8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1065
Okunma
Önceki gün bir rüya gördüm. Büyükçe bir kapı önüne millet yığılmış. İçeri girmek istiyor.
Ben de girmek isteyenlerin arasındayım. Çok güzel tarihi eserler sergilenecekmiş. Güçlükle
kapıdan girip, merdivenlerden çıkıyorum. Sonunda geniş,ortada boydan boya kurulu büyük
bir masa bulunan, çevresinde pek çok insanın oturduğu odada masanın çevresinde oturur
buluyorum kendimi. İlk dikkatimi çeken karşımda oturan kişi oluyor. Ne kadar da Atatürk’e
benziyor diyorum kendi kendime. Yanındaki ve karşısındaki insanlarla konuşuyor. Sonunda
onu masanın üstünde çıplak ayak yürürken görüyorum. Bakıyorum, benim ayaklarımda da
bir şey yok. Çıplak ayağım.. Rüya böyle..
Uyanınca düşündüm. Gerçekten o gördüğüm kişi benzemekle kalmıyordu; Atatürk’tü. Onun
o kişilerle saygılı konuşması, ses tonuyla kendisiydi.
Rüya yorumlamayı severim. Hemen yorumladım. Ben dahil onun düşünceleri çevresinde
toplananlar sonunda yine Kurtuluş savaşı ve sonrasında olduğu gibi, onun etrafında birlik
olup toplanacağız. Onun çıplak ayaklı masanın üstünde olması onun yukarlarda, yani önder
olduğunu gösterir. Çıplak ayak sıkıntılardan kurtulacağımızı belirtir.
Cumhuriyet bayramından bir gün önce bu rüyayı görmem doğaldı belki. İçimde yine kuşku
vardı. Yönetimin bu güzel bayramı ve coşkusunu engeller diye. Başımızda olanlardan biri
hastalanır diğeri adını zor söyleyebildiğimiz bir Afrika ülkesine gidebilirdi.
Ben bu arada Marmaray’ı unutmuşum. Halka bayramı unutturacak başka gösteriler gerekti.
Keşke söylenildiği ve sunulduğu gibi olsa, kim alkışlamazki.. Bu konuda yapılan eksiklikler olduğunu duydum, Konunun uzmanlarından. Diliyorum düzeltirler. Yoksa kimse böylesine
içinde kuşkular barındıran bir trene binmek istemez.
Devlet yetkilileri, başları Marmaray açılma törenindeyken millet te kendi açılımını yapmak
için yurdun her köşesinde özellikle büyük kentlerimizde bir araya gelerek Cumhuriyetimize
sahip çıktı. Yaşlı genç demeden büyük bir çoğunluk meydanlardaydı. Ne kadar İstanbul’da
İstiklâl’e sokulmak istenmeyip, yine tomaları ve belediye otobüsleri içine doldurdukları
çelik güçleriyle "Düşman haklamaya gider gibi." milletin coşkusuna ve bildirilerine engel
olmak isteseler de bunu başaramadılar. Millet bir yolunu bulup yine her yönden çıktı İstiklâl’e.
Ben de Ankara’da Tandoğan’da toplananlar arasında olmak, o coşku ve karşı duruşumu belirtmek istedim. Ne yazık ki kafa dengi bir arkadaşım yok. Yalnız gitmek zorundaydım.
Oysa duygu ve düşüncelerini paylaşacağın bir dost ve arkadaş böyle günlerde ne kadar aranıyor.
Geçen yıl yeğenim Jülidey’le gitmiştik.Bir gün önce söyledim, hiç gönüllü değildi.Geçen yıl
ben de onunla gittiğime nerdeyse pişman olmuştum. Öylesine çok konuşuyor ki, yanımda yürüyen kişlere açıklama yapmak zorunda kalıyordum. Çok konuşan boş konuşur. Onlara uğradım yine de giderken, ben gidiyorum Jülide gelmek ister misin diye. Öyle bahaneler
saydı ki,eve ekmek su alınacakmış, çiçeklerin toprağı değiştirilecekmiş. Böyle akrabalarım
var ne yazıkki. Bana Deniz’in telefon numarasını yaz dedim. Deniz erkek kardeşimin oğlu..
Ankara’ya Çubuk otobüsünde tıkış tıkış ve sorunlu bir yolculuğun sonunda indim. Hemen Deniz’i aradım. O beni üzmeden geliyorum dedi. O da aslında gelmek istiyormuş ama bir arkadaş bulamamış. Ülkücü arkadaşlarının tutumundan yakındı.
Biz Tandoğan’a geldiğimizde henüz kalabalık tümüyle dağılmamıştı. Tanıyamadığım bir bayan kadınların Cumhuriyette’ki konumunu anlatıyordu.Zaman geç olduğu için Anıtkabir’e
doğru yürüyüşümüzü sürdürdük.
Yolda herkes ellerinde bayrakları, ellerinden tuttukları çocuklarıyla yürüyordu. Yaşlı karı
kocalar, bir başına elinde bayrakla yürüyen bir kadın, yine seksen beş yaşında bayrağıyla
yürüyen bir adam. Yeğenime fotoğraflarını çektirdim.
Aslanlı yolu kalabalıkla geçip Anıt Kabir’e geldiğimizde gerçek kalabalığı gördük. Adeta üstüste yürüyordu millet. Bu arada bir alkış koptu. Bir gelinle damat herkesin indiği yönde
Anıt Kabir’e çıkıyorlardı. Onlara alkışlarla yol açıldı. Yine içerden kalabalıktaki alkış sesleri
duyuluyordu. Onlara öncelik verildiği için, çabuk çıktılar.
Böyle durağan bir şey olmamış gibi anlatıyorum. Sloganlar Anıt Kabir’in içinden, dışından sürekli yükseliyor. Biz de katılıyoruz. Andımız okunuyor. "Ne mutlu Türküm diyene" sesleri kalabalığı coşturuyor. Özellikle tam bağımsızlık vurgusu yapılıyor.
Zor bir uğraştan sonra Atatürk’ün huzuruna geliyoruz. İçimden üç gulhüvallahü bir Fatiha
okuyup Atatürk’ün temiz ruhuna gönderiyorum. Yanımdaki gencin de okuyup elini yüzüne
sürdüğünü görüyorum.
Çıkarken huzurluyum. En azından gelip Atatürk’ onun ve devrimlerinin yalnız olmadığını bu
milletin öyle kolay yıkılamayacağını, yine onun önderliğinde, gerekirse savaşarak bağımsızlığını koruyacağına emindim. Her Türk bir Atatürk olurdu biliyorum. Ve bu güç
tarihte kendini kanıtlamıştır.
30. 10. 2013 / Nazik Gülünay