- 695 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Restoran
Yağmur yağıyordu akşamüstüne doğru, damlalar parlayarak süzülüyordu batan güneşin endamı ile. Yollar ıslaklıktan parlıyordu turunculaşan güneşin ışığıyla ve ıslanmaktan hoşlanan insanlar ile doluydu sokaklar. Yılın ilk yağmurunu gören insanlar çocuk gibiydiler. Bazılarının şemsiyesi bile yoktu. Islanmaktan zevk alır gibi gökyüzüne bakmış, gözleri kapalı bir şekilde gülüyordu bir adam sokağın ortasında. Ilık bir esinti ile serpişip ıslıyordu insanları, bulutların gözyaşları. Yağmurun altında inceden bir telaş vardı. Caddenin işlek olan kısmında yeni bir dükkân açılışı için hazırlık var gibiydi. Dükkânın içine malzemeler girdikçe giriyor, şık perdeler dükkânın camekânını şimdiden süslüyordu. Dükkân kapısının önünde işleri pek hoşnut bir şekilde, güler yüzle izleyip yönlendiren Mithat, akşamki açılış için can atıyor gibiydi. Bu işlek caddenin ortasında çürümeye yüz tutmuş dükkânı kimse alamıyor, kiralayamıyordu. Yaşlı bir adam, inadı üstünde İdris adında bir adam kimseye vermiyordu burayı. Parası ve her şeyi yerli yerinde olan adama Laz İdris derlerdi inadından dolayı. Dükkânı istediklerinde:
—Biri, bu dükkânı alacak ama parayla değil, hak ederek alacak derdi hep.
Adamlarda hak etmek için türlü çeşitli dolaplar çeviriyorlardı. Hatta bir keresinde; Laz İdris’i öldürecekti birileri, sonra Fırıncı Nurullah usta kurtarmıştı. Nurullah usta:
—Hayatını kurtardım, dükkânı hak ettim her halde, demişti.
Laz İdris’ de, Nurullah ustayı yaşına aldırmadan iki mahalle boyunca kovalamıştı. Meğerki dükkânı almak için çevrilen dolaplardan biriymiş bu öldürme, kurtarma işi. Zamanla herkes Laz İdris’in yakasını bırakmaya başlamış, dükkânda toz toprak içinde çürümeye yüz tutmuştu bile.
Laz İdris bir gün çarşıda gezerken, üç serserinin genç bir kıza sarkıntılık yaptığını görmüş fakat yaşlılığından dolayı müdahale edememişti. Yoldan geçen gençleri çevirip:
—Kızcağıza yardım edin, çocuklar. Şu serserileri def edin kızcağızın başından der dururdu.
Umursamaz tavırlarla gençler başlarına dert açmak istemediklerini söyler oradan uzaklaşırlardı. Tam o sırada Mithat, oradan geçerken durumu görmüş adamları bir güzel sopaya çekmişti. Mithat ne kızı tanıyordu, nede Laz İdris’i fakat Laz İdris’in gönlünde öyle yer etmişti ki bu olaydan sonra dükkânını ona vereceğini açıklamış. Mithat’ı da zorla ikna etmişti. Caddenin en güzel yerinde, en güzel dükkânı açıyordu şimdi Mithat, yüzünde mutluluğun doruğunda ki tebessüm yatıyordu. Dükkânı isteyip de alamayanlar o kadar şaşırmıştı ki bu işe; akşamki açılışa onlar bile gelecekti. Merak ediyordu insanlar bu yağmurlu akşamda açılacak olan restoranı. Mithat çok çalışıyordu, tanıtımına aylar öncesinden başlamış, en iyi aşçıları tutmuş ve dükkânı bir şahesere çevirmişti. Tabi ki Laz İdris’in büyük yararı vardı bu işlerin ilerleyişinde. Dükkânı hiç bir ücret almadan Mithat’ın üzerine yapmış, yetmezmiş gibi dükkânı açması içinde parasal yardımda bulunmuştu.
Nihayet akşam olmaya başlıyor, yağmurda hızlandıkça hızlanıyordu. Mithat, yağmurun şiddetlenmesi ile endişeye düşmüştü. İki yüz kişilik restoranına elli kişiden az insan rezervasyon yaptırmış ve adam ellinin üzerine çıkamayacağını düşünmeye başlamıştı. Fakat daha akşam yeni yeni çökerken gelmeye başlayan müşteriler, hayırlı olsun diyerek içeri girenler adamın endişesini uçurup götürmüştü. Tanıdıklar ise çoktan yerleşmişti bile restoranın arka taraflarına. Zaman geçerken insanlar geldikçe geliyor, ardı arkası kesilmeyen rezervasyonlar, boşalan ve hemen yeri doldurulan masalar Mithat’ın dikkatini çekiyordu. İyi bir hizmet sağlamak için ilk gününde kendini hırpalıyordu. Restoranın parlak avizesi altında, her biri birbirinden güzel parlayan bardaklar, tertemiz tabaklar, camekânı boylu boyunca kaplayan perdeler, şık giyimli garsonlar, düzenle işleyen bir sistem içeriye giren her bir insanı, mutlu etmekten öteye götürüyordu. Üzerinde sayılar olan dolaplar; ıslak paltolar ve şemsiyeler ile dolmuştu. Mithat, restoranın hınca hınç dolu olmasına sevinecekti sevinmesine fakat, geldikçe gelenlere tamamen dolu olduklarını söyleyip mutsuz suratlarını görünce üzülüyordu.
Restorandan çıkacak olan neredeyse her müşteri, ileri ki günlere de rezervasyon yaptırmak istiyordu ve şimdiden iki hafta ötesine kadar bütün günler, bütün masalar rezerve edilmişti. Daha restoran açılalı altı saat anca olmuştu fakat Mithat, üç günlük yorulmuştu. Gelenleri karşılıyor, her bir müşteri ile ayrı ayrı ilgileniyor hizmette kusur olmaması için aşırı şekilde çaba gösteriyordu.
Mithat, arka masalara doğru giden müşterilerden birini masasına kadar kendi götürmüş, ne arzu ettiğini bizzat kendi sormuştu. Tam elinde tuttuğu kâğıdı bir garsona veriyordu ki; birden kapıya dikkat kesildi gözleri. Az daha yanından geçtiği bir masaya çarpacaktı. Bir kadın girmişti içeri, saçlarından damlalar akıyordu. Şemsiyesi yoktu galiba, nasılda ıslanmıştı. Kahverengi gözlerini beş metre uzaktan görmüştü Mithat. Fazla uzun olmamakla birlikte orta seviyede bir saçı vardı kadının, ıslaklık kadını daha bir güzelleştirmişti Mithat’a göre. Kadın paltosunu çıkarıp resepsiyona verirken, Mithat heyecanlı bir şekilde kapıya koştu. Kendi şemsiyesini aldı, resepsiyonda duran gencin elinden paltoyu kapıp kadının karşısına dikildi. Kadın:
—Evet, beyefendi bir sorun mu var. İçeri geçmeme izin verecek misiniz?
Adam eli ayağı titreyerek:
—Yer yok hanım efendi, boş masalarda rezerve edilmiş maalesef ki dedi.
Resepsiyondaki genç, adamın kulağına eğilerek:
—Masaların çoğu boşaldı efendim yer var demişti sessizce.
Mithat, gence tersler gibi bakmış. "Yer yok hanım efendi, üzgünüm" cümlesini tekrarlamıştı. Kadın birazcık daha açarak gözlerini:
—Fakat benim iki haftadan önceden yapılmış bir rezervasyonum var dedi.
Mithat, resepsiyondaki gence dönüp kararlı bir ses ile:
—Hanımın rezervasyon ücretinin dört katını getirin bana demişti.
Resepsiyonda ki genç Mithat’ın birden bu kişiliğe bürünüşüne hayretler etmiş parayı almış ve Mithat’ın eline tutuşturmuştu. Mithat:
—Buyurun hanım efendi. Bu size yaşattığımız zorluklar ve zararı karşılar umarım.
Kadın çok şaşırmıştı. Gördüğü muamele üzmüş gibiydi kendisini. Adam paltoyu kadına nazikçe giydirmiş kendi şemsiyesini kadına vermişti:
—Çok ıslanmışsınız, şemsiyeniz yok galiba, daha da ıslanıp hasta olmanızı istemem diyerek.
Kadın adama dönmüştü, artık tutamayacaktı kendini birden soru verdi bir solukta:
—Beni neden yerinize kabul etmediğinizi öğrenmek istiyorum.
Adam kızarıp bozarmış bir şekilde:
—Hanım efendi, siz bu sefil yere layık değilsiniz ve inanın güzelliğiniz karşısında bana devasa gibi gözüken avizelerim bile sönük kalacaktır. Lütfen daha fazla beni lafa tutmayın dedi.
Kadın birazcık sırıtarak, mutsuz suratını da sokağa dönüp kaybolmuştu yağmurlu gecede. Resepsiyonda ki genç:
—Mithat bey! Kusuruma bakmayın ama o kadını neden almadınız içeri, madem o kadar beğendiniz hanım efendiyi, neden içeri alıp en iyi hizmeti ona sağlamadınız diyerek sitem etti.
Mithat, perdeyi kaldırmış az ilerde yok olan kadına bakarken patron-çalışan seviyesine uymayan tavırla, aşırı samimi bir şekilde:
—Âşık oldum, dedi. İçeri alsaydım eğer o kadını, eğer o kadınla bir çift kelam daha konuşsaydım, eğer o kadının gözlerine bir kaç saniye daha baksaydım; inan ki sende dâhil yarın bir sürü insanın hayatı değişecekti deyip güler yüzüyle gencin suratına döndü:
—Bu kadar ağır bir yükün altından kalkamazdım dedi.
O gün sabaha kadar çalıştılar. Mithat işi çok büyüttü zamanla. Bir gün başka bir şehirde başka bir restoranda o kadınla yine karşılaşacaktı Mithat:
—Keşke diyebilecekti sadece.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.