- 845 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HANGİSİNDE( BENİM ADIM ÜÇ NOKTA) -BÖLÜM-2
Adı Eylül, birkaç kez daha görmüştüm onu ama nedense nerde nasıl hatırlamıyorum. Yalnız kursa geldiği gün dün gibi aklımda. Çekingendi, ne yapacağını bilmez bir halde öylece etrafa bakınırken abimle konuşmaya başlamıştı. Konuştukça açılmış, sustukça benim tarafıma bakınmıştı. Farklı bir şeyler vardı bu kızda, ne olduğunu belki kendi de bilmediği gibi kendini insan sarrafı sayan ben bile anlayamamıştım.
Günler su gibi akıp geçti. Önceleri atölyeye gitmemek için bin bir türlü bahane bulan ben artık her sabah aynı saatte hiç itiraz etmeden atölyenin yolunu tutuyordum. Bir gizem vardı bu kızda, ne uzak kalabiliyordum ona ne de onunla konuşabiliyordum.
Arada kaçamak bakışlarımı mı yakalıyor ne… Abim duysa canıma okurdu herhalde. “Bunlar bizim öğrencilerimiz. Nasıl ki bir doktor Hipokrat yemini ederse biz de bir nevi aramızda fark gütmeliyiz. Eylül’e bakmamalıyım. Hem belki sevgilisi vardır ya da hayalini kurduğu bir başka biri. Hem pek bakmıyor da sanki… “ Ben kendi kendime gelin güvey olmaya başlamıştım iyi mi!
Ve o günden sonra bir daha kendime gelemedim ben. Kendimi hiç öyle tutuk, öyle savunmasız hissetmedim. Yarışma için yapılan resimlere bakıyordum. Sırayla bütün kursiyerlerin resimlerine bakmıştım , sıra ona gelmişti. Resim henüz taslaktı ve en az kendisi kadar gizemliydi. Minicik bir çocuk , yüzünün bir tarafı üzgün, bir tarafı mutlu, avuçları kapalı olarak öne uzatılmış “Hangisinde?” diyordu. Ne vardı ki avuçlarında. Sanki bu kız Eylül’e benziyordu… Bir resme baktım bir ona, bir resme, bir ona. Sonra ona asılı kaldı gözlerim, sanırım çok uzun baktım, şaşırmıştı ve yanakları hafif kızarmış, başını öne eğmişti. Resmi çok beğendiğimi söyleyerek yanından uzaklaşmak zorunda kaldım.
Hemen sonra abim geldi yanıma. “Hayırdır ne bu surat diye bir takılması vardı”, Allahtan az önce nerede olduğumu bilmiyordu. Ben aşk meşk işlerinin adamı değilim, işine, sanatına aşık biriyim. Öyle kızlarla pek gönül ilişkim olmadı. Abim de bu saatten sonra böyle bir şeyi benden pek beklemez, hele öğrencilerimizden biriyle hiç… Hissettiklerimi kimse bilmemeliydi. Eylül bile…
Yılbaşı akşamı Eylül de atölyede kaldı. Ben 1 hafta öncesinden ayarlamıştım kendimi, herkes yılbaşı eğlencelerindeyken ben resmimi tamamlayacaktım. Oldum olası öyle eğlencelerden hoşlanmam ben. Bir de Eylül’ün orda olacağı düşüncesi… Ya öğrenci çocuklardan biri de atölyede çalışacaksa diye tereddüt… Benimkisi neydi, aşık mı oluyordum yani…
Sadece ikimizdik. Hemen karşımda çalışmasını tamamlıyordu. Ona bakmaya çekiniyordum, bir garip ruh haline bürünmüştüm, ayrıca suskun… Sonra ufak bir sohbet, yağmur, gökgürültüsü, şimşek…. O kıyametin ortasında atölyede sadece ikimiz kalacaktık. Küçükken evlerine yıldırım düşmüş. Kesin çok korkacaktı ama bunu her şeyden çok istesem bile aynı odada uyumayı teklif edemezdim ki… Ona küçük odayı gösterdim ve kendim diğer odaya çekildim. Gözüme hiç uyku girmedi, ona o kadar yakınken neden bu kadar uzak kalmaya zorluyordum kendimi.
Sonra kulakları sağır edercesine bir gökgürültüsü! Hemen küçük odaya koştum. Uyumuyordu, korkmuştu. Odadaki metal eşyaları görünce yaptığım aptallığın fakına vardım. Yıldırım çekerdi o eşyalar, orada ben de olsam korkardım. Ama aklım başımda değildi ki… “Sen benim yatağımda yat, ben yandaki koltukta uyurum“ dedim. Rahatsız olacağımı düşünerek “Sen kendi yatağında yat, ben hava durulana kadar yatağın kenarında kıvrılır yatarım, sonra diğer odaya geçerim” diye karşılık verdi bana. Birşey demedim, diyemedim. Kokusunu öyle çok merak ediyordum ki. Ona yakın olmayı, dokunamasam bile onu yakından seyredebilmeyi, hele ki uyurken… Çok istiyordum…
Hemen yanıma uzandı, aramızda 50 cm var ya da yoktu. Onu seyredebilmek için uyumasını bekliyordum. Gözlerini kapadığı anda seyre dalıyordum yüzünü. Yanına sokulmak, saçlarını okşamak, sarılmak, öpmek istiyordum. O vakit diğerinden çok daha büyük bir gürültü, önce çaak diye bir şimşek… Hemen gözlerini açtı, ardından gelecek gökgürültüsünü tahmin bile edemiyorduk. Aramızdaki şaşkın bakışmanın ardından o gürültüyle kendini kollarıma attı. Ben… Nerde olduğumu unuttum, insan olduğumu unuttum, dünyada olduğumu unuttum. Onun abimin olduğu kadar benim de öğrencim olduğunu ve dolayısıyla bunun ne kadar yanlış olduğunu unuttum. O bana sarıldı… Tüm sıcaklığımı ona verdim o an, ama korkudan yaptığı bu ani hareketten pişmanlık duymasın diye hiç tepki vermedim. Kollarımda derin bir uykuya daldı. Gözlerimi kapadım, utanıp kalkmasın diye. Uyuyor numarası yaptım. Arada dönüşlerde daha da sıkı sarıldı bana. Dudakları yüzüme değdi, hafif açılan yakama… Teninin tenime değdiğini hissettim o an… Neydi bu, rüya mı? Acaba rüyasında sevdiğini görüyor da beni o mu sanıyordu; ondan mı sarılıyordu bana… Acaba sevdiği var mıydı… Uyanınca her şey hayal mi olacaktı… Ne yapacaktı, ne diyecektim, ne diyecekti… Bu büyüyü bozamazdım. Kıpırdamak istemedim hiç. Saçlarını kokladım. Ellerini avuçlarımın içine almak, gözlerine kenetlenerek “Ben sana aşığım” demek istedim. O kadar yabancı kalmıştım ki bu duyguya, daha önce böylesini hiç hissetmedim. Sabaha kadar hiç uyumadım. O gece hiç bitmesin, ömür boyu öyle kalalım istedim.
Güneşin ilk ışıkları yüzüne vurduğunda halâ uyuyordu. Kalkıp kahvaltı mı yapacaktık, ilk uyandığında ne konuşacaktık, nasıl tepki verecektim… İçimde bir korku… Bu yaptığına pişman olmasın istiyordum. Bunu başarabilecek miydim…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.