- 655 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAK VERİLMEZ ALINIR(!)
Yaz bitmiş sonbaharın son zamanlarıydı. Bir Pamukkale gezisi için daha Side’den sabah erkenden yola koyuldum. Otel otel dolaşıp müşterileri toplayıp, Antalya’daki sabah kahvaltısı molasından sonra, yedek kaptanımızı da alarak devam edecektik.
Yol uzun olunca otobüste çift sürücü olması zorunludur. Manavgat- Side’den Pamukkaleye günü birlik bir tur olunca, çift sürücü olması kaçınılmaz. Fakat bu durum genelde sürücüler için can sıkıcıdır. Keza akşam tur dönüşü, sürücüye müşterilerin vereceği bahşişi kendi aralarında kırışmak pek işlerine gelmez. Bu nedenle de bazen sürücüler arasında hiç umulmadık kaprislerle, üzücü, kırıcı konuşmalara tanık oluruz... Kimse asıl kendi direksiyon hakimiyeti altındaki otobüsü başkasına vermek istemez. Fakat trafik kuralları gereği, sürücü dört saat sürekli araba kullandı ise dinlenmesi gerektir. İşte bu noktada, tur şirketi yetkilisi kimi yedek sürücü olarak araca görevlendirdi ise, o da beraber aynı araçta seyahat etmek ve sırası gelince araç kullanmak zorundadır.
Kahvaltı sonrası otobüse binene kadar her şey normal seyretmişti. Fakat yedek kaptana arabayı verecektik ki yedek kaptan ehliyetini saydam plastik ile kapladığı için ehliyet haznesine sığmadı. Bu durumda diğer bir araçtaki yedek sürücüyü aldık ve Burdur Çavdır’daki mola yerine kadar onun ile devam ettik. Fakat ehliyeti bir işe yaramayan sürücü bu meyanda diğer otobüste devam etti.. Çavdır’dan itibaren ilk sürücü yine Pamukkale’ye devam etti. Diğer yedek kaptanı yeniden arabamıza aldık.
Turumuzu en güzel biçimde tamamlamak, elbette gereken rehberlik hizmetini kusursuz yapabilmek için elimden geleni yapıyorum. Bazı mola yerlerinde kaptanlara ya bir paket sigara verilir ya da küçük bir para ödenmesi usuldendir.
İşte ilk cıngar İlk mola sonrası sürücüye verilen paranın paylaşımıyla patladı. Ehliyeti işe yaramayan sürücü paranın yarısının kendi hakkı olduğunu savunuyor, aracın asıl sürücü ise onun ehliyetini hiç bir işe yaramadığını, o nedenle de paranın yarısını aracı kullanan diğer sürücüye verdiğini söylüyordu.
Bu durumda üstelik telefon ile bürodaki yetkilileri arayan yedek kaptan ’ Abi siz neden beni bu adamla bu tura gönderdiniz?’ diyerek haksızlığa uğradığını anlatmaya çalışırken, küplere biniyordu. Sinir katsayısı giderek yükseliyor, diğer kaptan bana dert yanarak; ’ Abi Allah için konuşalım, bu adamın bana beş kuruşluk faydası oldu mu, ben niçin buna para vereyim?!!’ diyerek dert yanıyordu.
Elbette bu tip durumlar, benim tura ve müşterilere olan konsantrasyonumu bozmakta ve koca koca adamların meseleye kendi aralarında çözüm bulamayışları hayretle canımı iyice sıkmaktaydı. Oluruna giderek uzlaşmaları yönünde telkinlerde bulunsam da ikna etmek mümkün değildi her iki sürücüyü de. Her ikisi de fırsat buldukça bana birbirlerini şikayete gelip duruyorlardı. İşin içinde maddi çıkar ve paylaşım söz konusu olunca çelişkiler uzlaşmazlığa doğru sürükleniyordu hep, her ikisi de haksızlığa karşı kendini, kendince savunmaya devam ediyordu.
Nihayet dönüş yoluna koyulduk ve bu kez akşam yemeği için yolda duracaktık. Hava karardığı için günün bağlayıcı konuşmasını yapmış, turun seyri hakkında müşteri memnuniyetinin değerlendirilmesi ile ilgili anket formlarını da müşterilere doldurtmuştum. Bu meyanda alşılmış olduğu üzere gün içinde verilen hizmetten dolayı içine bahşiş konulan zarflar da elden elden ele dolaşmış ve müşterilerce bize ulaştırılmıştı. Ben sürücülerin hakkı olan zarfı elbette paylaşmaları için aracın asıl sürücüsüne takdim ettim. Bu sırada akşam yemeği için durduk, yemeğimizi müşteriler de biz de afiyetle yedik, fakat sürücüler arasındaki tartışma bitmedi hiç. İyi ki biz müşterilerden ayrı bir köşede oturuyoruz ve bu gürültüyü duymuyorlar.
Nasrettin hoca misali, herkes kendince haklı gibi bir durumla karşı karşıya idik. Bu sırada araçtan indiğimizde otobüsten inmeyerek hemen asıl kaptanın zarfında kaç para olduğunu saymaya başlayan ve bir süre sonra otobüsten inerek yanımız gelen yedek kaptan şunları söylüyordu:
-Dokunmadım parana hiç, aha işte hepisi orada zarfta duruyor. Ordan bana On Euro para düşse ne olur düşmese ne olur, al hepsi senin olsun!
Bu durum benim biraz ağırıma gitti ve dedim ki diğer kaptana;
-Arkadaş gün boyu beraberdiniz, arabayı kulanmanın ya da kullanmamanın ötesinde zaman olarak o da bizimle geldiği için hakkını alması gerekir.
Bu durum üstüne asıl kaptan dediki:
-Madem öyle ise git abi, al parayı, say, ne varsa sen kendin paylaştır!
Bu arada yedek kaptan usluca yanımızdan kaybolup tuvalete gitti.
Bu söz üstüne gittim, kaptanın koyduğu yerdeki zarfı alıp parayı saydım. Hayret edilecek bir durumdu. Nedenine gelince, edindiğim deneyimlere göre daha fazla bir paranın zarfta olması gerekiyordu. Keza her zaman genelde rehber ile sürücülere verilen para eşit olurdu. Çok istisnai durumlarda rehber çok özel bir şeyler yapmışsa rehberin bahşişi daha fazla olabilir. Bazı durumlarda bunun tersi de olabilir, o zaman demek ki rehber müşterileri çok kızdıracak bir davranışı aleni olarak segilemiştir. Bana verilen bahşiş keza zarftakinden çok daha fazlaydı ve böyle bir fark ilk kez bu kadar fazla idi.
Velhasıl zarfta olması gereken tahmini paranın ancak üçte biri zarfta var idi. Parayı sayınca küçük dilimi yutacak gibi oldum. Vayyy! dedim kendime kendime, ben kendimi bu kadar insancıl adil bilirim, sen herkesi kendin gibi sanmaya devam et!
Kanaatim odur ki, yedek kaptan ’Almadım’ dediği zarftan kendine hak olarak gördüğü kadarını almış, kalan az miktardaki parayı zarfta bırakmıştı!
Ha, o ara yedek kaptanın tuvalete kaybolması neyin nesi idi, günahını almıyayım, bunu çözemedim, gözümle görmeyince hakkında yorum yapmam doğru olmaz.
Şaban AKTAŞ
17.12.2013