- 564 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bayram Bayramdır
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bayramlarda hepimizin duymaya, ya da söylemeye alışkın olduğumuz bazı sözler vardır.
“Nerede o eski bayramlar” “ Hey gidi günler hey...!”
Bir çoğumuz, eski bayramların neşesini huzurunu ararız, belki çocukluğun verdiği bir heyecan ve neşeydi, o nedenle aynı tadı alamıyoruz diye düşünürüz.
Fakat şimdiki çocuklara bakınca, onların neşesi, sevinci de bizim çocukluğumuza oranla daha az gibi.
Acaba ne oldu o, eski bayramlara?
Düşünüyorum da bayramlar değişmiş olamaz, çünkü bir yıl, eskiden de üç yüz altmış beş gündü, şimdide öyle. Güneş eskiden de doğudan doğar, batıdan batardı. Şimdi de öyle.
Öyleyse ne günler değişti, ne bayramlar.
Demek değişen yalnız bizleriz, ya bizi kim değiştirdi?
Değişen yok olan birçok değerlerimiz gibi, bayramlarda modanın ve paranın kurbanı oluyor dersem, abartmış olmam bence.
Neden mi?
Mesela; eskiden eli öpülesi, ton ton dedeler, beyaz tülbentli, nur yüzlü nineler daha fazlaydı. Elbet şimdide var ama eskiye oranla daha az. Vefat edenlere, Allah rahmet eylesin, kalanlara sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler versin İnşallah.
Demek istediğim, şimdi çoğumuzun onlar gibi dede, nine olmaya niyeti yok.
Moda illeti, tıp dünyasını, kozmetik dünyasını, emrimize verdi. Bizde modanın direktifi, tıp ve kozmetik dünyasının yardımı ile, nasıl olduğumuzdan daha genç görünürüz, doksan altmış doksan fiziğe nasıl ulaşırız, en beğenilen artise, mankene nasıl benzeriz, hayatımız boyunca bulamadığımız o büyük aşkı nasıl buluruz, derdine düştük ve böylece nur yüzlü nine, ak sakallı dede olacak kimse kalmadı. Otuz yaşındaki, yirmi yaşında, ellisinde olan otuzbeş, elliden sonraysa ne hikmetse hep elli yaşındayız.
Ancak sekseni doksanı devirince sağlık elden iyice gidince dede, nine olma sırası bize geldiğini anlarız belki.
Sanırım o zamanda ya huzur evini boylarız ya da, kapımızı çalacak bir torun bir evlat bulamayız.
Canım, dede/ nine olmanın nesi var, neden yaşlanmaya karşı bu kadar savunmaya geçiyoruz ki.
Sonra eskiden, insanlar mukaddes bildiği şeylere gerçekten saygı duyarlardı.
Çocukluğumda yine Mübarek Ramazan ayı, yaz ayına denk gelmişti.
O zaman sıcağa ve tarlada çalışmalarına rağmen insanların çoğu, oruç tutardı. Tutamayan da, Ramazan ayına ve oruçlulara saygıdan, ulu orta yeyip içmezlerdi.
İşte o samimi inançla yapılan ibadetlerden, oruç için çekilen zahmetten sonra bayramlarda bayram olurdu.
Zaten her şeyde böyle değil midir, emekten sonra gelen ödülün, nimetin tadı daha iyi anlaşılmaz mı?
Sonra Kurban Bayramı, büyüklerimiz, Kurban Bayramı yaklaştıkça ibadetleri sıklaştırır, özellikle zilhiccenin son on günü yani bayram öncesindeki son on gün ibadetlere ayrı bir önem verilirdi. Bayramın yaklaştığına dair bir manevi hava oluşurdu. Hazreti İbrahim’e, İsmail’i kurban etmesin diye, koçun melekler aracılığı ile getirilişi defalarca hikaye edilir, anlatılırdı.
Şimdiki çocukların çoğu, kurban fiyatları, pahalılık, sokaklarda firar etmiş kurban kovalamacasından başka bir şey duyamıyorlar.
Birde bunlara manşetlerde, ünlülerin kurban kesilmesini vahşet gibi gösteren sözleri, horozda kurban olur mu tartışmaları eklenince, kendi cahilliğimizle bayram sevinçlerine gölge düşürüyoruz.
Sonunda bayram ziyaretleri, bayram tatilleri oluyor, çekirdek aileler bile kırılıyor, sen kendi ailene git, bende kendi aileme demeye de başladık.
Sorun nerede neden bayramların tadı kalmadı diye düşünürken, aklıma şu misal geldi.
Bir belgeselde gördüğüm ibretlik bir olay, Hintlilerdi galiba, hani sokaklarda kaval çalarak yılanı dans ettirirler. İşte, belgeselde bu dansı yapan yılanların nasıl yakalandıklarını izlemiştim.
Yılan avcısı kayalık kurak bir bölgede yılan avına çıkmıştı, yılanı yakalayıp eğitimden geçirecek ve sokaklarda dans ettirecekmiş.
Avcı istediği gibi bir yılan görünce gizlice takibe başladı, yılan bir kaya çatlağının içine girdi. Avcının elinde, sopası ve yerinden çıkınca yılanı hemen yakalayabileceği gereçleri, hazır bulunuyordu.
Hava oldukça sıcakmış ve gölgelenecek bir yer olmamasına rağmen, avcı elindeki sopa ile yılanı taciz edip saklandığı yerden çıkarmadı.
Dört/beş saat o sıcakta yılanın kendi kendine çıkmasını bekledi. Tabi bunu sunucu anlatıyor.
Avcının bekleme sebebi şuymuş; Eğer yılanı korkutup, taciz edip, güvenli bölgesinden çıkartırsa, yılanın onuru zedelenir, kendi kendine olan güveni sarsılırmış. Yılan kendini kusurlu sanırmış.
Yani o bir kobraymış ve kaval çalınca başını korkusuzca kaldırması onu seyredenleri etkilemesi gerekirmiş. Avcı yılanın onurunu kırmak istememiş, çünkü onuruyla oynanmış bir canlı
Kendinden beklenen davranışı yapamazmış böylece avcının işine de yaramazmış.
Bu ibretlik öykü, bana bayramlarımızın tadının neden kaçtığını anımsattı.
Maalesef bir yılana gösterilen hassasiyet bize gösterilmedi. Bizi, güvenli bölgemizden yani imanımızdan ite çeke çıkardılar, uzun yıllar itilip kakılınca bizde kendimizi kusurlu sandık.
Sonra; Recep’e (ivedik) Şaban’a (inek) dedik, Ramazan zaten (emir eri) birde yüce Allah’ın Gaffur ismine (bir komik tip bulup güldük) Eh! Ağlanacak hallerimize gülersek, Allah’ta bayramlarda ağlamamız için bize çok neden verir.
Bırakın artık insanların onuru, benliği ile uğraşmayın, herkese itibarı, iade ediliyor. Buna itiraz değil, destek verin. Kendi benliğini yitirmiş canlılarda, insanlarda kimsenin işine yaramaz, ne sağın, ne solun, ne Kürt’ün, ne Türk’ün.
Sayın BDP’li vekiller siz diyorsunuz ki, fakirimiz özel okul açamaz, zenginimiz böyle bir şeye ihtiyaç duymaz, ya da gerek görmez.
Peki o fakir insanları, en ağır en modern silahlarla donatan, terörü besleyen zenginler hani, nerde? Onların derdi Kürtlerin geleceği değil miydi?
Bakın ey millet!
Rabbim bize şöyle buyurmuş “ ben size, dünyada bir süre verdim, siz ona ister ay deyin, ister yıl deyin”
Bizde, bu sürede insanca yaşamak istiyoruz, sizde artık buna ne derseniz, deyin.
Fakat, birine hak isterken, binlere haksızlık etmeyin. Ayrıca hak; Hakk’a, hukuka uyanlarındır.
İnsanın onuruna yakışan, insanca yaşamaktır, sorunlara insanca çözüm bulmaktır.
Bayramınız kutlu, kalbiniz mutlu olsun. Saygılarımla...
FECR SURESİ
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
1. Andolsun Fecre ,
2. On geceye ,
3. Çifte ve teke,
4. (her şeyi karanlığı ile) örttüğü an geceye
5. Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin (değeri) vardır.
6. Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine?
7. Direkleri (yüksek binaları) olan, İrem şehrine?
8. Ki ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı ,
9. O vadide kayaları yontan Semûd kavmine?
10. Kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun’a?
11. Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler.
12. Oralarda kötülüğü çoğalttılar.
13. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.
14. Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.
15. İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der.
16. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der.
17. Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz,
18. Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,
19. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz.
20. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.
21. Ama yeryüzü parça parça döküldüğü,
22. Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).
23. O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!
24. (İşte o zaman insan "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!" der.
25. Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse edemez.
26. 0’nun vuracağı bağı kimse vuramaz.
27. Ey huzura kavuşmuş insan!
28. Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.
29. (Seçkin) kullarım arasına katıl,
30. Ve cennetime gir.
YORUMLAR
Çok heyecanlı, duygulu, okunası bir yazı olmuş.
Seçici kurulu tebrik ediyorum, her türlü düşünceye değer verdikleri için.
Yazarı da tebrik ediyorum.
Güzel bir konuya, gerçekten akıcı üslubu ile hayat vermiş.
İlgi ile okudum.
Çok zevk aldım, çok ders aldım.
Şu dede-nine meselesine de çok güldüm.
Doğru söze ne denir?
Hepsi kabulümüzdür.