- 829 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mizumi'nin Gözlerindeki Dünya
Şiir gibi bir geceydi o gece. Yağmur, sokakları ıslatıyordu. Penceresi açıktı Mizumi’nin. Yağmuru dinliyordu Mizumi, her bir damlasını nefes gibi çekiyordu içine… Odaya vuran sokak lambaları duvardaki bir resmi aydınlatıyordu. Biraz tozlu, biraz silik… Gözleri gülüyordu hâlâ, bakışları umut veriyordu fotoğrafın. Sarıya çalan saçları omuzlarını süslüyordu. Annesinin ölümünden dört sene geçmişti Mizumi’nin. O, hiç görmediği birine anne demişti. Doğduğu gün kararmıştı dünyâsı ve kendisine sonsuz bir gece sunulmuştu. Ama o, hiç bıkkınlık göstermedi gecelerinden. Çünkü saçlarını okşayan bir gündüzü vardı Mizumi’nin. Öyle bir gündüz ki… O kuş cıvıltılı sesi, zencefil kokusu, o pamuksu teni… Mizumi, onun kollarında dünyanın en güvenli ve en rahat salıncağındaydı sanki…
Bir şeyi görmemek, varlığını daha güçlü hissettirir. Çünkü insan, gördüklerine inanmak istemez çoğu zaman. Mizumi’nin annesine duyduğu inanç, tam da buydu.
Doğum gününde büyükanne Cho’nun hediye ettiği sallanan sandalyesinde gülümsüyordu Mizumi. Elini pencerenin dışına uzatmış, avuçlarını küçük yağmur tanelerine bırakıyordu. Her yağmur düşmesinde annesiyle sokağa çıkar ve yol boyunca ıslanıp dans eder, kahkaha atarlardı. Annesi korkardı hastalanır diye ama onun mutluluğuna da kıyamazdı. Mizumi, hayalleri kıskandıracak bir mutluluğa sahipti annesiyle.
Babası Yasuo, kızının annesiyle olan ilişkisini bölmez ve kıskançlık duymazdı hiçbir zaman. Çünkü onun yeri ayrıydı, biliyordu. Eşinin ölümüyle iki kat bir hüzne boğulmuştu Yasuo. Çünkü hem eşi, hem de Mizumi için üzülüyordu. Bir kayıp vardı ve bir ayrılık. Mizumi’ye, annesinin verdiği mutluluğu verememekten korkardı hep. Annesinin ölümünden sonra yağan ilk yağmurda babası, Mizumi’ye dışarı çıkalım demişti. Mizumi, ilk kez reddetmişti babasını. Çünkü annesiz bir yağmur, aslında onun için gökten anlamsızca düşen su taneleriydi. Babası da ısrar etmemiş, anlamıştı onu.
Dört sene sonra ilk defa yağmuru sevmişti Mizumi. Her gece annesinin sesiyle rüyasında buluşurdu. Onun kokusunu, yüzünü, saçlarını yaşıyormuşçasına hissederdi. Bir keresinde annesi, Mizumi’ye yağmuru terketmemesini, her yağmur tanesinin kendinden bir parça olduğunu söylemişti. Mizumi, rüyalarını babasına anlatmazdı, büyükanne Cho’ya anlatırdı hep. Çünkü Cho, torununun dünyasına hayranlık duyardı. Onun, mutlulukla bakan gözlerini izlemek, büyükanne Cho için hayatın en derin anlamıydı. Mizumi’nin rüyalarını can kulağıyla dinler, onların Yaratıcı tarafından kendisine verilen hediyeler olduğunu söylerdi.
Saat gece yarısını geçiyordu Kumamoto’da… Yağmur tüm âhengiyle devam ediyordu. Sokak lambaları, aydınlatıyordu odayı ve yağmur o günahsız avuçlarına sarılıyordu Mizumi’nin… Annesini buram buram hissediyordu Mizumi. Annesine sarılmış avuçlarında masal dinliyordu Mizumi, yağmurun sesiyle… Bir gün daha sona ermişti Mizumi’nin gözlerinde. Uyku onun için ihtiyaç değil, huzurun yorgunluğuydu…
Kumamoto’da gece, uykuya çekilmişti gündüzü doğurmak üzere…
Attilâ Edri
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.