- 744 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
LAİKLİK VE ATATÜRK
Cumhuriyet döneminden günümüze kadar, bir takım din adamları, Kemal Atatürk’ü dinsizlikle, ayyaşlıkla, deccal ve diktatör olmakla suçlamışlardı. Bu iftiralarla yetinmeyen dindar görünümlü cübbeli ve sakallılar, Atatürk’ün annesi için ‘Genelev Kadını’ diyerek iftiraların kapılarını ardına kadar açmışlardır. Son yapılan tarihi araştırmalar göstermiştir ki, Zübeyde Hanım; ‘Molla Zübeyde’ kimliği ile dinini yaşamıştır. Yalanları ve iftiraları İslam ile eşitleyenler; Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını, Modern Devlet anlayışını da demir parmaklıklar arkasına hapsetmiştir. Elbette bunun nedenleri; din tüccarlığı yaparak, verdikleri fetvalarla devleti ve halkı istediği yöne çeviren ‘yabancı aşağı’ din adamlarının ve siyasetçilerin bu menfaatlerinin hilafetin kaldırılmasıyla ellerinden çıkmış olmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk; Cumhuriyeti ilan ettikten sonra kokuşmuşluğun, hurafelerin ve din dışı anlayışların kaynağı olarak gördüğü tekkeleri ve zaviyeleri kapatmıştır. Kemal Atatürk; İslam Dini’nin daha iyi anlaşılabilmesi için Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin Kur’an mealini bizzat kendi bütçesinden çoğaltarak Türk Milleti’ne dağıtmıştır. Böylece İslam’ın ‘DURU’ bir hüviyete kavuşmasını sağlamıştır. Kemal Atatürk, Din ile ilgili bu olumlu çalışmaları yaparken; kılık-kıyafet devrimleriyle, hilafet saltanatına son vermesiyle, üm-metçilik anlayışından millet olma anlayışına geçmesiyle, milli bir iktisat ve dış politika izlemesiyle, Türkçe alfabeye geçmesiyle Türk Milleti’ni kendi benliğinde buluşturmayı hedeflediğini anlayabiliriz.
Mete Han (Motun) M.Ö. 200 yıllarında Türk Milleti’nin gönlünde yatan ülküsünü iktidarı döneminde birer birer hayata geçirmişti. Türk Milleti’nin ülküsü; Türk Milleti’nin birliğini sağlamak, ülkede kuvvetli bir adil yönetimi temin etmek, sonra da tüm dünya insanlığının huzurunu ve barışını sağlamaktır. Mete Han, bu önemli işlerini başardıktan sonra; devlet teşkilat yapısını önce 12 kısma sonra da 24 kısma ayırarak modern devlet anlayışının temellerini atmıştır. Devlet teşkilatını sağlam temeller üzerine kurduktan sonra ordusunu da 10’luk, 100’lük ve 1000’lik olmak üzere bölüklere-tümenlere ayırmış; ok ve yay sistemini de uzun menzilli bir seviyeye çıkartarak vuruş gücü yüksek bir ordu kurmuştur. Mete Han’ın Devlet ve disiplinli ordu teşkilat yapısı, kendisinden sonra kurulan Türk Devletlerinin ve ordu teşkilatlarının da temellerini oluşturmuştur. 57 yıllık bir ömre sığması asla mümkün olmayan işlere imza atan Kemal Atatürk’ün izlediği politikalar, Hun Hakanı Mete Han’ın izlediği politikalara benzemektedir. Evvela Kemal Atatürk, kendi yurdunda mazlum olan milletini kurtarmış ve bu bağımsızlık mücadelesiyle de komşu İslam ülkelerine ilham kaynağı olmuştur. Nerede soydaş var ise, onların dertleriyle ilgilenmiş ve çözümler üretmiştir. Ülkesini işgalcilerden temizlemiş, kapitülasyonları kaldırmış, yabancılara tahsis edilen arazileri tekrar almış ve yabancıların eline geçmiş olan tüm işletmeleri ve ticarethaneleri tekrar alarak bu vatanın asıl sahiplerine vermiştir. Türk Milleti’ni içten içe kemiren masonların misyonerlik faaliyetlerine son vermiştir. Osmanlı’dan miras kalan borçları, güçlü ekonomi programlarıyla ödemiş; böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti borçsuz bir bütçe yapmıştır. İşte öze dönüşün müspet sonuçları!
İslam ile müşerref olan Türk Milleti, İslam’ın özünden ve millet olma anlayışından koptuğu için birliğini kaybettiğini, huzursuzluğa gömüldüğünü ve Batılıların bir uydusu haline geldiğini aklı, ilmi ve ferasetiyle anlamalıdır. Yine tarihimize baktığımızda Türk Milleti’nin aklı, ülküsü ve fütuhat anlayışı ile İslam Dini’nin bayraktarı olduğunu; bu yüce dini dünyanın tüm coğrafyasına yaymanın mutluluğunu ve heyecanını yaşadığını görebiliriz. Dünyada Türkler kadar İslam Dini’ne hizmet eden bir başka Müslüman millet göstermek mümkün değildir.
Türkler, özellikle 8. yüzyılda İslam’ı anlamak ve hayatında uygulamak için aklını ve ferasetini kullanmıştır. Her önüne ge-tirileni dinin emirleri olarak kabul etmemiştir. Ancak; 11. yüzyılda başlayan Arap (Emevi) din kültürü emperyalizmi ne-ticesinde Türk Milleti, her önüne konulanı dini emirler külliyatı olarak görmüş ve ona göre amel etmiştir. Bu anlayış, Türk Milleti’nin devlet ve sosyal yaşantısında çok etkili olmuştur. Bu nedenle Türkler, millet olma bilincini kaybetmiş, ümmet çatısı altında birleştirilmiştir. Arap (Emevi) Din Kültürü emper-yalizmi ile Türklerin akılları, ferasetleri ve ülküleri karışmıştır. Bu karışıklığı Arap İslam Dünyası ziyadesiyle yaşamaktadır. Emevi Devleti, İslam Dini’ni tek eline almak, İslam’ı siyasi amaçlarına alet etmek gibi yanlış bir politika takip etmiştir. Bugün ‘Muteber Hadisler’ olarak ortaya konulan hadislerin büyük çoğunluğu Emevi Devleti döneminde uydurulan hadis-lerdir. Hadisler siyasallaştırılınca doğal olarak İslam Dini de Kur’an dışı bir din hüviyetine dönüşmüştür. Bazı din adamının belirttiğine göre 1.600.000. hadis vardır. Bu hadislerin ancak 25.000 kadarı İslam ile uyuşmaktadır. Bu korkunç rakamdan da anlaşılıyor ki; İslam Dini asılsız ve İslam ile hiçbir bağı ol-mayan uydurma hadislerin kuşatması altına girmiş ve ‘DURU’ olma halinden uzaklaşmıştır. Bu yıkım ile Türkler, derin bir akıl ve din uykusuna yatırılmış; Araplar kutsanmış, İslam Dini de Hurafeler Külliyatına dönüştürülmüştür. Bu üzücü durum, Osmanlı döneminde daha net anlaşılmaktadır. Zira Osmanlı yönetiminde bir ‘Arap Kutsallığı’ anlayışı hakim olmuştur. Osmanlı’yı oluşturan diğer milletler taltif edilmiş, övülmüş; Osmanlı Devleti’nin asli unsuru olan Türkler övülmemiş ve tal-tif edilmemiştir. Osmanlı Devlet yapısına baktığımızda sadrazamların, vezirlerin, paşaların ve Yeniçeri Ordusu’nun büyük bir bölümünün devşirme-dönme olduklarını görürüz. Bu dönemde Türklerin o makamlara gelmesi imkansız hale gelmiştir. Kemal Atatürk, Osmanlı Devlet anlayışının durumunu şu tarihi sözleriyle açıklıyor; “Bizim gençlik yıllarımızda Osmanlılık telkin ve etkileri hakimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırktaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken ‘Kavmi Necip’ deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor; memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu. Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ilk defa Manastır Askeri idadisinde öğrenci iken okuduğum ‘Ben bir Türk’üm. Dinim, cinsim uludur’ mısrasıyla başlayan manzumesinde, bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu orduya katıldığım ilk günlerde bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle okudum. Ondan sonra Türklük benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın tel-kin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duyguna kaptırmadım.” Bu sözleriyle Kemal Atatürk, Türklük ülküsüne geri dönüşün kendisinde uyandırdığı isteği dile getiriyordu.
Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 yılında Genç Cumhuriyet Devleti’ni kurduktan sonra Türk Milleti’ni tekrar özüne kavuşturacak çalışmalar yaptı. Devlet teşkilat yapısıyla 11. yüzyılın karanlı-ğında Türklüğün izlerini silen Arap (Emevi) Emperyalizmini kendi karanlığına gömerek Türk Milleti’ni ümmetçilik uyutmasından Millet olma bilincine kavuşturdu. Kemal Atatürk, milli bir devlet kurarken; 1920-1930 yılları arasında ilk iş olarak şu çalışmaları yaptı: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni, Türk Dil Kurumu’nu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurdu; tarımda ve sanayide devrimler yaptı. Kuru-lan bu milli kuruluşlarla Kemal Atatürk, Türk Milleti’ni yeniden özü ile buluşturdu. Akıl ve ilim zemininde yapılan Türkiye Cumhuriyeti Devrimleri; 20. yüzyılda şahlanıp ayağa kalkan, daime tarihe yön veren Türk Milleti’nin ulaştığı son noktadır. Bundan sonra da Kemal Atatürk’ün ilim, akıl ve fen zeminine oturttuğu Laik Devlet anlayışı her dönem kendini yenileyerek varlığını devam ettirecektir. O akıl ve feraset, bu Türk Milleti’nin genlerinde öteden beri var olan özelliklerdir. Asla yeniden ‘ümmetçilik’ gibi bir uyutmanın tutsağı olmayacaktır.
Aradan geçen doksan yıl sonrasında; siyasi otoriteler, özellik-le son dönemlerde Türk Milleti’nin hafızasıyla oynamaya çalışmaktadır. Türk Milleti’ni millet yapan özellikler yok sayılıyor, zaman zaman Türk Milleti’ni oluşturan milli ve dini değerler ayaklar altına alınıyor. Tüm bunlar din adına yapılır-ken; ister istemez dinin yeniden siyasallaştırıldığına şahit oluyoruz. Anayasadan ‘Türk’ kimliğinin ısrarla kaldırılmaya çalışılması, ‘Andımız’ şiirinin okullarımızda yasaklanması, ‘T.C’ ibarelerinin kurum ve kuruluşlardan sinsice kaldırılması, Yunus Emre’nin ‘Cennet’ şiirinin ve Arif Nihat Asya’nın ‘Bayrak’ şiirinin sansürlenerek ders kitaplarına alınması; dahası, yine ders kitaplarımızdan Atatürk ile ilgili bilgilerin tırpanlan-ması Türk Milleti’nin hafızasının silinmesi çalışmalarıdır. Ben öyle inanıyorum ki; bu bir küresel projedir ve bu küresel proje siyasi otoriteler marifetiyle uygulanmaktadır. Türk Milleti’nin izlerini tarih sahnesinden silmeye çalışanların, hilafeti yeniden inşa etmeye çalıştıklarını ve ‘Arap Emperyalizmi’ne yeniden merhaba demek istediklerini tahmin etmek güç olmasa gerek.
Kemal Atatürk, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken, din ile devlet işlerini birbirinden ayırmıştı. Buna sebep; öteden beri İslam Dini’nin din otoriteleri tarafından siyasi amaçlar için kullanılıyor olmasıydı. Hilafetin kaldırılmasıyla din tacirlerinin bu silahları ellerinden alındı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, modern bir hüviyete kavuştu.
Laik Devlet’in temel ilkesi ‘ÜNİTER’ olmasıdır. Yani; bölün-mesi ve parçalanması asla mümkün değildir. Teklif edilmesi dahi düşünülemez. Bugün itibariyle; siyasi otorite, bu milleti oluşturan 36 etnik unsurun olduğunu ve bu etnik unsurlara her türlü hak ve özgürlüklerin verileceğini söylemekte ve bunu gerçekleştirmek için küçük gibi görünen adımlarla büyük politikalar geliştirmektedir.
Kemal Atatürk, Anadolu’yu işgalcilerden kurtarma mücadelesi verirken, Türklerden başka milletlerin de bu mücadeleye katıldığını biliyoruz. Osmanlı Dönemi’nden beri Türklerle birlikte yaşamış olan bu etnik unsurlar, Atatürk’e omuz verirken, ileride kendilerine bir devlet beklentisi içinde değillerdi. Ayrıca Kemal Atatürk, kendisine milli mücadelede destek veren diğer milletlere de böyle bir söz vermemiştir. Atatürk’e destek veren etnik unsurlar, öteden beri olduğu gibi Türklerle birlikte, Türk Devleti’nin birer vatandaşı olarak yaşamak için bu kutlu mücadeleye destek vermişlerdi. Her Türk gibi onlarda bu ülkede rahatlıkla dini vecibelerini yerine getirebiliyor, ticaret yapabiliyor ve kendilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birer vatandaşı olarak görüyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm yasaları Türkleri bağladığı gibi onları da bağlıyordu. Kanun önünde Türk ve diğer unsurlar eşitti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sağladığı tüm imkanlardan onlarda faydalanıyordu. Vergiler Türklerden nasıl alınıyor ise diğer etnik unsurlardan da alınıyordu. Etnik unsurlar da her Türk evladı gibi vatan vazifesi yapmakla mükellef kılınıyordu. Bu durum halen böyle iken; Batı projeleriyle Türkiye bir anda kimliğini ve kıblesini değiştirmeye başladı. Türk Devleti’nde yaşayan etnik unsurlara sanki önceden bir hak vaadinde bulunulmuş gibi onlara yeniden hak ve özgürlükler verilerek Türk Milleti’nin son kalesi olan T.C. Devleti’nin bağrından 36 devletçik peydahlanarak T.C. Devleti’ne kuma yapılmak isteniyor. Sınır komşusu iki ülke bile barışı, huzuru ve güvenliği sağlayamamışken; Türki-ye’nin bağrında oluşturulacak 36 dilli, 36 bayraklı ve başlı devlet veya devletçiklerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl olacakta barış, huzur ve güven içinde varlığını ebedi sürdürecek? Bu bir yalan; bu bir Siyonist oyundur! Aman dikkat!
Milli Mücadelenin Baş Komutanı ve silah arkadaşları, Türk Milleti’ni imha anlaşması olarak gördüğü ‘Sevr Anlaşması’nı tarihin çöplüğüne atarak Türk Devleti’nin asla bölünemeyece-ğini tüm dünyaya ilan etmişti. İşte o ‘Sevr Ruhu’ yeniden hortlatılıyor; çeşitli projelerle siyasi otoriteler üzerinden Türk Devleti ve Milleti paramparça edilmeye çalışılıyor.
Türk Milleti, aklı ve ferasetiyle Osmanlı’nın yıkılmasına neden olan küresel tuzağın bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti için kurulduğunu fark edecek ve bu Siyonist oyunu mutlaka bozmayı başaracaktır.
04.11.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.