- 2099 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Utanma Parası / Çağdaş Yaşam, Ekim 2013
UTANMA PARASI
Yıl bin dokuz yüz elli üç olmalı. Fıstıkağcı Orta Okulu’nun birinci sınıf öğrencisiydi. Daha sonra rejisör olarak ünlenecek rahmetli Zeki Ökten ve aşık olduğu Gönül’le aynı sınıftaydılar. Gönül’ün babası subaydı. Okulun en popüler öğrencisiyse üçüncü sınıfta genç milli takım aday kadrosuna seçilen kaleci Varol’du. Varol nasıl doksandan topları çıkarıyorsa“ Kazanova“ olan yetenek de kızların kalplerini çalmakta milliydi. Gönül’ün kalbindeki kaleye, tam köşeden golünü atmıştı bir kere. Mutluydu. Ne büyük bir aşktı bu! Ne hayaller kuruyordu. Annesine anlattığında, gülüp geçiyordu kadıncağız. Ne yapsaydı başka? Durumları belliydi. Orta halli bir aileydiler. Evleri iki katlı, bahçe içinde ahşap bir eski yapıydı. Buna rağmen diretiyordu. Üst katı onlara verebilirlerdi. Niye olmasın? Yatak odalarını bile düşünür olmuştu. Gömme dolabı banyo olarak kullanabilirlerdi. Kuyudan çekeceği o buz gibi suyu, teneke kutularda ısıtıp kendi ellerinle yıkardı onu. Ayrıca, yatak odasının tavanını da cam olarak düşünüyordu. Her mevsim göğü seyretmenin ayrı bir zevki olmalıydı değil mi ya! Bu ve buna benzer daha ne hayaller kuruyordu.
O zamanlar rahmetli babası okuyan üç kardeşe, günlük harçlıkları dışında utanma parası adı altında bir miktar daha para verirdi. Çok zor durumda kalmadıkları sürece bu parayı kullanmazlardı. Sıkı sıkıya tembih edilmiştiler çünkü. Ayrıca bu parayı harcarlarsa hesabını da vermek zorundaydılar.
Sevdiği kız iki üç gündür okula gelmemişti. Hastaymış. Günler geçmek bilmiyordu. Ne yapıp yapıp kızı görmeliydi. Evini biliyordu. Arkadaşını ikna etmek zor olmadı. Öğle tatilinde Fıstıkağacı’ndan tramvayla Üsküdar’a indiler. Evi, durağa çok yakındı kızın. Başladılar beklemeye. Umudu, sevgilisinin iç sesine kulak verip pencereden dışarıya bakmasıydı. Ama nerde! Belli ki çok hasta. Saatler geçti ne bakan var ne de kapıdan bir çıkan. Arkadaşı ona “Yeter yahu, ağaç olduk burada! Okula da geç kaldık zaten, ” diye söylenmeye başlayınca geri dönmeye karar verdiler. Çünkü okul idaresinden ceza almak da vardı. Sonra bu cezanın yanıtını babasınaa nasıl verirdi? Birden aklına geldi. Son parasını tramvay biletine harcamıştı. Utanma parasını da kullanamazdı, çünkü ikisi de aynı kapıya çıkardı. Bunu tüm çıplaklığıyla arkadaşına anlattı.
Arkadaşı, durdurduğu dolmuşun sürücüsüyle hararetli bir şeyler konuştu. Sürücü arabadan inip dolmuşun arkasına gelip bagaj kapağını açtı. “ Hadi gir!” dedi. Mecburen girdi. Arkadaşı dolmuşun ön kısmına oturdu. Fıstıkağacı Durağı’na gelinceye kadar utanma parasının ne işe yaradığını düşünüp durdu. Yanıtını siz verin, O hâlâ düşünüyor.
Not: “Toprak kumaş giyinip / Kökten çiçeğe geçen” kardeşi, çocukluk arkadaşı Zeki Ökten’e, nostaljik bir saygı olarak bu öyküyü yazdı. Ona ilk başucu kitabı olan Yaşar Kemal’in “İnce Mehmet” ini hediye ettiğinde çok mutlu olmuştu. Okuma sevincini bu kitapla başlayıp sürdürmüştü O. “Bu arada sana sevindirici bir haber vereyim,” dedi arkadaşı: “Gezi olaylarıyla ilgili ışık gibi parlayan yeni nesli tanısaydın, inan ki henüz ölmek istemezdin. En azından gözün arkada gitmediğinin bir kanıtı bu!” diye sesli düşünmeye devam etti. Haklı bir itirazdı bu. “Gençliğin elinde teknoloji nasıl da kansız bir silahla dönüştü. Resmi ya da resmi olmayan bu zafer bir milât resmi!” diyerek sürdürdü düşüncesini.
İlkokuldan ölümüne dek, kesintilerle de olsa süren dostlukları, şimdi anılarda çiçek açıyor. “Işıklar içinde yat, sevgili dostum,” dedi, spotlar içinde yat!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.