YAŞAMDAN KESİTLER.. (10) FERDANE- GÖREMEDİĞİM ABLAM
Bugün hepsi çoluk çocuğa karışmış, kimisi de torun sahibi olmuş altı çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuyum.
Dört yaşında ölen bir kardeşimizden bahsedilir.
Ailenin ikinci çocuğu.
FERDANE, adı bu.
Ablamın bir güzellik ve zeka timsali olduğu söylenirdi daima..
Henüz dört yaşına rağmen, öyle zeki, konuşkan ve öylesine hazır cevaptır ki, bir büyük insanın hal ve hareketine sahip olduğu söylenirdi.
Bir çok şey var onunla ilgili anlatılan. Ancak yıllar yılı hiç unutamadığım ve hafızamda daima derin bir yer edinen ve kendisi ile ilgili bir konuşma karşısındaki tavrını anımsarım anlatılanlardan.
Ablam, karakaş, kara göz ve beline kadar uzun siyah saçlıdır. Köy yerindeki yaşama uygun şekilde saçlarına renkli, süslü boncuklar takmışlardır. O dört yaşında bir çocuk olmasına rağmen salınarak edalı bir şekilde yürür, ev işlerine bir büyük hanım gibi koşturur ve sohbette eder herkesle.
İşte böylesi günlerden birinde, amcazadelerden biri gelir evimize. Hoş sohbet edilir. Sonra amcazade bir bardak su ister ablamdan. Ablam yine o edalı tavırlarla getirir bir bardak suyu. Amcazadesine uzatır ve bir adım geride durarak bardağın boşalmasını bekler.
Suyu içen amcazade ablamı yanına çağırır ve sever. Bu arada ablamın beline kadar gelen saçlarını tutarak, güya bir sevgi ifadesi imiş gibi
-Hay tahtaya gele bu kapkara uzun saçlar, iyi mi, der., düşüncesizce.
Ablam ani bir hareketle uzaklaşır bir adım. Çok sert bir ifade ile döner amcazadenin yüzüne ve büyük bir öfkeyle;
- hay senin de ağzın kilitlene der, uzaklaşarak babamla anneme yönelir.
Ortalık adeta buz kesmiştir bu konuşmanın sonunda. Ablam ağlamaktadır, amcazade bir büyük pişmanlık yaşamaktadır, yaptığı düşüncesizlik sebebiyle.
“Saçların tahtaya gele” lafı ölümü çağrıştıran bir laftır. O küçücük yaşına karşılık, bu lafın anlamını bilen ablam, üzülmüştür derinden. Ama amcazadeye yine aynı anlama gelen “senin da ağzın kilitlene” lafı ile mukabele etmiştir.
Amcazade güya espri yapmıştır kendince. Ancak ne yazık ki bu bir cehaletin yansımasıdır diline.
Bu ve buna benzer başkaca yaşanılanlar vardır anlatılan. Ablamın o küçücük hallerini anlatırken annem ve babam, her defasında sonsuz hüzünler yaşarlardı.
Ablam dört yaşının içinde iken yakalandığı kızamık hastalığı sebebiyle hayatını kaybeder. Bir kardeşin küçüğü, beş kardeşin ise ablası olan kardeşimiz bugün yaşasaydı altmış sekiz yaşında olacaktı.
Babam ve annemin onunla ilgili anlattığı olayların o kadar etkisinde kalırdım ki, adeta onu, koruyup kolladığı küçük kardeşi gibi tanırım. Bu sebeple babam ve annemin yaşadığı hüzünler benim de derinden hissettiğim bir kaybın eseridir. Onu hiç görememiş olmak bir başka hüzne vesiledir ruhumda.
Onu düşünürken, anlatırken, hatta şu an yazarken de göz pınarlarım yanmaya başlar istemsiz. Bir bulut gelip oturur kirpiklerimin önüne. Bir resim çizmeye çalışırım sislerin arasındaki tuvale. Ve sonra sanki belli belirsiz bana doğru gelir uzaklardan, ellerini açarak.
“O bir melek kadar güzel, temiz ve değerliydi. Tanrı onu kendine istedi”
der, avunuruz çaresizce.
Bir gün umarım o bizi, biz de onu göreceğiz bir yerlerde. Şimdilerde kendisi gibi hakkın rahmetine kavuşan Babamız ve Annemiz ile görüştüğü yerlerin birinde.
Hep birlikte....
Umarım…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.