dindarların, yalancı sofuların kılı bile kıpırdamıyor.
Gafiller, kâfirler, münâfıklar, dıştan Müslüman görünen Kriptolar Şeriatsız bir İslam türetmek istiyor.Halbuki Şeriatsiz İslam olmaz. Çünkü Şeriat, Kur’andan ve Sünnetten çıkartılmış dinî hükümlerin tamamına verilen isimdir.
Namaz, oruç, zekat hep Şeriattır. Ben Müslümanım ama Şeriata karşıyım diyen kimse ya cahildir, yahut haindir, her hâlükârda dinden çıkar…
Bir de Türkiyede Fazlurrahmancılık bozuk cereyanı var…Bu akıma islamî fırka sıfatını veremeyiz. Kadiyaniler gibi bağımsız bir din türetmişlerdir. Kur’andaki üç yüz küsur ayetin hükümlerinin tarihsel olduğunu, bugün geçerli olmadığı iddia ediyorlar. Bin kere yazıklar olsun ki, bu akım çok önemli bir kuruma da sızmıştır. Taqiyye ve kitman yaparak gizleniyorlar.
Dinin içinin boşaltılmasından hep bunlar sorumludurAsıl sorumlular vazifelerini yapmayan, Fırka-i Nâciye olan Ehl-i Sünneti savunmayan, bid’atçileri ve sapıkları red, cerh ve ibtal etmeyen BİLENLER’dir.Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda sorumludur.
Dinin içi bu şekilde boşaltılmaya devam edilirse, bu işin sonu nereye varır? İçi boşalan din yıkılır, bid’atçilerle birlikte Sünnîler de enkazın altında kalır, Türkiye çöker, parçalanır.
İslamı siyasete, şahsî emellerine, menfaat ve nüfuza, prestije, paraya, zengin olmaya, ün ve alkış kazanmaya, nefs-i emmarelerine alet edenlere Islahları için dua ediyoruz. Olmayacaklarsa onlardan teberri ediyoruz.. Onların bu gidişi cehennemîdir.
İslamcıların, bid’adçilerin, Selefîlerin haklı oldukları bir konu yok mudur dersek,Onların, Ehl-i Sünnete uymayan bütün itikadları, görüşleri, çare ve çözümleri, (bozuk) ictihad ve fetvaları yanlıştır. Bunların bir teki bile haklı ve doğru değildir.
Onların da söyledikleri doğrular var mıdır? Elbette vardır,bunlar Ehl-i Sünnete uygun olanlarıdır. Bir örnek vereyim: Namaz kılmak farzdır diyorlar… Bu doğrudur. Namazı, dört mezhepten birinin fıkhına göre değil, kendi kafama göre, kendim ictihad yaparak kılarım derlerse bu yanlıştır.
****
TEVESSÜL
Tevessül, vesîle edinmek demektir. Vesîle de başkasına yaklaşmaya sebep olan şeye denir. Bir kimseden, isteğini kolaylıkla elde etmek için onun sevdiği bir kimseyi araya koymak gibidir.
O aradaki kişiye “vesîle”, işini gördürmek isteyen kimsenin onu aracı koymasına da “tevessül” denir. Cenâb-ı Hakk’ın yüce dergâhına yaklaşmak için sâlihler ile tevessül edildiği gibi, sâlih ameller ile de tevessül edilir.
Allâme ibn-i Hacer-i Mekkî (rah.) der ki: “Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem ve evliyâullah ile tevessül ve onların şefaatlerini istemek câizdir.”
Allâhü Teâlâ’ya yaklaştıran amel ve tâatler, hiçbir mahlûkun ortaklığı olmadan sırf Allah için olmalıdır. Lâkin bazı amellerde Allâhü Teâlâ’nın hikmeti ve takdîr ettiği maslahattan dolayı mahlûkun vasıta kılınması ve ona teveccüh ve yönelmek lâzım gelir (Namazda Kâbe-i Muazzama’ya yöneldiğimiz gibi). Lâkin burada hakîkî maksûd ve yegâne mabûd, Allâhü Teâlâ’dır.
İmâm Sübkî (rah.) der ki: “İstiğâse, meded ve yardım talep etmektir. Bazen mededi yani yardımı, her şeyi yaratan Allâhü Teâlâ’dan istersin de ‘Allah’tan yardım istiyorum’ dersin. Allâhü Teâlâ, yardım talep olunandır, bütün yardımı ve yardımın sebeplerini yaratan odur.
Bazı kere de yardımın ulaşmasına vesile olandan yardımı istersin. Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’den meded ve yardım dilemek gibi ki yardıma nâil olmak için ondan dua etmesini istemek manasınadır.
Bu, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hayatta iken olduğu gibi vefatından sonra dahi olabilir. Peygamberimiz (s.a.v.), kendisinden yardım talep olunandır, ondan gelen yardım, sebep olmak cihetiyledir…”
Bu şekilde, Peygamber Efendimizden (s.a.v.), istedikleri şey için sebep (vesîle) ve şefaatçi olması kastedilmiştir.
Yoksa murat, istenen şeyi Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’in yaratması değildir. Zira hiçbir Müslüman, bu manayı kastetmez.
(İmâm Sübkî, Şifâü’s-Sekâm fî-Ziyâreti Hayri’l-Enâm)
İstanbul’a her gittiğimde orada yatan Sahabe-i Kiramın ve Evliullahın kabirlerini ziyaret eder onları vesile ederek şu deni dünyanın sıkıntılarından kurtarması için Rabbime dua ederim.
Her zaman orada bir yerde yazılı olan Kabir ziyareti adabı yazısı dikkatimi çeker.Neymiş yardım istiane sadece Allahtan istenirmiş ve burada yatan kuldan yardım istemek şirk yani Allaha ortak koşmakmış.
Eskilerde yoktu bu türden uyarılar yazılar.Anadoluda bu işi bütün müslümanlar bilirler.Burada yatan salih zatları vesile ederek Allahtan yardım istenir.
Nereden çıktı bütün bunlar derseniz bunlar son yıllarda ülkemize hızla sokulan ve yayılan bir takım İlahiyatcı Hocalarında başını çektiği Vehhabi-Selefi zihniyetin tezahürleridir.
Bildiğiniz gibi S.Arabistan’da İngilizlerin kurdurduğu Vehhabi Mezhebine göre kabir ziyareti şirktir.S.Arabistanda Resulullah Efendimizin kabri hariç bütün Eshab-ı Kiramın kabirleri yerle bir edilmiştir.
Afganistan’da Abd’nin kurdurduğıu Taiban neyse Arabistandaki Vehhabi zihniyyeti de aynı aykırı görüşlere sahiptir.
Kabirlerini ziyaret ettiğimiz Selef-i Salihin yani salih geçmişlerimiz olan bütün Evliyaullahın bizi götüreceği yer Hz.Allah cc.dür.Bütün Allah Dostları İla-i Kelimetüllahı yükseltmek ve yüceltmek için hayatları boyunca çalışmışlardır.
Bugün bir adam çıkıyor mezardaki bir Veliyi ziyarete gidene sen arkadaşım şirke düştün diyor.Mesela hepimiz Hacca gidiyoruz.Medine-i Münevvere’de Peygamber sav.nin Ravzasını, kabrini ziyaret için dua ettiğimizde hemen asker veya birileri geliyor Hacı haram, yasak şirk diyor.
Ne şirki yahu.Şirk Allaha ortak koşmak demektir.Biz Allaha şirk koşmuyoruz ki.Biz Peygamber sav.Efendimizin kabr-.i Şerifine haşa sümme haşa Allah İlah diye varmıyoruz ki Resulullah diye Allahın Peygamberidir diye varıyoruz.
Allahın habibi Habibullah diye varıyoruz.Ne demek Habibullah Hz. Allah onu hayatında mematında hep sevmiş kullarına da onu sevmelerini Ayet-i Kerimede emir buyurmuş.
Allahın Habibini vesile ederek yalvarıyoruz Allah cc. ye.Beni Allaha götür ya Resululah.Ben Allahtan bir şey isterim.Allah cc. benim gibi günahkarın duasını reddeder.Ama Habibini vesile edersem umulur ki kabul eder.
Resulullah sav. elini açarak Rabbim falanca oğlu falanın şu müşkilini hallet dese Allah cc. bu duayı rededer mi?Bu dünyada da böyle değil mi?
Evliyaullah ksa.yazdıkları eserlerinde ekabirden yani büyüklerden Allah dostlarından sıkıntılı anlarımızda yardım yani istimdat istemenin caiz olduğunu beyan etmişlerdir.
Mesela:Ya Bilal-i Habeşi,Ya Abdulkadir-i Geylani demek ondan yardım istemek,Onun rütbesinden,Onun ruhaniyyetinden,Onun maneviyyatından medet istemektir.Yoksa zatından ve cesedinden yardım beklemek değildir demişlerdir.
Sevdiğiniz birisini, makam sahibi birinin yanına varırken araya sokarak varınca istekleriniz kolayca kabul görmüyor mu?Maddi torpil iltimas var manevi torpil yani iltimas var.Maddi torpile yer yok İslam Dininde ama manevi iltimasa yer var.
Şefâat, âhiret günü bir kısım günahkâr müminlerin affedilmeleri ve itâatli müminlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve sâir büyük zâtların Allâhü Teâlâ’dan niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
Âhirette bütün insanlara âit muhâkeme ve muhâsebenin bir an evvel yapılması için en büyük şefâatte bulunacak zât, Peygamber Efendimizdir (s.a.v.). Onun bu şefâatine “şefâat-i uzmâ” (en büyük şefâat) denir.
Onun böylece sâhip olduğu yüksek makâma ve imtiyâza da “Makâm-ı Mahmûd” denir. Yarın mahşer âlemine gidileceği zaman herkesten evvel Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mübarek kabri açılacak ve herkesten evvel mahşere vararak bütün peygamberleri ve resulleri, livâ-i saâdeti altında toplayacaktır. Şefâate lâyık olanlar hakkında ilk şefâatçi de kendisi olacaktır.
Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz “Şefâatim, kıyâmet gününde haktır (muhakkak olacaktır). Buna inanmayanlar şefâatime nâil olamazlar.” buyurmuşlardır.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz son derece şefkatli, merhametli ve cömert olduğu için kıyâmet gününde bütün ehl-i îman için ve bilhassa kendi ümmeti için şefâatte bulunacaktır. Bunlardan bazılarının hiç cehenneme girmemeleri için, bazılarının da azablarının hafif olması veya cehennemden bir an evvel çıkması için Cenâb-ı Hak’tan af ve merhamet niyazında bulunacak ve bu niyazı kabul edilecektir.
Peygamberimizin şefâat edeceğine inanmayanlar ise bu şefâate nâil olmayacaklardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ey Enes! (Sadık) dostlarını çoğalt. Zîrâ (kıyâmet günü) sizin bazınız bazınıza şefâatçidir.” buyurmuşlardır.
İnsanın sadâkatli, fazîletli dostları kendisine dünyada yardım edebilecekleri gibi âhirette de şefâatte bulunabilirler. Artık o gibi sâlih zâtların dostluğunu kazanmak, büyük bir muvaffakiyet demektir.
***
Kabir ziyareti yapmak,vesile edinmek (Ölüden yardım istemek şirk mi.?.)
SUAL : Selefiyiz diyen necdiler, bir iş yapılırken sebebine yapışmaya, enbiyadan, evliyadan şefaat ve yardım istemeye şirk diyorlar. Bu şefaat ve yardım isteği, Allah’ın yaratıcılığını inkâr etmek midir?
CEVAP:Hâşâ öyle değildir. Bu şefaat ve yardım, Allah’ın yaratıcılığını inkâr etmek değildir. Bulut vasıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek gibidir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır.
Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir. Peygamberler sebeplere yapıştılar.
Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır.
Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allah’ı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünkü, radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allah’tır.
Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir. Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebeplere, mahluklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Ondan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir.
Müminler, (Yalnız Senden yardım isteriz)âyetini, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız sen olduğuna inanıyorum. Yalnız senden bekliyorum!) şeklinde anlarlar.
Peygamber gibi evliya da, gaybı bilmez. Allahü teâlâ bildirirse, ancak onu söyler. Evliya, yoku var; varı da yok edemez. Kimseye rızık veremez, çocuk yapamaz, hastalığı gideremez.
Bunun için hacetini bizzat Evliyadan bekleyerek, Evliyaya adak yapmak caiz olmaz.
Ancak şarta bağlı olarak evliyaya adak yapmak, kendisini, günahı çok, dua etmeye yüzünün olmadığını düşünerek, mübarek birini vesile edip, onun hürmetine Allahü teâlâya yalvarmak şeklinde olursa mahzuru olmaz.
Yine bu necdiler, “İlaç hastalığıma iyi geldi demek şirktir, Terörist çocuğu öldürdü demek de şirktir” diyorlar.
Evet öldüren de dirilten de yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki
(Ölüm zamanında insanı, Allah öldürüyor.) [Zümer 42]
Azrail öldürdü, Azrail can aldı demek de mecazidir. Öldüren, hastaya şifa veren Allah’tır. Çünkü Allahü teâlâ, (Hasta olduğum zaman ancak O bana şifa verir) buyuruyor.
(Şuara 80)
Cenab-ı Hak her şeyi sebep ile yaratıyor. İlaçsız da şifa verir ama, ilacı sebep kılıyor.Her şeyi yaratanın, şifa verenin Allahü teâlâ olduğunu bilen bir Müslümanın, (Aspirin başımın ağrısını giderdi), (Falanca falancayı öldürdü), (Azrail babamın canını aldı) veya (Doktor, hastayı iyileştirdi) demesi şirk ve günah değildir.
Bu bir mecazdır. Böyle örnekler Kur’an-ı kerimde de çoktur:(Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11]
(Körlerin gözünü açar, baras hastalığını iyi eder ve Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim.) [A. İmran 49]
Birinci âyette Allah’ın izni ile meleğin öldürdüğü, ikinci âyette de Hazret-i İsa’nın ölüyü dirilttiği bildiriliyor.
Evliya da Allah’ın izni ile kendisinden isteyene yardım ediyor. Allahü teâlânın kudretinden niye şüphe edilir ki?
Evliya, Enbiya yaratıcı değildir.
Necdi denilen kimseler, (Peygamber mucize, evliya keramet gösterir demek şirktir. Çünkü insana yaratıcılık vasfı verilmiş olur. Bunun için peygamberin veya evliyanın kabrini ziyaret edip onlardan şefaat istemek, onların hürmetine dua etmek şirktir) diyorlar. Bu zihniyetteki insanlar eshab-ı kiramın kabirlerini yıkıp yerle bir etmişlerdir.
Buhari’deki hadis-i şerifte, Beni İsrail’den gaibi bilen, keramet sahibi zatların bulunduğu ve bu ümmetten de Hazret-i Ömer’in onlar gibi keramet sahibi bir zat olduğu bildirilmektedir.
Hazret-i Âdem, çok dua etti ise de kabul olmadı. Peygamber efendimizi vesile ederek, Onun hürmeti için dua edince duası kabul oldu.
Allahü teâlâ, (Ya Âdem! Habibimin ismi ile, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı seni yaratmazdım) buyurdu. (Beyheki)
Hülasat-ül-kelam’da Resulullahı ve evliyayı vesile ederek dua etmenin caiz olduğu bildiriliyor. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace]
(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin!” desin; çünkü Allahü teâlânın, sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberani]
(Hayvanı kaçan, “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin, Allah da size acısın” desin!) [Hısn-ül hasin]
(İbrahim Peygamber gibi 40 kişi her zaman bulunur. Onların bereketiyle gökten yağmur yağar, suya kavuşulur, yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların yerine yeni biri gelmedikçe, içlerinden biri ölmez.) [Taberani]
(Çölde veya ıssız bir yerde hayvanını kaybeden kimse, “Benim için o hayvanı bulun” desin! Çünkü yeryüzünde, [sizin görmediğiniz] Allahü teâlânın öyle hazır kulları vardır ki, o hayvanı o kimse için bulup getirirler.)
[Ebu Ya’la, Taberani, İbni Sünni]
(Ebdal kırk kişidir. Bunların bereketi ile düşmana galip gelirsiniz ve belâ gelmesinden kurtulursunuz.)
[İbni Asakir]
(Her asırda iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişi olup kırkı ebdaldir. Her ülkede bulunur.) [Ebu Nuaym]
(Yeryüzünde her zaman [ebdallerden] kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir.) [Taberani]
(Dünya ebdaller sayesinde ayakta durur. Allahü teâlânın yardımı onların bereketi ile gelir.) [Taberani]
(Ebdaller, bid’at ehli değildir. Bâtıl ve günah söze dalmazlar.)
[İbni Ebiddünya]
Selefi görüşlü bazı kimseler, (Eğer Peygamberin, evliyanın yardım etmeye gücü yetseydi, Müslümanlar dünyada perişan olmazdı) diyerek Allahü teâlânın Peygambere ve evliyaya verdiği güçten şüphe ediyorlar.
Biz Allahü teâlânın gücünün sonsuz olduğundan ve Onun Peygamberlerine ve evliyasına verdiği güçlerden hiç şüphe etmiyoruz. (Allah, her şeye gücü yettiği halde, niye Müslümanlar böyle perişandır? Allah’ın gücü yetseydi, Müslümanlar perişan olmazdı) demek mi istiyorlar?
Allahü teâlânın yardım etmeyişinin de elbette sebepleri vardır. Evliyanın, Peygamberin yardım etmesi de ancak Allah’ın izni ile olur. O izin vermezse nasıl yardım edebilir? O izin verince de kim mani olabilir? Vehhabinin bu yardımı inkâr etmesinin ne önemi vardır.
Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir.
Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Âdem aleyhisselamı ana babasız yaratmış, fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların yaratılması için, ana babayı vesile kılmıştır. Âdem aleyhisselamı yarattığı gibi, bütün insanları da ana babasız yaratabilirdi. Fakat ana babayı vesile kılmıştır. Onun âdeti böyledir.
Onun için Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah’a yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruluyor. (Maide 35)
Hadika’da (Ölülerden, ruhlardan bir şeyi isterken, yani sebeplere yapışırken; bu işleri sebeplerin değil, Allahü teâlânın yaptığına inanmalı) buyuruluyor.
Sebebe yapışan kimse, dileğini Allahü teâlâdan bekliyor. Allahü teâlâdan çocuk isteyen kimsenin, sebeplere yapışması, yani evlenmesi gerekir. Evlenmeden (Ya Rabbi bana çocuk ver) denmez. Sebeplere yapışarak dua etmelidir!
EHLİ SÜNNET AKİDESİ ANCAK BİZİ KURTARIR.
" İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyurdular:
"İtikad bozukluğu -ki bu Ehl-i Sünnet itikadına muhalefettir- öldürücü zehirdir, insanı ebedi ölüme ve sonsuz azaba götürür. Amelde meydana gelecek gevşeklik ve tembelliklerin mağfiret olunması ümid edilir. Ancak itikattaki gevşekliğin bağışlanma ihtimali yoktur." (Mektubat, c.2, m. 67)
"Kurtuluş yolu fiillerde, sözlerde, itikat ve amelde Ehl-i Sünnet ve’l- Cemaat mezhebine uymaktır. -Allâhü Sübhanehû onların adedini çoğaltsın.Çünkü kurtuluşa erecek tek fırka onlardır. Diğer fırkalar ise zeval ve helâk mevkiindedir. Bunu bugün birileri bilsin veya bilmesin (hüküm budur).
Yarın herkes anlayacaktır, amma faydası olmayacaktır.
Allâh’ım ölüm bizi uyandırmadan sen bizi uyandır." (Mektubat, c. 1, m. 69)Yetmiş üç fırkadan her biri, şeriate; dine tâbî olduklarını iddia ediyorlar ve kendilerinin Fırka-i Naciye olduklarına hükmediyorlar.
"Her fırka kendi yanlarındaki ile ferahlanırlar." meâlindeki (Mü ’minûn sûresi, 53.) âyet-i kerîmesi onların hallerini doğrulamaktadır.
Fırka-i Naciye’yi diğer fırkalardan ayıran delil, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in,
"O kurtulanlar, benim ve Ashabımın yolu üzere olanlardır." Hadîs-i Şerîfi’dir.Bu mahalde, şeri’atın sahibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in zikri kâfi iken, Ashab’ın zikredilmesi, mümkündür ki:
"Benim yolum, Ashabımın yoludur ve kurtuluş, yalnız onların yoluna tâbî olmaya bağlı olduğunu bildirmek içindir." (Mektûbât, c.1, m. 80)...
Son beş yıldır bir mezhepsizlik furyası bu memlekette almış başını gidiyor.Hiç çekinmeden kamuoyunundeğerlerini ve tepkisini hesaba katmadan futursuzca dini konularda görüşler sergileniyor ve uygulamaya konuluyor.
Din Kültürü kitaplarına hak mezhepler beştir biri de Caferiliktir diye konulduğunu gözlerimle gördüm.
Bu konuda önemli olan Ehli Sünnet Ulemasının fikir ve görüşleridir.Sevgili Peygamber Efendimizin hadisi şerifleridir.
Ayeti Kerimeleri kabul edip de Hadisi şerifleri mevzudur,haşa uydurma hadis diye kabul etmeyenlerin Selefi -Vehhabi olduklarını biliyorum.Bütün bu grizgahtan sonra güvendiğim Ehli Sünnet sitelerinden birini kaynak alarak kısaca Şefaat konusunu alıntı yaparak buraya aldım.Emeği geçenlerden Allah razı olsun diyorum.
***
ŞEFAAT (YARDIM) NEDİR.?..
Şefaat kelime olarak, birinden, başkası adına bir ricada bulunma, kusurlarının bağışlanmasını dileme,
bir suçlu veya ihtiyaç sahibinin af ve iyiliğe kavuşması için diğeri tarafından vasıtalık etme,
yardım isteme manalarına gelmektedir.
İslamî ilimlerde şefaat, buna ehil olan bir zatın, Allah-u Zülcelal’den,günahkar bir mü’minin affını niyaz etmesi demektirŞefaatın hak olduğu ayet ve hadislerle sabittir. Bazı sapık fırkalar şefaatı inkar cihetine gitmişlerdir.
Halbuki Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez." (Taha; 109)Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmuştur:
"Onlar Allah’ın razı olduklarından başkasına şefaat etmezler." (Enbiya; 28)Enes radıyallahu anh’dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Her Peygamber’in ümmetine yapacağı duaları vardır. Ben, duamı ümmetime şefaat etmek için ahirete bıraktım." (Buhari, Müslim)
Ahiret gününde bütün peygamberlerin Allah’ın izniyle şefaat etmeleri haktır ve gerçektir. Şefaat demek, günahı olan mü’minlerin günahlarının affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerle Allah yanında dereceleri yüksek olanların Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri, bağışlanmalarını istemeleri demektir.
O gün peygamberler ve Allah’ın sevdiği has kulları Allah’ın izniyle, Allah’ın şefaat olunmasına rıza gösterdiği kimseler için şefaat, ederler. Buna göre şefaat günahkar mü’minler için olacaktır.
Allahın izni olmadan bir kimsenin şefaat etmesi veya Allah’ın razı olmadığı birine şefaatta bulunulması söz konusu değildir.
Zira bu konuda şöyle buyurulmuştur:
1."O’nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz." (Yunus; 3)
2."İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimmiş?" (Bakara; 253)
3.Ümmü Habibe radıyallahu anha’dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:"Benden sonra ümmetimin karşılaşacağı felaketler ve birbirlerinin kanlarını dökecekleri bana (mana aleminde gösterildi. Bu hal beni üzdü.
Daha önce geçen ümmetlerde olduğu gibi, ümmetimin başına gelecekler de Allah’ın takdiridir.
Allah’tan kıyamet gününde ümmetime şefaat etmemi istedim.
O da kabul etti." (Beyhaki)
Ebu Akil oğlu Abdurrahman radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:
"Bir heyetle Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitmek üzere çıktım. Kapısına varınca develerimizi çökerttik.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girerken dünyada en sevmediğimiz kimse o idi.
Fakat yanından çıkarken (İslamla şereflendikten sonra) yanına gelenlerin içinde onu en çok seven biz olmuştuk.
Bir ara bizden biri:"Ya Resulallah! Rabbinden Süleyman Peygamberin saltanatı gibi bir saltanat istemedin mi?" deyince güldü, daha sonra:
"Umarım ki Peygamberinize verilen Allah katında Süleyman Peygamberin saltanatından daha üstündür.
Allah gönderdiği her Peygamberin duasını kabul etti.Onlardan bir kısmı dünyada dua etti, istediği verildi. Bazıları iman etmeyen âsi kavmine beddua etti, helak oldular,
Allah benim de dileğimi kabul etti, ben ahirete bıraktım, Kıyamet günü Rabbim katında ümmetime şefaat edeceğim" (Taberani, Bezzar)
Enes radıyallahu anh’tan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde sırat köprüsünün başında durur, ümmetimin geçmesini beklerim. O sırada İsa aleyhisselam gelerek:
"Ya Muhammed! İşte bütün Peygamberler sana ricaya geldiler.
Allah’ın ümmetleri -amellerine göre- ayırıp dilediği yere göndermesini, onların mahşerin öldürücü sıkıntısından kurtarmasını istiyorlar." der.
O gün insanlar gırtlaklarına kadar tere gömülürler.Mü’minlere serin bir hava olurken kafirleri tamamen öldürücü sıkıntılar kaplar.İsa’ya:
"Ya İsa! Ben gelinceye kadar bekle!" der giderim. Arş-ı Alâ’nın altına varınca hiç bir meleğin ve hiçbir Peygamberin görmediği şeylerle karşılaşırım.O sırada Allah Cibril’e vahy ederek (emir vererek):
"Git Muhammed’e: Başını secdeden kaldır. Dilediğini iste. İstediklerine şefaat et. Şefaatın kabul olunacaktır." de buyurur.O zaman ümmetime şefaat ederim.
Önce -şefaate hak kazananlardan- her doksan dokuz kişiden bir kişiyi kurtarırım. Rabbime yalvarmaya devam ederim. Hatta Rabbim bana:Ümmetinden birgün dahi gönülden "Lâ ilâhe illallah" deyip o imanla ölenleri dahi şefaatinle cennete koy!" deyinceye kadar yerimden kalkmam.” (Ahmed bin Hanbel)
Ali bin Ebi Talib radıyallahu anh’dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden o kadar çok kimselere şefaat ederim ki, Rabbim bana: "Razı oldun mu? Ya Muhammed!" diye seslenir.
Ben de: "Evet Rabbim, razı oldum" derim." (Bezzar, Taberani)
Enes radıyallahu anh’tan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir." (Ebu Davud, Bezzar, Taberani, İbn Hıbban, Beyhaki)
***
ŞEFAAT HAKTIR..
Bütün Ehl-i sünnet alimlerine göre; peygamberlerin, seçilmiş kimselerin ve Kur’an-ı Kerim, oruç, Ka’be-i Muazzama gibi şeair-i islamın, büyük günah sahipleri için yapacakları şefaatleri haktır.El müntekat-s.135
Allah’ın lutuf ve keremiyle, ehl-i isyanın, şefaatsiz dahî mağfireti caiz olunca, şefaat sahibi bir zatın şefaatine nailiyyet halinde, Allah’ın rahmetine mazhar olunması evleviyyetle mümkündür.Şerhi akaid tercemesi s.335
Cenab-ı Hak kâfirlerin düştükleri hallerin kötülüğü ve azaplarının şiddetini beyan ederken, “Şefaat edeceklerinşefaati, onlara bir fayda vermez.”, buyurarak, şefaatin varlığına da işaret buyurur. Müddessir suresi-a-48
Çünkü şefaat sabit olmadan, ondan mahrum kalan kafirlerin, hallerinin perişanlığından bahsetmek manasız olur.Şerhi akaid tercemesi-335
Yine, “O günkü kıyama duracak, Ruh ve Melâike, saf saf. (Ne bir şefaat, ne bir talep, ne de her hangi bir maksat ile) bir kelime söyleyemezler, o kimseden başka ki, Rahman ona izin vermiş, o da doğruyu
söylemiştir.”ayet-i celilesi de şefaatin sübutunu ve onun şartlarını beyan buyurur.Nebe suresi-a.38
Peygamber Efendimiz S.A.V de, şefaat hakkında şöyle buyururlar: “Her Peygamberin müstecab bir duası vardır.Her peygamber o duayı yapmakta, acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak
kullanmak üzere sakladım.
Ona inşaAllah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır.Buhari davaat-1
Yine: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”buyururlar.Tirmizi kıyamet -12
Bazı dalalet fırkaları şefaati inkar etseler de, ehl-i sünnet indinde, -teferruat müstesna- şefaat hakkında ihtilaf olmayıp, şefaatin olacağına icma’ gibi kuvvetli bir delil mevcuttur.
Şu dikkat edilmesi icabeden bir husustur ki, bu nimete sahip olan kimseler, bu tasurruflarını çok dikkatli bir şekilde kullanırlar.
Allah’ın izni olmadan hangi kimse şefaate cüret edebilir ki! “Kimin haddi ki, Allah’ın izni olmaksızın huzur-u kibriyada şefaat edebilsin.”Ayet-i kerimesi buna delalet eder. Bakara suresi -35
***
Allah dilerse, şefaat kapısı açılır ve şefaate mezun olanlar, kendi dilediklerine değil, yine Allah’ın dilediklerine şefaat ederler.Hak dini Kuran dili c.1 s-851
Bu vasatta şu sual akla gelebilir: “Mademki Allah’ın, affını dilediği kimse şefaat olunuyor, niçin Hz. Allah, affetmeyi murad ettiği kimse için, bir şefaatçiyi vasıta kılıyor?”
Ehl-i Sünnet olarak inancımız, Cenab-ı Hakk’ın her işinde bir hikmet vardır.
Şefaatin hikmeti: Şefaat edenlerin şanlarını yücelmek ve onları mükerrem kılmaktır.Nurul islam-s.287
Hadis-i şerifte şöyle beyan buyrulur: Kıyamet günü, Cenab-ı Hak, emaneti olan Kur’an-ı Kerimden Levh-ı
Mahfuza sorar. Levh-ı Mahfuz, emaneti İsrafil A.S’ma teslim ettiğini; İsrafil AS. Mikail AS; Mikail AS, Cebrail AS,
Cebrail AS da Peygamber Efendimize teslim ettiğini söyler.
Peygamber Efendimiz huzurullah’a davet edilir.
Cenab-ı Hak habibine sorar: Ya Muhammed! Cebrail’in emaneti sana ulaştı mı? Peygamber Efendimiz: “Evet,
Ya Rab! Onu ümmetime tebliğ ettim.”, buyurur. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: “Çağırın ümmet-i muhammedi,
onlara emanetimden sual edeceğim.”,buyurur.
Peygamber Efendimiz: “Ya Rab! Ümmetim zayıf kimselerdir.
Senin huzuruna çıkmaya güç yetiremezler. Cenab-ı Hak: “Ey habibim! Onları getirmen lazım.’, buyurunca
Peygamber Efendimiz: “Bana izin ver Ya Rab! Adem AS gideyim.”. İzin verilir ve Peygamber Efendimiz Adem AS
yanına giderek şöyle buyurur: “Ya Adem! Sen beşerin babası, ben ise nebisiyim. Onlara bir sıkıntı isabet ederse,
her ikimiz de üzülürüz. Sen ümmetimin günahlarının yarısını, ben de yarısını yükleneyim de, ümmetimin hepsi
sualden kurtulsun.”
Adem AS şöyle buyurur: “Ya Muhammed! Ben kendi nefsim ile meşgulüm. Buna güç
yetiremem.” Peygamber Efendimiz bu cevabı alınca, üzgün bir şekilde Adem AS’ın yanından ayrılır ve Arş-ı
a’lanın altına gelip, orada secdeye kapanarak, ağlamaya başlar.
Bu ağlama esnasında, Cenab-ı Hakka şöyle yalvarır:
“Ya Rab! Ben, senden ne nefsimi, ne kızım Fatıma’yı, ne de torunların Hasan ve Hüseyni istiyorum.
Senden ümmetimi istiyorum, Ya Rab! Onları bağışla.”
Bu iltica üzerine Cenab-ı Hak habibine seslenerek:
“Kaldır başını Ey Habibim! Ümmetini affettim ve onları sana verdim.”, buyururlar. İşte “Ve ileride Rabbın sana
atâ edecek, öyle atâ edecek ki rızaya ereceksin.” Ayet-i celilesi bunu müjdeler.Duha suresi-5
Peygamber Efendimiz S.A.V en büyük şefaatin sahibidir. İrşad ve Tasarruf sahibi olan varisleri de, bu şefaate
veraseten sahip olup, milyarlarca ümmete şefaat edeceklerdir. Ayet-i Kerime, hadis-i şerif ve icma ile sabit olan
şefaati inkar etmek, dünya ve ahiret husranını muciptir.
***
ŞEFAATIN KISIMLARI...
Beş kısım şefaat vardır:
1.Birincisi, insanları haşir meydanından kurtarmak içindir.
Bu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hastır.
2.İkincisi, insanların hesapsız olarak cennete girmesi içindir.
Bu da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hastır.
3.Üçüncüsü, ateş kendilerine vacip olmuş kişilere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve
Allah-u Zülcelal’in istediği evliyalar şefaat yaparak onları ateşten kurtaracaktır.
4.Dördüncüsü, cennet ehline derecelerinin daha yükselmesi için şefaat vardır.
5.Beşincisi, günahkarlardan ateşe girmiş olanlar için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,
diğer Peygamberler, melaikeler ve onların mü’min kardeşleri onlara şefaat edip,
cehennem ateşinden çıkaracaklardır.
Sonra Allah-u Zülcelal tek bir kelime-i tevhid söyleyen kulları şefaatsiz olarak cehennemden çıkaracak yalnız
kafirler cehennemde kalacaktır.
Bu yazdığımız ayet ve hadisler şefaatın hak olduğuna dair apaçık delillerdir.
***
RESULULLAH EFENDİMİZİN ŞEFAATİ...
’Resûlullâh Efendimizden (s.a.v.) şefâatini istemek peygamberlerin ve selef-i sâlihînin sünnetidir. Resûlullâh
Efendimizin (s.a.v.) dünyâyı şereflendirmesinden önce, dünyâyı şereflendirmesinden sonra, berzâh hayâtında
(âhirete irtihâlinden kıyâmete kadar) ve âhirette ondan şefâat talep edilmiştir, edilmektedir ve edilecektir.
Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) dünyâyı şereflendirmesinden önce şefâati:
Hz. Âdem aleyhisselâm, Cennet’te yasaklanan şeyi unutarak yedikten sonra yeryüzüne indirilince:
“Yâ Rabbi, senden Muhammed sallallâhü aleyhi vesellemin hakkı için beni bağışlamanı istiyorum” diye duâ etti. Allâhü Teâlâ:
“Yâ Âdem, (henüz yaratmadığım hâlde) Muhammed’i sen nasıl bildin” buyurdu. Hz. Âdem:
“Yâ Rabbi, sen beni kudretinle yaratıp bana ruh verdiğinde başımı kaldırdım. Arş-ı a‘lâ’nın direklerinde “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resûlullâh” yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen isminin yanına ancak mahlûkâtından sana en sevgili olanın ismini koyarsın.” Allâhü Teâlâ buyurdu:
“Doğru söyledin yâ Âdem, muhakkak o mahlûkâtımdan; melekler insanlar ve cinlerden bana en sevimlisidir. Sen onun hakkı için benden bağışlanmanı istedin. Seni mağfiret eyledim. Eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım. O senin zürriyetinden gelen peygamberlerin sonuncusudur.”
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Cebrâîl aleyhisselâm bana geldi ve dedi ki:
‘Allâhü Teâlâ buyurdu ki:
Yâ Muhammed, eğer sen olmasaydın cenneti yaratmazdım. Eğer sen olmasaydın cehennemi yaratmazdım.”
(Ed-Dürrü’l-Munazzam, M. Mazhar en-Nakşibendî k.s.)
***
"Şefaatle ilgili ayetlere bakalım; inkâr ve itirazcıların delil olarak öne sürdükleri ayetler ile Ehl-i Sünnet’in onlara verdikleri cevapları ele alalım.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ümmeti içindeki günahkârlara şefaati
Bu meselenin hak olduğu sahâbe, tâbiîn, dört imam ve Ehl-i Sünnet’ten diğer âlimlerce de ittifak edilen bir husustur. Ancak Hâricîler ve Mu’tezile ile Zeydîler gibi bid’at fırkalarının pek çoğu bunu inkâr etmiştir. Onlar diyorlar ki:
Kim Cehennem’e girerse, ne bir şefaatle, ne de başka bir sebeple ondan çıkamaz. Onlara göre, Cennet’e giren Cehennem’e girmeyecek, Cehennem’e giren de Cennet’e girmeyecektir. Kezâ onların nazarında aynı şahısta hem sevap, hem de günah olmaz.
Ancak sahâbe, tâbiîn, eimme-i erbaa ve diğerleri gibi öteki müçtehitler, Allah Teala dilediğine azap çektirdikten sonra bir topluluğun kimileri Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şefaatiyle, kimileri başkalarının şefaatiyle, kimileri de şefaat olmaksızın Cehennem’den çıkarılacağını belirten mütevatir hadisleri kabul eder ve öylece inanırlar.
Şefaati inkâr edenler şu âyetleri delil getirirler:
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz”.[Bakara suresi, 48]
“Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.” [Bakara suresi, 123]
“Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.” [Bakara suresi, 254]
“Yaklaşmakta olan o felaket (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zalimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.” [Mü’min suresi, 18]
“Artık şefaat edicilerin hiçbir şefaati onlara fayda vermeyecek.” [Müddessir suresi, 48]
***
Ehl-i Sünnet’in inkârcılara cevabı..
Yukardaki âyetlerle şefaat hakkında önemli iki husus belirtilmiş, onlara dikkat çekilmiştir. Şöyle ki:
1) Şefaatin müşriklere faydasının olmayacağı... Nitekim Allah Teala onların ahiretteki bu hallerini tasvir ederken şöyle buyurmaktadır:
"(Cennetlikler Cehennemliklere sorarlar:) Nedir sizi Sekar’a (yakıcı ateşe, Cehennem’e) sokan? diye. Mücrimler derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik.Yoksula da yedirmezdik. Bâtıla / boş şeylere dalanlarla dalar giderdik. Ceza gününü yalanlardık. Nihayet bize ölüm gelip çattı. Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.” [Müddessir suresi, 42-48]
İşte bu kimselere o gün, inkârları yüzünden şefaatçilerin şefaati fayda vermez. Çünkü onlar kâfir idiler. Ayrıca iman götürüp Cennet’e girseler dahi şefaate nail olamazlar, zira şefaate inanmamışlardı…
2) Bu âyetlerle ayrıca; müşrikler, Ehl-i Kitab ve Müslümanlar içinde Allah’ın izni olmaksızın yaratıkların şefaat edebileceğini sananlara, bu bâtıl inançta olan bid’at ehlinin ileri sürdükleri şefaat düşüncesi reddedilmektedir. Onlar sanıyorlar ki, Allah katındaki şefaat de, insanların, insanlar yanındaki şefaati gibidir. Kendisinden şefaat istenen kişi bunu, ya şefaat isteyenden birşeyler beklediği, ya da ondan çekindiği için kabul eder.
Yani şefaat isteyen ile kendisinden şefaat istenenin güya karşılıklı çıkarları söz konusu olduğunu zannediyorlar. Müşrikler, Allah’tan ayrı olarak (Onun izni olmadan) meleklerden, peygamberlerden ve sâlihlerden bazılarını şefaatçiler ediniyorlardı. Onların heykellerini yapıyor, o heykellerden şefaat diliyor ve şöyle diyorlardı:
‘Bunlar, Allah’ın hâs adamlarıdır. Biz, Allah’a dua ve ibadetlerle tevessül ediyoruz (onları vesile ediniyoruz) ki, bize şefaat etsinler. Tıpkı hükümdarlara, yakın çevrelerindeki hâs adamlarıyla tevessül edildiği gibi... Çünkü onlar, hükümdarlara başkalarından daha yakındırlar. Hükümdarların izni olmasa da, onlar katında şefaat ederler.
Onlardan biri, hükümdarın istemediği bir şey hakkında da şefaat edebilir. Zira hükümdarın da bunda bir çıkarı vardır. Şefaat dileyenden ya bir şeyler beklemektedir, ya da kendisine verilebileceği bir zarardan korkmaktadır.’
İşte Allah Teala, onların bu nevi şefaat inancını reddediyor ve buyuruyor ki:
“(Onun) izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir?”
[Bakara suresi, 255]
“Göklerde nice Melâike vardır da Allah dileyip râzı olduğuna izin vermezden evvel şefaatleri hiçbir şey’e yaramaz.” [Necm suresi, 26]
“(Rasûlüm!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım: ‘Hakikat şu ki, benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet edin.’ Böyle iken dediler ki: ‘Rahmân çocuk edindi.’ Allah bundan münezzehtir. Doğrusu melekler (Allah’ın çocukları değil,) ikram olunmuş kullardır.
Onlar Allah’ın sözünün önüne geçmezler, hep O’nun emriyle hareket ederler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, Allah’ın râzı / hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O’nun korkusundan titrerler.”
[Enbiyâ suresi, 25-28]
“(Rasûlam) De ki: ‘Allah’ı bırakıp da ilah saydığınız putlarınıza istediğiniz kadar yalvarın. Onların ne göklerde, ne yerde zerre kadar güçleri yetmez. Onların, bunlarda bir ortaklığı da yok. Allah’ın da onlardan bir yardımcısı yoktur.
’ Allah’ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna… Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman ‘Rabbiniz ne buyurdu?’ derler. (Şefaat sahipleri de): ‘Hakkı söyledi’ derler...” [Sebe’ suresi, 22-23]
“Allah’ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir’ diyorlar. (Rasûlüm) De ki, ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ Allah onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir.”
[Yûnus suresi, 18]
“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur’an’la inzâr et (uyar). Öyle ki, kendileri için O’nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçı vardır. Umulur ki Allah’tan korkarlar.”
[En’âm suresi, 51]
Bu mevzuda daha başka ayetler de var elbette... Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şefaat tabiri 13 defa geçmekte... Muştakları (türevleri) ile birlikte toplam sayı 32’yi bulmaktadır. Bu ayetlerde anlatılanları şöyle özetleyebiliriz:
- Allah Teala’nın izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği [2/255]…
- Bazı kişilerin ahirette şefaat isteyeceği [7/53]…
- Fakat Hz. Mevlâ’nın rızâsı olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği [21/28]…
- İnkârcı mücrimlere/günahkârlara şefaatçilerin şefaatlerinin fayda vermeyeceği [74/48]…
- Bunlara şefaat edecek kimsenin bulunmadığı [40/18]…
- Putların kendilerine (putperestlere) şefaat edemeyeceği[30/13]dir.
Hadis-i şeriflerde ise bu mesele şöyle açıklanmaktadır:
- Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şefaatçi olacağı
[Müslim, Sahih, iman, 332]…
- Kur’an’ın şefaat edeceği, [Müslim, Sahih, Müsâfirîn, 252]…
- Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) şefaatinin büyük günah sahibi olan Müslümanlara [Ebu Davud, Sünen, Sünnet, 31], samimi olarak kelime-i tevhidi söyleyenlere ait olacağı [İ. Ahmed, Müsned, 3, 307] haber verilmektedir.
Yukarda zikrettiğimiz ayetlerle, müşriklerin melekler, peygamberler ve sâlih kimseler için -Allah’ın iznine tabi olmadan mutlak manada- var olduğunu söyledikleri şefaat selahiyeti reddedilmiştir.
Müşrikler nihayet onların heykellerini de yaptılar ve heykelleriyle şefaat dilemelerinin, aslında kendileriyle şefaat dilemek anlamında olduğunu söylediler. Kezâ onların heykellerini yapıp bu şekilde taptılar... Allah ve Râsûlünün reddettiği, dolayısiyle kınadığı, işte bu bâtıl şefaat inancıdır. Yoksa Ehl-i Sünnet inancına muvafık şefaatin kendisi değildir. ’Halis Ece..
***
Ehl-i Sünnet uleması şefaatın hak olduğunda ittifak eder.
Bu mevzu üzerine Nevevî, Kâdı İyaz’dan şu açıklamayı kaydeder:
1."Ehl-i Sünnet’e göre şefaat aklen caizdir. Nakli deliller açısından da vacibtir, çünkü:
2."O gün Rahmân’ın izin verip sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez." (Tâhâ; 109) ayeti ile:
3."Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler..." (Enbiya; 28) ayeti ve emsali ayetler açık bir
surette şefaatten bahsetmektedir.
4.Ayrıca Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de pek çok hadiste şefaatten bahsetmiş, haber vermiştir.
Ahirette günahkar müslümanlar hakkında şefaatin sıhhati hususunda gelen rivayetlerin toplamı tevatür
derecesine ulaşır.
Selef-i salihin ve ondan sonra gelen ehl-i sünnet uleması bu hususta icma etmiştir.
Ancak Mutezile’den bazıları ile Hâricîler şefaati inkar etmiştir.
Onlar günahkarların cehennemde ebedî kalacakları görüşündedirler.
Bu hükme giderken:
1."Onlara şefaat edicilerin şefaati fayda vermez." (Müddessir; 48)
2."Artık zalimler için ne bir candan dost vardır, ne de sözü dinlenir bir şefaatçi…" (Mü’min; 18) gibi ayetlerle ihticac etmişlerdir.
Halbuki bu ayetler kâfirler hakkındadır.
Allahü Teala güneşin bir mızrak boyu insanlara yaklaştığı beyinlerin fokur fokur kaynadığı O günde hepimizin
yardımcısı olsun.
Resulullah O günde elimizden tutup sıratı geçerken şefaatçimiz olsun.
Eshabı Kiram,Hak dostları,üstadımız bizlere yardımcı olsun.Amin...
15.10.2013//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU+++
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.